DAVOS "FATİH"İ

Başbakan Erdoğan'ın Davos'ta diplomatik kuralları hiçe sayarak yaptığı tribün şovu, herkes gibi ben de ilgiyle izledim. Bu davranışın; Türkiye'ye ve AKP'ye ne kazandırıp kaybettireceği merak konusu.

Diplomatik saygı, incelik yoktu ortada.Mahalle kahvesi üslubu egemendi konuşmalara. RTE, bir yandan muhatabına "Sesin çok yüksek çıkıyor. Benden yaşlısın..."diyerek yaşına saygı gösterdiğini belirtiyor,bir yandan da "sen (2.tekil kişi)" dili kullanıyor. Hangi koşulda olursa olsun muhataba "sen" diye seslenmek doğru değildir. Şu da unutulmamalıdır ki; saygı gösteren, saygı görür. Türkiye ve onu temsil eden kişiler hakarete ve saygısızlığa uğradığında, elbette tepki gösterilecektir. Ama bu tepki, külhanbeyi edasıyla değil; diplomatik zekânın inceliğiyle olmalıdır.

Erdoğan, neden Gazze konusunda bu kadar duyarlı? Irak'ta öldürülen bir milyonu aşkın kişi Müslüman değil miydi? Daha doğrusu insan değil miydi? Irak'ta camilerde, pazar yerlerinde, düğünlerde, iftar sofralarında sivil, günahsız insanlar bombalanarak öldürülürken neredeydiniz? Bir kurban bayramı öncesi, arife günü, devrik diktatör Saddam, idam edilirken ve de bu görüntüler tv'lerde yayımlandığında nerdeydiniz? 2002'de iktidara geldiniz. Yedi yılda kaç şehit verdik teröre, anımsıyor musunuz? Türk askerinin başına çuval geçirildiğinde niçin öfkelenmediniz? Hocalı'da Azerilerin katledilmesini unuttunuz mu? Ermenistan'la futbol muhabbetlerinin arttığı bu dönemde, spora politika mı bulaştırmak(!) istemiyorsunuz? O zaman neden Gazze? Çünkü Gazze 'de Hamas var. Radikal İslamcı bir örgüt, yani duygusal yakınlık. Bir de 29 Mart'ta mahalli seçimler...

Keşke atasözümüz doğru çıkmasa, öfkeyle kalkan zararla oturmasa...

Türkiye'nin, İsrail'in kuruluşundan itibaren Ortadoğu'da izlediği politika tarafsızlıktır.Ayrıca Ortadoğu bataklığına batmama, bulaşmama siyaseti başarıyla uygulanmıştır.Bir yandan Arap ülkeleri ve Filistin'le dengeli ilişkiler yürütülürken, öte yanda İsrail'le işbirliği ve saygıya dayalı dostluk sürdürülmüştür. Hangi gerekçeyle olursa olsun İsrail'in sivillere karşı şiddeti hoş karşılanamaz, kınanmalıdır; ama diplomatik kurallar çerçevesinde.

İsrail'le PKK terörüne karşı işbirliği önemlidir. Hatta A.Öcalan'ın yakalanma sürecinde İsrail'in yardımları unutulmamalıdır. Arap "dost"larımızın ise PKK konusundaki tutumları da ortadadır. RTE'nin bu davranışından sonra terör örgütünün eylemlerinde bir tırmanma olursa şaşırmayalım. Ayrıca ABD Kongresinde, hemen hemen her yıl gündeme gelen "Ermeni soykırımı yasa tasarısının, Yahudi lobisinin baskıları sonucu yasalaşmadığını herkes bilir. Eğer bu konuda olumsuz bir gelişme yaşanırsa sorumlusu kim olacaktır?

Yılların siyasal deneyimlerinden geçerek oluşturulan ve partizanlıktan uzak tutulan dışişleriyle "monşerler" diyerek dalga geçip küçümsemenin ülkemize bir yararı var mıdır? Yılların birikimini bir kalemde silip atmak devlet (laik cumhuriyet) kurumlarını çökertme planının bir parçası mıdır? "Danışan dağlar aşmış, danışmayan düz yolda şaşmış." atasözünü unutmamak gerek.
Ne yazık ki dış politikamız tamamen Hamas ekseninde yürütülüyor. Ortaasya, Kafkaslar, Balkan politikamız yok. Kardeş Türk cumhuriyetleriylele ilişkilerimiz durağanlaştı. Bu durum, Türkiye'yi uluslararası ilişkilerde yalnızlaştırıyor. Türkiye'nin yalnızlaşması, radikal akımların gelimesine ortam hazırlar. Bu da ülkemizdeki sorunların artmasına yol açar.

İşin ilginç yanı bu davranışın, Atatürk'ün ulusal onuru koruyan duruşuna benzetilmesidir. Bop eş başkanıyım diyerek, emperyalistlere avuç açarak, onların önerdiği ekonomik-siyasal programları uygulayarak, ABD ile gizli anlaşmalar imzalayarak, varını yoğunu özelleştirme adı altında yabancılara satarak... ulusal onur korunmaz. Nasıl korunur? Atatürk'ün yaptığı gibi korunur. Emperyalistleri ve işbirlikçilerini denize dökersiniz, ekonomik değerlerinize sahip çıkarsınız, el âleme el avuç açmazsınız, komşularınızla saygıya, güvene dayalı dostluklar kurarsınız...

Bu işten Türkiye zarar görecek; ancak AKP kazanacak. Ekonomik çöküşün hızlandığı, yolsuzlukların ayyuka çıktığı böyle bir dönemde RTE'nin, gündemi değiştirecek konulara çokça gereksinimi olacak. Yerel seçimlerdeki olası bir başarısızlık AKP'yi hızla çöküşe götürebilir. Bu nedenle halk yardakçısı kahramanlıklar RTE'nin can simidi oluyor. Türkiye zarar görmüş kimin umurunda?

Adil Hacıömeroğlu
03.02.2009

SEÇİMLER YAKLAŞIRKEN

29 Mart yerel seçimleri için yasal süreç başladı. Ülkemizin yaşadığı olağanüstü koşullar, iç ve dış sorunların ağırlığı, toplumsal yozlaşma; yozlaşmanın getirdiği toplumsal çözülme, halktaki umutsuzluk siyasal partilerin sorumluluğunu daha da artırmaktadır. Bu nedenle önümüzdeki yerel seçimler, demokrasimiz ve ulusal egemenliğimiz için çok önemlidir.

Laik, demokratik Cumhuriyet'imiz; bölücülerin, irticacıların ve işbirlikçi liberallerin saldırılarıyla zayıflatılmaktadır. Buna koşut olarak da AB ve ABD'nin akıl almaz dayatmalarıyla köşeye sıkıştırılmaktadır. Ekonomik güçlükler, güvenlik ve yargı zaafiyetleri, kültürel yozlaşma toplumsal umutsuzluğa neden olmaktadır. Devlet kurumlarına bilinçli yapılan saldırılar, devlet otoritesini ortadan kaldırmakta. Toplum gittikçe ahlaki çürüme bataklığına saplanmaktadır. Peki, bizi bu duruma getiren nedenler nelerdir?

12 Eylül 1980 darbesinden sonra ülkemizin tüm siyasal dengeleri alt üst oldu. Özal'la birlikte Türkiye; siyasal görgüsüzlük, talan, rüşvet, arabesk yaşam, türedi zenginler, bu zenginlerin ölçüsüz harcamalarıyla tanıştı. Devlete ve kaynaklarına aç kurtlar gibi saldıran bir güruh, her gün basın yayın organlarında boy gösterdi. Toplumsal büyük ülkülerin yerini, kişisel çıkarlar aldı. Devleti soyup kısa sürede zengin olmak, büyük başarı olarak sunuldu topluma. Magazinel bir yaşamın çekiciliğine sürüklendi insanlar.

İdealist olmak, kitap okumak, sanatla ilgilenmek, bilimsel çalışmalar içinde bulunmak, ince zevk ve derin düşünüş boş işlermiş gibi göseterildi halka. "Büyüyünce ne olacaksın?"sorusuna, ilköğretim çocukları: "siyasetçi,futbolcu,şarkıcı,mafya lideri.."gibi yanıtlar verir oldu. "Neden siyasetçi?"denildiğinde çocuklar: "Beleşten geçineceğim." diyorlar. Çocuklarımızı bu duruma getiren nedir?

Sorumluluk bilmeyen aymaz siyasetçi, böylesine kötü bir imge yarattı belleklerde. Özalizm sağcı-solcu demeden tüm siyaset alanını; ama az, ama çok etkiledi. Son yirmi beş yılda kurulan hemen her hükümet döneminde inanılmaz yolsuzluk olayları oldu. Yerel yönetimlerde ise yolsuzluğa bulaşmayan yönetici parmakla gösterilecek duruma geldi. Yolsuzluk yapıldıkça da halk yoksullaştı, gelir dağılımı daha da adaletsiz duruma geldi. İşte bu yolsuzluk ve yoksulluk bataklığında BOP'un eş başkanıyım diyebilen; laik, demokratik sistemle kavgalı olduğunu saklamayan kişiler iktidar oldu?

Bu olumsuz koşullar altında yerel yönetimler için adaylık süreci başladı. Belediye başkanlıklarına, belediye meclis üyeliklerine inanılmaz ölçüde talep var. Bu görevlere seçilmek için inanılmaz yatırımlar var. Çalışanlar(Aralarında devlet memurları da var.), görevlerinden ayrılıp meclis üyesi olmak için çaba gösteriyor. Hiç kimse şunu sormuyor: "İnsan maaşlı işini bırakır da maaşı ve düzenli geliri olmayan bir görev için niçin uğraşır?

İşsizlerin, yaşamları boyunca asalak yaşamış kişilerin tek umudu meclis üyeliği. Her siyasal partide işi, siyaset olan ve hiçbir işle uğraşmayan profesyonel politikacılar (az ya da çok) var. Bunların tek geçim kaynağı siyaset. Aday olmak isteyenlerin bir bölümü de toplumsal statü peşinde koşan, egosunu tatmin etmek için uğraşan kişilerden oluşuyor. Bu arada işi gücü bozulan bir kısım kişilerin umudu, meclis üyeliğinde. İşinde başarılı, ülkesine hizmet için aday olmak isteyenlerse gölgede kalıyor. Çünkü başarılı, idealist, dürüst insan gururludur, yalvarıp yakarmaz kimseye. Adaylar belirlenirken: adayın projeleri, kültürü, sanat zevki, bilime ilgisi, yeteneği, yaratıcılığı; sanata, doğaya, siyasal olaylara duyarlılığı, bakışı; mensup olduğu siyasal partinin ilkelerine, tüzüğüne, programına, tarihsel misyonuna uygunluğu neredeyse önemsenmiyor. Önemsenense parti yöneticilerine yakınlık! Onun içindir ki aday adayları şu günlerde parti yöneticilerini yakın markaja aldıklarından parti binaları dolup taşıyor. Kişiler dünya görüşlerine tamamen zıt bir partiden aday olabiliyor.

Yolsuzluklar, yanlış uygulamalar sonucunda siyaset mezarlığına gönderilmiş partilerin, şaibeli yöneticilerine adaylık ilgisinin artması da çok ilginç. O partiler, bu meşhur(?) yöneticileri yüzünden siyasal arenadan silindiler. Onların yanlış uygulamaları ülkemizi yolsuzluk ve yoksulluk bataklığına sürükledi. Bu arada "Minareyi çalan kılıfını hazırlıyor." yasal boşluklar iyi değerlendiriliyor. Bazı eski yöneticilerin hakkında yargı kararının olmaması, onların temiz oldukları anlamına gelmez. Halkın vicdanında aklanmak siyasal açıdan önemlidir.

Namuslu, idealist, birikimli insanların adeta cezalandırıldıkları bir süreçten geçiyor Türkiye'miz. Tabi "Görünen köy kılavuz istemiyor." Gelecekteki yerel yöneticilerin neler yapabilecekleri şimdiden belli gibi.

Yolsuzluklar, halkın siyasetçiye güvenini sarsıyor; demokrasimiz yara alıyor. Bunu düzeltecek olan da yine siyaset makamı olmalıdır. Parti yöneticileri ülke çıkarlarını korumada cesur ve özverili davranmalıdır.

Unutmamak gerekir ki; laik Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük düşmanı; yolsuzluk, yoksulluk ve ikiyüzlülüktür. İrtica da, bölücülük de, liboşluk da bu bataklıkta üreyip gelişmektedir. Bu nedenle tüm siyasal partilerimizi ulusal, vicdani sorumluluğa davet ediyorum. "Ben" değil,"biz" diyebilecek bir siyasal anlayışın egemen olmasını diliyorum.

ÇANAKKALE

ÇANAKKALE

Turgut Özakman'ın yazdığı "Diriliş-Çanakkale 1915" adlı romanı okuyorum. Zaman zaman kanım çekiliyor, nutkum tutuluyor. Mustafa Kemal ve arkadaşlarının inanılmaz kahramanlıkları var kitapta. Birçok adsız kahramanın, vatan uğruna canını esirgememesi...Sömürgeci devletlerin,bir ulusu yok etme çabaları...Bu çabaları boşa çıkaran, yürekleri vatan sevgisiyle dolu Mehmetçiklerimiz... Bu kitabı kesinlikle okuyalım, okutalım. Çocuklarımız, gençlerimiz, hatta büyüklerimiz tarihsel gerçeklerimizi, öğrenmeli; bağımsızlığımızın, varlığımızın nasıl kazanıldığını bilmeli.
Çanakkale'den Dumlupınar'a giden acılı ve kahramanlıklarla dolu bir yolun bizi getirdiği en büyük değerse Cumhuriyet'tir. Dünyada emperyalizme ve ortaçağın kör karanlığına karşı savaşılarak kurulan dünyadaki tek cumhuriyet. Yaklaşık yüz yıldır ezilen ve modernleşmek isteyen tüm ezilen ulusların model aldıkları tek yönetim biçimi.
Son yıllarda sömürgeci dış güçlerin ve onların yerli işbirlikçilerinin Cumhuriyet'imizi yıkmak için niçin yarıştıklarını anlamak hiç de güç değil. Dünya uluslarına model olan antiemperyalist bir oluşum ulusal bilinci olmayanları çok rahatsız eder çok.

YOLSUZLUK

Cumhuriyet'imizin en büyük düşmanı yolsuzluk ve yoksulluktur. 1920'li 30'lu yıllardaki sanayileşme, tarımda üretim artışı sağlama, örgün ve yaygın eğitimi geliştirme; bilim, sanat, tarih, dil ... alanlarındaki çalışmalar, ortaçağın en büyük kalıtı olan, adeta ulusumuzun yazgısıymış gibi gösterilen yolsuzluk ve yoksulluk bataklığının yok edilmesi içindir. Çünkü bu bataklıkta; işbirikçiler, bölücüler, irticacılar...çoğalır.
Yolsuzluk, yoksulluk bataklığını kurutalım; bırakalım ulusumuzun güzel insanları, rengarenk çiçeklerle dolu,güneşli cumhuriyet bahçesinde sonsuza dek mutlu yaşasınlar.

AH GÜZEL İSTANBUL

İstanbul,dünya yüzündeki kentlerin en güzelidir. Üstüne bu kadar şiir söylenip şarkı bestelenen, insan yüreğini bir başka çarptıran bir başka kent var mıdır acaba?Doğal, tarihsel, kültürel değer ve güzelliklerin böylasine çokça bulunduğu bir başka yeri düşleyemiyorum bile.
Peki,böylesine güzel bir kente bizler nasıl danranıyoruz? Bu kenti yönetenler,bu değerin farkındalar mı? Bence değil. Dillere destan Boğaziçi'mizde balıklar yerine çöpler yüzüyor. Hele bir lodos esmeye görsün, denizde mavi görmek olası değil.
* * * *
Bazı dereler ıslah edildi, dere yataklarındaki atıklar temizlendi.Fakat maalesef,bir yıl geçmeden bu derelerimizin yanına kötü kokulardan yaklaşılmıyor. Dereleri besleyen kaynaklarda(?) arıtma yapılmadığından büyükşehir belediyesinin trilyonları boşa gidiyor.
* * * *
Hemen her ilçede sokaklar çöpten geçilmiyor. Yiyen içen, yediğinin içtiğinin atıklarını sokağa atıyor. Bunun bir nedeni sokak ve caddelerde yeterince çöp kutusunun olmaması; diğer nedeni ise halkımızın eğitimsizliği. Eğitimsizlik deyip kestirip atamayız. İletişim ve basın-yayın organlarının böylesine geliştiği günümüzde davranış konusunda halkı eğitmek oldukça kolay.
Ayrıca belediye zabıtaları yalnızca esnafla mı ilgilenir?Kenti kirletenlere karşı uyarı görevi yok mudur?
* * * *
Bir de çöplerin gelişigüzel sokak ve caddelerin bir köşesine bırakılması var. Zaman zaman sokak köşelerinde çöpten tepeler oluşuyor. Bu da insanlarımız için tehlikeler ve geçim kapısı oluşturuyor. Görüntü içler acısı... 21. yüzyılın Türkiye görünümü bu olmamalı.
* * * *
Geçen yaz İstanbul'da susuzluk tehlikesi baş gösterdi. Önlemler hep geçici ve günü kurtarmaya yönelik.S orunun esasına kimse eğilmiyor. Yok edilen ormanları yeniden geri kazanmak için çalışmalar yapılmıyor. Kent içinde az da olsa kalan ağaçlar, bir takım kişilerce en küçük fırsatta yok ediliyor. Yöneticilerimiz, işlerinin(?) yoğunluğundan kentle ilgilenemiyorlar.

İstanbul'un fatihi 2.Mehmet: "Yaş kesenin, başını keserim." dememiş miydi? Unutmayalım ki Ankara bozkırındaki bir iğde ağacının kesilmesi karşısında gözyaşlarına engel olamayan bir Mustafa Kemal'imiz var. İyi bilinmelidir ki İstanbul bizlere Tanrı'nın bir armağanıdır.

* * * *
Erguvanların tomurcuklandığı bu günlerde tüm okurlarıma,dostlarıma erguvan güzelliğinde bir bahar diliyorum.

Boğaziçi erguvanla süslenir
Manolyalar sevda ile beslenir
Mimozalar Adalar'a yaslanır
İstanbul'um eşin var mıdır senin

Adil Hacıömeroğlu
18 Mart 2008

KÖŞEYE SIKIŞTIRILMIŞ TÜRKİYE

Irak Savaşıyla ülkemiz büyük bir alt üst oluşun eşiğinde. Yıllar sonra bölgede ülke sınırları tartışılıyor. Ortadoğu’daki birçok Arap ülkesinin sınırları, 1. Dünya Savaşı sonrası batılı büyük devletler tarafından çizilmişti. Yine bugün bu sınırlar büyük devletler tarafından biçimlendirilmeye çalışılıyor.
Halkın gücüyle, ulusal iradeyle çizilmemiş sınırlar, o uluslar tarafından korunamıyor.
Bölgede ulusal iradeyle sınırlarını çizen, emperyalist devletlerin tüm engellemelerine karşın ulusal bağımsızlığını kazanmış ülke, Türkiye’dir. Ayrıca Türkiye; bağımsızlığını laik, demokratik yönetim biçimiyle de taçlandırmıştır. Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’nın model ülkesiyiz. Bu nedenle Türkiye’miz büyük bir kuşatma altındadır. Bizi ayakta tutan değerlerimiz ve ulusal çıkarlarımız saldırı altındadır. Laik devlet yapısı değiştirilmeye çalışılıyor. Atatürkçü değerlere karşı sinsi bir savaş var içerden. Dışardan ise ulusal bütünlüğümüzü parçalamaya yönelik çalışmalar hızla sürüyor. Maalesef her dönemde olduğu gibi ülkemizde de emperyalist işbirlikçiler cüretkâr bir tavır içindeler.
Ermeni ve Kıbrıs sorunu ise başka bir dert. Bu kadar sorun karşısında bizi yönetenler ne yapıyor peki? Herkes gibi izliyorlar olayları; çünkü inisiyatif tamamen başkalarında, dışarıda. Koca bir aslan ordusunu ceylanlar yönetiyor.
Acaba birileri Lozan’ın rövanşını mı almaya çalışıyor?

FENER’İN ŞAMPİYONLUĞU
Fenerbahçe futbol takımı 2004- 2005 sezonu şampiyonu oldu. Şampiyonluğun ezeli rakip Galatasaray yengisiyle olması Fenerliler için başka bir tat.
Derbi maçın bitimiyle birlikte sahada sevinç gösterileri vardı. Her yer sarı-lacivertti. Bir kişi hariç. O da Fener’in ünlü yıldızı Alex’ti. Brezilyalı yıldız, kendi ülkesinin bayrağıyla renk kattı kutlamalara.
Brezilya, farklı etnik kökenlerden gelen rengârenk bir ülke. Futbol ve samba, ulusal birlik için önemli bir payda. Ve gurbetteki oyuncu ulusal simgesiyle seviniyor. Ne kadar güzel!
Parti, dernek kongrelerinde, ulusal günlerde, gösterilerde şanlı Ay yıldızlı bayrağımıza yer vermeyenler izlediler mi acaba Alex’i.
Ders aldılar mı genç bir ülkenin, genç bir futbolcusundan?

BAKIRKÖY’DEN MANZARALAR
Yıllardır Bakırköy’de seyyar satıcılar yoktu ve ilçemiz bu durumuyla çağdaş bir kent görünümündeydi.
Ne yazık ki son aylarda Bakırköy’de seyyar satıcılar artmaya başladı. Sokaklar yavaş yavaş işgal ediliyor. Bir önceki yönetim tarafından başlatılan büfe salgını sürüyor. Cadde, sokak boşluklarına büfe kondurmada bir önceki yönetimle yarışılıyor adeta.
Florya’daki imar rezaletini yaza yaza bıktık. Ne yazık ki kimsenin umurunda değil. Bakırköy’ü kimlerin yönettiği merak konusu…
Bakırköy’ün göbeğindeki kaldırım işgallerini göremeyen ve onları önleyemeyenler Florya’yı mı görecekler?
* * * *
İstanbul’un en kötüsü, trafik. Denizi en çok kent, denize uzaktan bakıyor. Ulaşım alanında hiç mi hiç yararlanılmıyor denizden. Tabi ulaşım alanında denizi fark edemeyen kent; denizin diğer nimetlerini de göremiyor. Çünkü kent imar edilirken adeta insanlarla deniz arasına duvarlar örüldü. Denize kapalı bir kent oluşturuldu.
Deniz kenarında halka açık dinlenme alanları o kadar az ki! Olanlarda cüzdan yakıyor.
Yeşili, maviyi duyumsamayan; betonlar arasında sıkışmış insanların ruhsal durumları nasıl olur ki? Yeşil ve mavi demokrasidir, yaratıcılıktır.
Bir de neden Bakırköy’den Beşiktaş’a, Üsküdar’a, Boğaz’a…. Deniz otobüsleri, vapurlar çalışmaz?
* * * *
İstanbul güzel bir bahar yaşıyor. Erguvanlarla başlayan güzellikler dizisi tüm hızıyla sürüyor. Yakında manolyalar açacak. Yani kentimiz tellenip duvaklanacak.
Erikler meyvelerini taşıyamıyor. İlk fırsatta Adalar’a gidip erikleri tatmak isterim. Ne güzeldir Adalar’da bahar!
Her sabah erkenden yürüyüş yapıyorum. Fırsat buldukça da çeşitli semtlerde (özellikle de Boğaz manzaralı olanlarda) ve İstanbul’un korularında, ormanlarında yürüyerek geziyorum.
Akasyalar, iğdeler, ıhlamurlar…öyle baygın kokuyorlar ki? Yüreklere aşk iksiri. Böyle havalar, böyle doğa, böylesine güzel bahar insanı deli ediyor.


Adil HACIÖMEROĞLU
30 MAYIS 2005
YEŞİL MARMARA DERGİSİ

FARKLILIKLAR AYRILIK NEDENİ OLAMAZ

Son günlerde bayrakla ilgili bir takım provokasyonlar yaşanmakta ülkemizde. Bunun sonucunda da Türk ve Kürt milliyetçilikleri hızla yükselmektedir. Aşırı milliyetçilik insanların birbirinden nefretini körükler. Bir an gelir farklı etnik kökenden gelen ve yüzyıllarca kardeşçe birlikte yaşayan insanlar düşman kamplara bölünür. İşte bir ülkenin bölünmesindeki önemli adım budur.
Farklılıkları yok sayarak birlikte yaşamak olanaksızdır. Farklılıkları ayrılık nedeni olarak görmek de yanlıştır. Farklılıkları, zenginlik olarak kabul etmek en doğrusudur. Türkiye Cumhuriyeti farklı etnik kökenlerin ve inançların ortaklıkları üzerine kurulmuş örnek bir cumhuriyettir. Dünyada, emperyalizme karşı ilk kurtuluş savaşını vermiş insanlarımızın kardeşçe yaşamına gölge düşürmek ve etnik, inançsal farklılıkları siyasete alet etmek en büyük kötülüktür. Bir arada yaşamamızı sağlayan en büyük ilaç demokrasidir. Demokrasi, farklılıklarımıza saygı göstermeyi gerektirir. Demokratik bir ortamda ayrılıkçılık, aşırı milliyetçilik, dinci gericilik boy atamaz. Feodalizmin yok edilmediği, çoğu zamanda siyasetçiler tarafından desteklendiği ülkemizin bazı bölgelerinde anti demokratik ve ülkenin birliğine zarar veren düşünceler, eylemler ortaya çıkmaktadır.
21. yüzyılda; feodal derebeylerle, din tacirleriyle, kendi yurttaşını linç etmek için can atan ırkçılarla, uygarlık savaşı verilebilir mi?
Bayrak hepimizindir; siyaset üstüdür, birliğimizin, bağımsızlığımızın simgesidir. Bayrağa en büyük saygı, onun ait olduğu devletin anayasal kurallarına uymak, ona göre davranmaktır.
Nevruz eylemlerinde bölücü başına gösterilen sempati dehşet vericidir. Bu nedenle herkes sağduyulu davranmak zorundadır.
Şu günlerde bizi bugüne kadar bir arada tutan gelecekte de bir arada tutacak olan Atatürk Milliyetçiliğine daha çok sarılmak zorundayız.
ÇAĞDAŞ YÖNETİCİLER CEVAP VERİR
Geçenlerde Bakırköy’ün merkezinde bir inşaatın yapımı sırasında bir anacaddemiz çöktü. Şükür ki can kaybı olmadı. Konu ile ilgili Bakırköy Belediyesi de Büyükşehir Belediyesi de sorumluluk almadı.
Koca yol çöküyor, şehir allak bullak oluyor ancak hiç kimse bir şey yapmıyor. Her şey yolundaysa neden bunlar oldu?
Şu sorulara yanıt aramaktadır:
1- İnşaatın yapımı ruhsata uygun mudur?
2- Yapım sırasında terk alanlarına müdahale var mıdır?
3- İnşaat firması yapım sırasında gerekli güvenlik önlemlerini almış mıdır?
4- İnşaatın yapımı belediye tarafından denetlenmekte midir? İnşaatın ruhsata uygunluğu belediyece belirlenmiş midir?
5- Ortada bir kaza vardır. Yani kamunun can ve mal güvenliği tehdit edilmiştir. Bu konuda belediyeler adli ve idari soruşturmaya başvurmuş mudur?
6- İnşaatın yapımı ile ilgili her türlü belge ve bilgi tamam mıdır?
Tabi ki bu ve benzeri sorular çağdaş ülkelerin çağdaş kentlerinde akla gelir. Tabi çağdaş yöneticiler de bu sorular üzerinde düşünüp yanır verir, sorumluluktan kaçmaz.


FLORYA’DA GÖSTERMELİK YIKIMLAR
Florya’daki imar talanı büyük bir hızla sürüyor. Belediye uyuyor. Daha önceki yazılarımızda yıkımları göstermelik olmamasını dilemiştik. Ama maalesef göstermelikti her şey. Yoksa Florya bir kayıkçı kavgasıyla mı hızlı bir talana kurban gitti?

BAHAR COŞKU MEVSİMİ
Bahar geldi, her tarafta bir canlılık var. Boğazdaki erguvanları seyretmek ne güzeldir. Arkasından manolyalar açacak. Her taraf bir renk cümbüşü.
En güzel şarkılarımızı sözlerimizi söyleyelim sevdiklerimize.

Adil Hacıömeroğlu
31 Nisan 2005
Yeşil Marmara Dergisi

SEVDA


Sevda durdurulmaz ince bir sezi

Silinmez anısı derinde izi

Geçmişe dönersen tatlı bir mazi

Sevip de savaşana merhaba

 

Yıllar geçse unutamam bu yazı

İçimde onulmaz büyük bir sızı

Yazgı mı ki bu değişmez yazı

Yüreğini satmayana merhaba

 

Bir kuş gibi geldin kondun dalıma

Düşünmeden zehri kattın balıma

Kara çalıp kastettin ki alıma

Gülistanda gül olana merhaba

 

Adil der ki hile katmam özüme

İnananlar değer verir sözüme

Tabansızlar nasıl bakar yüzüme

Özü, sözü bir olana merhaba

                        31 Temmuz 2004

 

 

DERİN ÖZLEM


Dokuz yıldır özleminden eridim

Karlar yağdı yolumuza kürüdüm

Her şeyimdin, peşin sıra yürüdüm

Kanadım kırıldı, yitik sensizim

Gök kubbe altında yalnız, öksüzüm

 

Geceme ışıktın, günüme renktin

Yüreğin kavrulmuş, kendime denktin

Düşüncen berraktı, sözle mihenktin 

Kanadım kırıldı, yitik sensizim

Gök kubbe altında yalnız, öksüzüm

 

Sahrada kalmıştım, suya hasrettim

Hissettim ki ceylan benim kısmetim

Yâre deli olmak benim kısmetim

Kanadım kırıldı, yitik sensizim

Gök kubbe altında yalnız, öksüzüm

 

Adil’im yüreği kanar derinden

Bedenimi böldün orta yerinden

Gözlerim yaş doldu baktım gerinden 

Kanadım kırıldı, yitik sensizim

Gök kubbe altında yalnız, öksüzüm

                        29 Temmuz 2004

 

 

 

 

GECELER BOYU


Seni düşünürüm geceler boyu

Beni anlamaya yetmez her duyu

Benzeri bulunmaz güzeldir huyu

Gün geçtikçe sevdam başımdan aşar

Görenler halime derinden şaşar

 

Sıcaklığın ağustosta bulunmaz

Ufkum geniş yıllar yılı varılmaz

Tadın güzel yaşam boyu doyulmaz

Gün geçtikçe sevdam başımdan aşar

Görenler halime derinden şaşar

 

Menekşemsin, manolyamsın koklarım

Altınımsın, gümüşümsün saklarım

Saat geçmez halin nedir yoklarım

Gün geçtikçe sevdam başımdan aşar

Görenler halime derinden şaşar

 

Adil der ki mutluyum ki sen varsın

Gönül verip bağlandığım tek yarsın

İncecik belini kollarım sarsın

Gün geçtikçe sevdam başımdan aşar

Görenler halime derinden şaşar

                        21 Haziran 2004

 

 

 

BİR BAHAR DAHA SENSİZ

 

Bir bahar geçirdim sensiz gecesi

Bilemedim, neden böyle sevgilim

Bir aşktır ki çözülmez bilmecesi

Anlamadım neden böyle sevgilim

 

Uçacaksak gökler bizi bekliyor

Bir derdim var, binlercesi ekliyor

Diller tutuk, sözcüklerim tekliyor

Neden böyle kavramadım sevgilim

 

Gündüzüm güzeldir, gecem umutlu

Yürekte büyüyen Tanrıca kutlu

Bunca keder yeter olalım mutlu

Bu duruma akıl ermez sevgilim

 

Adil’im dünyaya bir kez gelirim

Sessizlik içinde iyce eririm

Gönlünden geçeni doğru bilirim

Böyle sevda görülür mü sevgilim

2 Haziran 2004


KARAYEL, POYRAZ



Lacivert denizde

Apak köpükleriyle

Dolaşıyordu ak renkli tekneler

Telli duvaklı, nazlı

Ve kırılgan

Ve dumansız, gürültüsüz

 

Teknelere, lacivert sulara

Ve ufka

Ve gökyüzüne baktıkça

Seni düşünürüm mavice

Fırtınalı bir günde

İki çılgın aşık

Kız Kulesi yolunda

 

Esiyordu karayel

Soğuk, ıslak ve canlı

Saçlarındaydı karayel

Savruldu kızıllık

Savruldu yüzüme, anlıma

Kokunu getirdi baygın

Ciğerlerim bayram yeri

 

Deliydi karayel

Biz ondan deli

Soğuktu karayel

Biz sımsıcak, sokulgan

Çıldırıyordu karayel

Çılgındık zaten

Ben, seni karayelle

Poyrazla buldum

Lodosla yitirir miyim?

                            Adil Hacıömeroğlu

                            4 Mayıs 2004

 

DİL YARASI


Yüreğimde yanan çam çırasıdır

Gönlümü almanın tam sırasıdır

Beni kırıp döken dil yarasıdır

Bu fani dünyada kemlik nedendir

Aşığın üzüp de gitmek nedendir

 

Öfkeyi bastırıp usçu bakmalı

Gönül ocağında odlar yakmalı

Yaşam ırmağında sular akmalı

Bu fani dünyada kemlik nedendir

Aşığın üzüp de gitmek nedendir

 

Saplantılar çokça kurtulmak gerek

İnatçı bakışı bırakmak gerek

Sevdiğin kişiyi düşünmek gerek

Bu fani dünyada kemlik nedendir

Aşığın üzüp de gitmek nedendir

 

Adil’im özveri baş tacım oldu

Ağladım, gözlerim yaşlarla doldu

Bir gülüm vardı ki az kalsın soldu

Bu fani dünyada kemlik nedendir

Aşığın üzüp de gitmek nedendir

7 Nisan 2004

NE OLDU BİZE?


Kardelen’im söyle ne oldu bize

Nazara mı geldik bilemedim ben

Bunca yapılanlar bir kıskanç göze

Feda mı edilecek anlamadım ben

 

Düşlerde gibiydik, uçardık yüce

Gündüzler yetmezdi, uzundu gece

Bu destansı aşkı uğursuz güce

        Heba mı edilecek anlamadım ben

Nice zorlukları aştık da geldik

Aşılmaz duvarı kolayca deldik

En sıcak havada bir serin yeldik

Neler yaşıyoruz anlamadım ben

        Adil’im her yanım seni istiyor

        Zaman bir su gibi akıp gidiyor

        En tatlı baharlar bizsiz geçiyor

        Başımdaki nedir anlamadım ben

                        30 Mart 2004