Günkut’la
Aydil birbirini çok seven karı koca... Onların mutlu bir çift olmasını sağlayan
ise ortak zevkleri, olaylara aynı bakış açıları, ne pahasına olursa olsun
aralarındaki saygıyı yitirmemeleri, sarsılmaz bir güven duygusunu yüreklerinde
yaşatmalarıdır. Onların mutluluğu, birbirlerini çok sevmelerindeki asıl
etkenlerden biri, doğa tutkusu. Doğal yaşamın derslerle dolu düzeninden ders
alır ikisi de.
Aydil
ve Günkut çifti sık sık doğa gezisine çıkar. Bu gezilere çocukları Deniz’i de
götürürler. Bir sabah erkenden uyandı Atayurt ailesi. Sıkı bir kahvaltı yaptılar
öncelikle. Yürüyüş giysilerini giydiler. Sırt çanlarını aldılar. Yürüyüş
ayakkabılarını giyip yola çıktı üç doğa tutkunu bir bahar günü. Ormanın içine
daldılar Yıldız Dağı’nın yamaçlarından. Türlü türlü ağaçlar, çalılar, otlar
vardı her yanda. Coşkun bir bahar, her yanı yeşile kesmişti. Bazı ağaç, çalı ve
otlarda ise rengârenk çiçekler açmıştı.
Deniz,
görüp uzanabildiği çiçekleri koklamaya başladı sırayla. Çiçeklerin çoğunun
birbirinden farklı olağanüstü kokuları vardı. Bazıları ise kokmuyordu. Her
çiçeğin üstünde arılar dönüp duruyordu. Onların vızıltıları, doğanın coşkulu
ezgisiydi Deniz’e göre. Çiçekleri koklaya koklaya, deyip gülerek sevinçli bir
mutlulukla yürüyorlardı ormanın derinliklerine doğru. Çocuk tam da kuş
cıvıltılarının ezgisine kaptırmışken kendini, iyice bakmadan bir çiçeği
koklamak için birden eğildi. Bu sırada çiçekte buluna balarısı, burnunu soktu.
Derin bir acı duydu. Anne ve babası koştular yardıma. Babası, eğilip baktı
çocuğun burnunda arının iğnesi duruyordu. Hemen baş ve işaret parmaklarının
tırnakları ile heyecanlanmadan kavrayıp çıkardı iğneyi. Annesi, temiz bir bezle
iğnenin çıktığı yeri temizledi. Deniz’e yaraya ellememesini, orayı kaşımamasını
sıkı sıkıya öğütledi.
Çocuk,
yarasının acımadığını söyledi. Yine kaldığı yerden çiçekleri koklamayı
sürdürdü. Bu kez çok dikkatliydi. On beş dakika geçtikten sonra anne ve babası,
Deniz’in burnunun şişip şişmediğine baktılar. Belli belirsiz bir kızarıklık,
azıcık da bir şişkinlik vardı. Ona kafasını takmamasını, avutucu bazı sözlerle
söylediler. Annesi: “Arı sokması sayesinde bağışıklık sistemin biraz daha
artacak. Zaten senin alerjin yok hiçbir şeye.” deyip ve burnundan öptü. “Anne
öpücüğü yarana iyi gelecek.” diyerek sözünü sürdürdü.
Babası,
ona bazı çiçeklerle ağaçların adlarını söylüyordu. O da öğrenmenin sevinciyle
çok mutluydu. Bir ağacın önüne geldiler. Günkut: “Bunun adı ardıç ağacı… Bu
ormandan çokça bulunur bunlardan. Hem doğaya hem de insanlara büyük yararları
vardır ardıçların.” dedi. Tam da bu sırada ağaç dile geldi:
“Evet,
benim doğaya da insanlara da yararım çok, bunlar saymakla bitmez. Ancak bazı kişiler, yararlarımın farkında
değil. Ellerine balta alıp genç ardıçları keserek odun yapar bu kişiler. En
kötüsü de benim ürememi sağlayan ardıç kuşlarını avlarlar bir damlacık etleri
için.” Bu sözlere çok üzüldü Deniz ve ailesi. Hele kuşların öldürülmesini
işitince şaşkınlıklarını gizleyemediler.
Ağaç
sustu. Dalların arasından bir kuşun ötüşü işitildi önce. Sonra kuş dile geldi:
“Ben, ardıç kuşuyum. Benin biricik can yoldaşım ardıç ağacının söyledikleri
doğru, ancak eksik. Bizi, yalnızca bilinçsiz avcılar öldürmüyor. Tarla ve bahçe
zararlılarına karşı bilinçsizce zehir kullanan çiftçiler de yok olmamıza neden
oluyor. Çünkü biz ardıç meyvesinin yanı sıra bazı meyvelerle böceklerle de
besleniriz. Zehirlenen böcek ve meyveler, bizi bu dünyadan koparır onları
yediğimizde.” dedi üzüntüyle.
Deniz:
“Siz, ardıç ağacına can yoldaşım dediniz. Bu yoldaşlığınızın nedeni ne?”
Kuş
yanıtladı onu: “Bizim asıl besin kaynağımız ardıç ağacının bin bir derde deva
meyveleri. Biz onlarla besleniriz genellikle…” sözünü bitiremedi küçük kuş,
burada ağaç konuşmaya başladı:
“Ardıç
kuşu, adından belli… Adının kaynağı, biz ardıç ağaçlarıyız. Onlar, bizim
meyvelerimizi yer. Sindirim sistemleri, meyveleri öğütür, ancak meyvelerin
çekirdeklerini sindiremez. Onlar, ormanın ya da boşa arazilerinin uygun
yerlerine, zamanı geldiğinde doğanın çağrısına uyarak dışkılarını yapar. Dışkıları,
bizim altın değerindeki çekirdeklerimizi içinde saklar. Dışkıları, hem
çekirdeklerimizi korur hem de onlar yeşermeye başladığında onlara gübre olur.
Böylece ardıç kuşu, bizim ürememizi sağlar. Ben de bir ardıç kuşunun dışkısıyla
buraya gelip yeşerdim. Biz, bu iyiliklerini hiç unutmayız.” dedi.
Hemen
oradan ardıç kuşu atıldı. Önce kanat çırptı, sonra cik cikledi ve heyecanla
konuşmaya başladı. “Biz de sizin iyiliklerinizi hiç unutmayız. Sizin
meyvelerinizle besleniriz. Yavrularımıza besin olur meyveleriniz. Biz de size
borcumuzu ödemek ve bizden sonraki kuşaklarımızın var olması için sizin
tohumlarınızı ekeriz sağa sola, her yana. Ardıç ağaçları çoğalırsa biz de
çoğalır, sonsuza dek bu topraklarda yaşarız.” dedi. Sözünü bitirince
kanatlarını üç kez çırptı ve başını eğerek saygısını sundu ağaca. Ağaç da ona
saygısını göstermek için dallarını eğip yapraklarını titretti.
Aydil:
“Demek ki sizin yaşamlarınız birbirine bağlı. Her ikinizi de korumak gerek.
Çünkü biriniz olmayınca diğeriniz de olmuyor.” dedi düşünceli düşünceli.
Kuş:
“Evet, çok doğru bu saptamanız.” diyerek bir üst daldaki yuvasına doğru kanat
çırptı, ağzında bir parça ardıç meyvesiyle.
Günkut:
“Bilinçsiz avcıların yanı sıra ormandan kaçak kereste ve odun yapanlar da büyük
tehlike değil mi sizin için?”
Ağaç:
“Kaçak ağaç kesiciler, ormanları yok eder birkaç kuruş para kazanmak için.
Onlar hangi ağacın kesilmesi gerektiğini bilmezler. Önlerine gelen ağacı
devirirler yere. On yıl önceydi. Hemen benim üst yanımda bulunan kocaman bir
ardıç vardı. Dolunayın olduğu bir gece vakti kaçakçılar gelip devirdiler onu.
Ardından parçalara ayırdılar rahat taşınsın diye. Dallarında tam on üç tane
ardıç kuşu yuvası vardı. Beş serçe, iki kumru, dört de saka yuvası yok olup
gitti. Bazılarında yavrular vardı, diğerlerinde de kuluçkaya yatmış kuşlar
bulunuyordu. Anne ve baba kuşlar günlerce yavrularına, yumurtalarına,
yuvalarına ağladılar üzüntü dolu ötüşleriyle. Bu kuşların ahını alanlar, onmaz
bir daha.” diyerek dalıyla işaret etti bir yeri. Aydil, Günkut ve Deniz o yöne
baktılar merakla. O: “Oradaki omca, o kesilen ağacın kökü. Çürümeye başladı.
Ancak yan taraftan bir ışkın verdi omca. O, çok geçmeden büyüyüp ağaç olur.”
diyerek sürdürdü sözlerini.
Ardıç
kuşu, kanat çırparak çıktı yuvasından görünür bir dala kondu. Önce öttü
uzatarak ıslağa benzer bir sesle, sonra: “Bu ormanda bir silah patlasa
yüreğimiz yerinden çıkar, çok korkarız. O çirkin ses bile bizi yerimizden eder.
Korkup kaçarız uzak yerlere. Silah sesinin etkisiyle bir süre dönemeyiz buralara.
Çok uzaklarda Trakya’da eskiden çok görkemli ardıç ormanları vardı. Şu anda bu
ormanların yerlerinde yeller esmekte. Çünkü kaçak ve bilinçsiz avcılar, gece
gündüz silahlarını patlattılar ardıç kuşlarını avlamak için. Bazıları vurularak
öldürüldü; sağ kalanlar ise o topraklardan uzaklaşıp erinç içinde
yaşayabilecekleri yerlere göçtüler. Biz ardıç kuşları olmayınca ağacın
tohumlarını toprağa yayıp ekecek canlı kalmadı. Bu yüzden zamanla orada ardıç
ormanları yok oldu.” dedi inleyip yakınarak.
Deniz,
çok üzüldü ardıç kuşunun anlattıklarına. Annesi ve babası üzüntülerini çok
belli etmeseler de durgunlaşıp sustular uzun süre. Ardıç ağacı, kuşun
anlattıklarını onayladı dallarını bükerek.
Günkut:
“Birçok yerde ardıç ağacı gördüm. Renkleriniz, görünümleriniz niye farklı?”
Ardıç
ağacı: “Yaşadığımız yerin iklim özelliklerine, toprak yapısına göre farklı
renklerde olabiliriz; insanlar da böyle değil mi? Farklı türlerde birçok ardıç
ağacı var yeryüzünde. Rengimiz, türümüz ne olursa olsun hepimiz ardıcız ve
kardeşiz.”
Aydil:
“Bazı ardıçlarda kozalak var, bazılarında yok; neden?” diye sordu.
Ağaç:
“Çok güzel bir soru. Siz kadınsınız, çocuk doğurursunuz. Günkut Bey de erkek olduğundan çocuk
doğuramaz. İkiniz birbirinize benzemiyorsunuz, üstelik görevlerinizde farklı.
Ancak birbirinizi tamamlıyorsunuz. . Biz de sizin gibiyiz. Benim kozalaklarım
var dallarımda, bunlara bakarak benim dişi, yani anne olduğumu
anlayabilirsiniz. Karşımdaki ardıcın kozalakları olmadığından o, erkek.”
Ağaç
ve kuşla konuştukça bilmedikleri birçok şeyi öğrendi Atayurt ailesi. Ormanın
yalnızca oksijen deposu, dinlenme yeri olmadığını; aynı zamanda bir bilgi
pınarı olduğunu öğrendiler böylece. Birbirlerine baktılar anlamlı anlamlı.
Deniz: “Ormandan çok şey öğreniyorum.” dedi mutlanarak. Anne ve babası bir
ağızdan “Biz de çok öğreniyoruz. Her geldiğimizde yeni bilgilerle
karşılaşıyoruz.”
Aydil
Anne, ağaca dönerek: “Yaşadığımız kentteki aktarlarda ardıç satıldığını duydum,
doğru mu bu. Sizin meyvenizi bizler de yiyebilir miyiz?” diye sordu.
Ağaç
dallarını “evet” anlamında salladı. “Meyvelerimiz çok değerli ve bin bir derde
devadır yiyebilirsiniz.” dedi.
Günkut
Baba: “Meyvelerinizi yediğimizde bizlere hangi yararları sağlıyor?” sorusunu
sorarak bilgilenmek istedi.
Ağaç:
“İnsanlar sağlıkları için yalnızca meyvemizden değil, yapraklarımızdan da
yararlanır. Meyvemiz idrar söktürücü olduğu gibi sayrılıklar nedeniyle kötü
idrar kokusunu giderir. İnsan bedenindeki kötü kokuları önler. Ha koku deyince
usuma geldi ağız kokusunu önlemede meyvemiz çok etkili. Ayrıca aybaşı
sancılarına, sindirim sistemine, romatizmalara, deri ve gut sayrılığına,
bağırsak sorunlarına yararlı. Ülsere çare olduğunu da insanlar söyler. Ancak
siz, siz olun sağaltımcılara danışmadan bilinçsiz bir biçimde meyvelerimi
tüketmeyin.
Ardıç
yağı ise antiseptiktir. Ayrıca kan dolaşımını artırır, sinir sistemini onarır,
kas ağrılarına ve kemik yorgunluklarına iyi gelir. Kurutularak yapılan çayım
çok yararlıdır içenlere. Meyvemde: reçine, glikoz, demir, bakır, kalsiyum,
organik asitler ve C vitamini bulunur. Bu nedenle insanlar, meyvelerimden
vazgeçemez.
Az kalsın unutacaktım…
Kereste, ev yapımı, kozmetik, ilaç sanayinde ve tıpta kullanılırım. Kerestem
hafif, dayanıklı ve işlenmeye uygun olduğu için marangozlar beni yeğlerler.” dedi.
Atayurt
ailesi, ağacı ve kuşu dinledikçe şaşkınlığı artıyordu. “Ardıç ağacının bunca
yararı varken ardıç kuşlarını avlamak, onları ürkütüp kaçırmak niye?” diye
sordular kendi kendilerine.
Ardıç
kuşu, ailenin şaşkınlığını gördü uzaktan. “Bakın…” dedi, “ağaç, alçakgönüllülük
yaptığından söylemiyor, ancak birçok ulus ardıç ağacını kutsal görür. Özellikle
Türklerin geldiği Asya bozkırlarında ardıç ateşinin sönmemesi önemli. Çünkü
kutsal ağacın, ateşi de kutsal… Ayrıca bu ateşin dumanı az da olsa uyuşturur
insanları. Bu nedenle uykuya iyi gelir. Bir de ikide bir uykusundan uyananlar,
uyumadan önce yastıklarına bir iki damla ardıç yağı damlatırlarsa deliksiz bir
uyku çekerler. Üstelik çok da güzel düşler görürler.” dedi.
Atayurt
ailesi, ardıç kuşunun anlattıklarını ilgiyle dinledi. Ardıcın yararlarının
hepsi anlatılırsa bu gidişle gece yarısına dek bitmez, diye düşündüler. Vakit,
ikindiye yaklaştı. Eve dönme zamanı akşam çoktan gelmişti karanlığına kalmadan.
Tam vedalaşacakları zaman ardıç ağacı yapraklarını titreştirerek hafif bir yel
estirdi. Belli ki bir şey söyleyecek. Atayurt ailesi, ağaca saygıyla döndü.
O:
“Bize yaşam veren bu Çökelez dağı birkaç yüz yıl önce neredeyse tamamen
ardıçlarla kaplıydı. Bilinçsizce keserek kerestelerimizi biçmeden toprak damlı
evler yaptı insanlar. Bir anda orman yok oldu. Dağ çırılçıplak kaldı. Böyle
olunca dağ eteklerindeki pınarların bile tadı değişti. Eskisi gibi lezzet verip
gürül gürül akan, yazın buz gibi olan suyun keyfi kaçtı. Kuytu yerlerde birkaç
ardıç, bu kıyımdan kurtuldu. Ardıç kuşları, olağanüstü bir çalışmayla bir tek tohumumuzu
bile boşa harcamadı. Ormanımızı kesen köylülerin çocuklarının ve torunlarının
dağın çıplak, çorak kalmasına gönülleri razı olmadı. Büyük bir imece ile
tohumlar ektiler, fidanlar diktiler uzanabildikleri yerlere tıpkı ardıç kuşları
gibi. Yeniden ardıç ormanı canlandı. Orman büyüdükçe yalnızca ardıç kuşlarının
değil, diğer kuşların da sayısı arttı. Memeli hayvanlar, böcekler, sürüngenler
çoğaldı. Dağ, bir cennete döndü. Çalılar büyüdü ağaçların arasında. Otlar
göverdi her yanda. Pınarlar, eskisi gibi akmaya başladı. Buradaki kısa öykümüz
de bu işte. Kusura bakmayın, sizi dönüş yolunuzdan alıkoydum.” dedi içinden ah
çekerek.
Deniz,
Aykız ve Günkut ağaçla vedalaştılar gövdesine sarılarak. Yerden birkaç kozalak
aldılar anmalık olarak evlerinde saklamak için. Hepsi sırayla gidip ağacın gövdesini
okşayıp öptüler. Ardıç kuşuna ayrılık üzüntüsü ağır gelmiş olacak ki, yuvasına
saklandı. Deniz seslenince ona, çıktı yerinden en alt dallardan birinin en
ucuna geldi. Uzunca öttü. Ona diğer ardıç kuşları da eşlik etti. Farklı
türlerden tüm kuşlar bir ezgide bütünleştiler. Bu, aileyi uğurlama ezgisiydi.
Deniz çok duygulandı. Gözyaşlarını tutamadı. Annesi de ona katıldı. Anne-kız
sarmaş dolaş oldular. Gözyaşları birbirine karıştı. Günkut, gözyaşlarına zor da
olsa egemen olarak onlara sarıldı. En kısa sürede, fırsat bulunca yeniden
buraya geleceklerine söz verdi. Onlar, buna çok sevindi.
Sevinç
ve mutluluk içinde döndüler ormandan. Yolda bildikleri en güzel türküleri
söylediler. Ağaç ve kuşlarla ilgili bildiklerini anlattılar birbirlerine. Her
yıl, adam başı bir tane olsa bile bir ardıç ağacı dikmeye söz verdiler. Tam
dağın ovaya kavuştuğu yerdeki Derepınar’dan su içtiler kana kana. Ardında
ellerini, yüzlerini yudular. Güneş boynunu büküp Çökelez’in ardında yitip
gitmeden önce dağın görkemine üçü birden bir daha baktı.
Gün
geceye kavuştuğunda evlerine geldi ailemiz. Hafif bir akşam yemeği yedikten
sonra gün boyu yaşadıklarını anımsamaya çalıştılar. Kendilerini düşte sandılar.
Çünkü yeryüzü cennetinde yaşadıkları güzelliklere bir türlü inanamadılar.
İyice
yorulmuşlardı. Herkes yatağına çekildi. Yataklarına uzanır uzanmaz uykuya
daldılar. Sabaha dek mutluluk düşleri gördüler. Ardıç ağacı ile ardıç kuşu da
yataklarında onlarla uyuyormuş gibiydiler.
Adil
Hacıömeroğlu
10
Temmuz 2025
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder