Tüm
orta dereceli okullarda olduğu gibi Köy Enstitülerinde de fen bilgisi dersleri
okutuluyordu. Fen bilgisi dersi; tabiat bilgisi (biyoloji), fizik ve kimyayı
kapsıyordu. Diğer derslerde olduğu gibi fen bilgisinde de eğitim, kuramsal
değil; uygulamalıydı. Yaşama uymayan, yapılan deneylerle kanıtlanmayan bilgi,
bu okullarda değer taşımazdı.
“…Tabiatın
içinde, tarla ve bahçeler arasında açılan bu kurumlarda, biyolojinin derslikte,
karatahta başında okutulması artık gülünç olurdu. Tıpkı bunun gibi, ekilip
biçilen, çadır hayatından başlanarak yeni yapılar kurulan, hayvan beslenen bir
kurumda fizik, kimya, aritmetik ve geometri derslerini bu olaylarla bağlılık
yaratılmadan okutmaya kalkışmak, büsbütün gülünç olurdu… ((İ. Hakkı Tonguç-Canlandırılacak
Köy’den aktaran, Pakize Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri, Türkiye İş Bankası
Kültür Yayınları, IV. Basım, Şubat 2009,
s. 278)” Enstitülerin kurucusu Tonguç, fen bilgisi dersinin karatahta başında
anlatılıp öğretilmeyeceğini vurguluyor burada. Her konunun yaşanan ortamda deneyimlenmesinden
yanadır. Kuramsal bilgi, yaşama uygulandığında bir değer kazanır.
“Tüm
derslerin yöntemini değiştiren enstitü sisteminde, amaç ve ilkeleri ortak olan,
‘tabiat bilgisi, okul sağlık bilgisi, fizik ve kimya’ derslerinin öğretimi de
günlük yaşamın gereksinimlerinden yola çıkılarak yapılıyordu. Konuları kestirme
yoldan öğrenme, onlardan enerji kaynağı ve iş aracı olarak yararlanma yöntemi,
ilgili ilkelerden biriydi. Enstitü yaşamının her alanında bu derslerin
konularını içeren birçok işle bu işlerde kullanılan araçlar ve öğrencilerin
elde etmekte olduğu ürünler vardı. Örneğin, yapı tekniği derslerinde kireç ve
alçı maddelerin yakılmasını öğrenmek zorundayken, öte yandan, yalnızca karatahta
başında formül yazarak ya da kitaptan ezberleyerek, ya da laboratuvar
tüpleriyle oynayarak kimya dersi yapmak çok gerilerde kalırdı. Böylece enstitülerde
kimya öğretiminde ‘kitap ve tebeşir kimyası’nın yerini ‘iş kimyası alıyordu. (İ.
Hakkı Tonguç, Öğretmen Ansiklopedisi ve Pedagoji Sözlüğü, Kimya Öğretimi, s.
258)” Burada anlatıldığı gibi enstitülerin eğitim göreceği yapıları üretmek,
öğretmenlerin ve ustaöğreticilerin öncülüğünde öğrencilerce yapılıyordu.
İş
içinde eğitim yapmanın getirdiği kolaylıkla yapıcılıkta yapılan iş, kimya
bilgisinin uygulama alanına dönüşüyordu. Böylece yaşamın bir parçası olan yapıcılık,
önemli bir eğitim alanı oluyordu öğrenciler için. Bu nedenle deney yapmak için
özel bir laboratuvar kurmaya gerek kalmıyordu.
“Orada
önemli olan, kireci yapıda kullanırken, badana ya da alçı dökümü yaparken bu
bilgileri iş içinde kullanarak, bilimin getirdiği kolaylığı iş içinde öğrenmek
ve yararlanmaktı. İşin ve ürünün niteliğini yükseltmek, zamandan ve güçten
kazanmaktı. Enstitü sistemi kendini öteki eğitim kurumlarından bu özgün yanıyla
fen ve doğa bilimlerinin öğretiminde de çığır açmıştı. Bilgileri ezberlemek
yerine, gerekenleri yaşamdaki işler için kullanmak, öğrenmeyi çok daha iyi
sağladığı gibi, bilgiler işe dönüşerek, iyi ürün almada, araç yapmada, yapı
yapma ve boyamada vb. işlerde kolaylık getiriyordu. Tonguç’un görüşünde asıl
bilgi ve kültür bu kolaylığı kavramak ve ondan yararlanmaktı. (Pakize Türkoğlu,
Tonguç ve Enstitüleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, IV. Basım, Şubat 2009, s. 278)” Köy Enstitülerinde uygulama,
eğitimin temelini oluşturmaktaydı. Yaparak, yaşayarak öğrenmek öğrenciyi üst
düzeyde geliştiriyordu. Bu da öğrencilerde bilinç sıçraması yapıyor ve onlara özgüven
sağlıyordu.
Yapılan
uygulamalarla derslerin birbirleriyle ilgileri ortaya çıkıyordu. Böylece çoğu
zaman bir dersle ilgili uygulama yapılırken başka bir dersle ilgili konu da
öğrenilmiş oluyordu. Eğer dersler, karatahta başında ya da klasik laboratuvarda
yapılsaydı böyle bir olanak sağlanamazdı. Enstitülerde fizik dersini
ilgilendiren “beygir gücü” ve “yerçekimi” konuları, yaptıkları işlerin
içindeydi. Bu kavramları, uygulamaların içinde yaşayarak öğreniyordu öğrenciler.
Aslında bu yolla uygulamadan kurama bir geçiş söz konusuydu. Yani önce yapılıp
öğrenilecek iş yaşama geçiriliyor, sonra da onun kuramı ortaya çıkıyordu.
“Fizik
yasalarını, teknik işleri öğrenmek ve fizik dersinin iş ilkelerine göre yürütülebilmesi
için öğrencilere yaptırılacak ve tanıtılacak teknik işler ve yapılar programda
yer alıyordu: ‘Ev, köprü, pazar yeri, su getirme, kanal açma, taşıt araçları,
ışık, havagazı vb. konuları fizik dersleri içinde yer alır. (Program, s. 89)
Öğrenciye
doğanın sırlarını çözme ve bunlardan yararlanma yollarının öğretilmesi, yurdun
önemli hayvanlarının, bitkilerinin, toprak şekillerinin incelenmesi; insan
beden yapısını ve işleyişini, sağlık kurallarına uyulmasını iyice öğrenmek, ‘tabiat
bilgisi dersi’nin amaçlarıydı (Program, s. 94). Bu konuların Köy Enstitülerinin
yaşamında önemli yeri ve işlevi vardı. Günlük yaşamda böylesine yeri olan
konuların öğrenme ortamının daha zengin olacağı doğaldı. Örneğin, çok çeşitli
sebzelerin, ağaçların, otların, meyvelerin, her çeşit hayvanın bulunduğu her
gün toprakla uğraşılan bu kurumlarda, doğa bilgilerinin öğrenme ortam, gerçek
gereksinmeler, gerçek işlerdi. Bu bilgilerden yararlanma yolları, zararlarını
önleme, çeşitli bakım bilgileri iş içinde öğreniliyordu. (Pakize Türkoğlu, Tonguç
ve Enstitüleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, IV. Basım, Şubat 2009, s. 280-281)”
“Doğanın
sırlarını çözmek” ne güzel bir söz… Köy Enstitülerine köylerinden gelen çocuklar,
doğup büyüdükleri doğanın bilimsel bir bakış açısıyla sırlarını çözüyorlardı.
Doğayı, koruyup ondan daha iyi yararlanmanın yollarını buluyorlar. Bu eğitim
sisteminin Türk bilim tarihine hizmeti, yararı yadsınamaz. Öğrenciler, günlük
yaşamdaki gereksinmelerinin neredeyse hepsini kendileri karşılıyordu.
Bulundukları yere, köprü gerekiyorsa köprü yapıyorlar. Köprü yapmak için birçok
bilim dalına gereksinim var. Fizik ve matematik en önde geliyor. Hesap kitap
yapılmadan bir köprü yapılamaz.
Birçok
öğrenci, yaşadıkları yerlerdeki bitki zararlıları ve hayvan sayrılıklarıyla ilgili
araştırmalar yaptılar. Bu konuda yaptıkları uygulamaları, incelemeleri ve
aldıkları sonuçları kaleme aldılar. Bu araştırmalar ve uygulamalar, Köy
Enstitüleri Dergisi’nde yayımlandı. Eğer enstitüler, eğitim yaşamını
sürdürseydi ülkemizin birçok tarımsal, hayvansal sorununa çözümler bulunurdu. Bu
alanlarda gelişmemiz hızlanırdı.
“Öğrenciyken,
‘Hayvanların Yaşamında Su’ incelemesini yapan Mestan Yapıcı, daha ilerde, değme
veterinerden daha uzman bir zooteknik elemanı olduğunu, Cılavuz Köy Enstitüsü
öğretmenliği sırasında yaptığı çalışmalarla ortaya koyuyor:
‘Hasanoğlan
Yüksek Köy Enstitüsü Hayvan Bakım Bölümü öğrencisiydim. Enstitünün
hayvanlarıyla ilgilenirdik. Koyunların kan işediklerini, öldüklerini
söylediler. Ölen bir koyunun ciğerini alıp Veteriner Fakültesine götürdüm.
İnceleme sonunda hayvanın sıtması olduğu anlaşıldı. Keneden kaynaklanıyordu.
Ağılları keneden temizledim. Hasta hayvanların tedavisini yaptım. Ölüm kesildi…
Cılavuz Köy Enstitüsü’nde bir gün müdür enstitü dostu bir ağanın tayına bakmamı
istedi. Cins bir taydı. Ama her yanı kene. Yediği yemden ve emdiği sütten
yararlanamıyordu… Eldeki olanaklarla bir şeyler yapmak gerekiyordu. Sabunlu su
ile gazyağını belli ölçüde karıştırdım. Filit tulumbası ile tayı ilaçladım. Keneler
büyüyüp büyüyüp düştükçe ağanın gözleri de büyüyordu. Müdür gülüyordu. Bunun
yeterli olmadığını, Hayvanın damının da ilaçlanması gerektiğini söyledim. Müdür
izin verdi, gidip yalnız ağanın değil, bütün köyün ahırlarını ilaçladık.’ (Pakize
Türkoğlu, Tonguç ve Enstitüleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, IV. Basım,
Şubat 2009, s. 282-283)”
Köy
Enstitüsünü bitirenler, hayvan sağlığı ve salgınlar konusunda gittikleri
köylerde yaşayanlara yardımcı oluyorlardı. Tarım ve hayvancılık konusunda
köylülerimize, birçok konuda öncülük yaptılar. Daha verimli bir üretimin nasıl
olacağı konusunda uygulamalarla örnek oldular. Ayrıca enstitüyü bitirenlerin
hepsi iğne yapmayı bilirdi. Yanı sıra ilk yardım, pansuman gibi bazı sağlık
hizmetlerini köylere götürdüler. Böylece kırsal kesimde yaşayan insanlarımızın
bazı sağlık sorunlarının ortadan kalkmasına yardımcı oldular.
Köy
Enstitüsünü bitiren kızların çoğu, ebelik konusunda eğitim görmüşlerdi. Köylere
atandıklarında kadınlara doğum konusunda yardımcı oldular. Bu da ölü doğumları,
doğum sırasında oluşan çocuk sakatlıklarını önledi. Her şeyden önce doğum sırasında
temizliğin önemi köylülerce anlaşıldı.
Kırsal
kalkınmanın öncüsü olabilecek bir eğitim sistemini ortadan kaldırmak, kimlere
yarar sağladı acaba? Köy Enstitülerinin kısa sürede yetiştirdiği öğretmenler, sağlıkçılar,
ziraatçılarla yararlı hizmetleri görüldüğü halde bu okullara niçin kıyıldı?
Atalarımız:
“Ağacın kurdu içindedir.” derler, ne kadare doğru bir söz. Cumhuriyet ağacımızı
ve onun yarattığı Köy Enstitülerini yok eden içimizdeki kurttu ne yazık ki,
bizi içten içe kemirdi.
Adil
Hacıömeroğlu
4
Eylül 2025
Kalemine Efendi Kalan , Adil öğretmenim,
YanıtlaSilKöy Enstitülerinde fen bilgisi dersi, yalnızca kitap sayfalarında anlatılan bilgiler değil; tarlada, atölyede, yaşamın tam içinde yapılan deneyimdi. Bilgi, ellerde şekillenir; teoriden kopuk olana değer verilmezdi. Her deney, bilimin canla, yürekle yaşandığı bir anıydı.
“Doğanın sırlarını çözmek; yalnızca bilgi edinmek değil, evrenle dost olmak, onun sessiz dilini anlamaya çalışmaktır.”Doğa aynı zamanda bir öğretmendir .
“Her açan çiçekte, her akan suda bir bilmece saklıdır; doğanın sırlarını çözmek, o bilmeceye sevdayla yaklaşmaktır.”
Değerli öğretmenim , anlatılarınızla hem öğreniyor hem dinleniyorum .Elinize, emeklerinize sağlık👏👏Kaleminizle, yüreğiniz var olsun.🙏🏻📚🇹🇷🍀🌺