TÜRKİYE, AYDINLARINI YİTİRİYOR


Amerikancı 12 Eylül darbesiyle ülkemizin siyasal, toplumsal, kültürel, sanatsal, düşünsel ve ekonomik sistemi tamamen değiştirildi. Toplumumuzun, devletin Atatürk ve Türk devrimiyle olan bağları koparıldı. Toplumumuzu bir arada tutan değerler, bilinçli olarak değersizleştirildi. Toplumculuğun yerine, bireycilik getirildi. Bu da yurttaşlarımızın duygudaşlığını, gözle görülür bir biçimde yok etti. Kişiler arasındaki dayanışma, yardımlaşma anlayışı örselendi.

ABD, 12 Eylül’le ülkemiz siyasetine ikili sistemi dayattı. Merkez sağ ve solda iki siyasi partiye dayalı bir siyasal anlayış topluma yerleştirilmek için çalışıldı. Siyasal partiler ve seçim yasalarında yapılan değişikliklerle parti üyelerinin etkisi azaltıldı. Partilerde yukarıdan aşağıya oluşturulan bir yapı ortaya çıktı. Tabanın siyasal iradesi yok edildi böylece. Bu durum katılımcı demokrasiyi yok etti.

Türkiye, 16 Nisan 2017’de yapılan halkoylamasıyla başkanlık sistemine geçti. 24 Haziran 2018 günü yapılan seçimde R. Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi. Bu seçimle iktidara gelmek için geçerli oyların yarısından bir fazlasını alma zorunluluğu ortaya çıktı. Böylece 12 Eylül’de ABD’nin dayattığı başkanlık sistemine geçilmiş oldu. Bu da Türk siyasetinin iki merkez parti çevresinde toplanmasına yol açtı. Farklı görüşlerin, sistem dışı düşünenlerin “Küçük partilere destek verirsem oyum boşa gider.” anlayışıyla TBMM’de temsil edilmesi zorlaştı. Demokrasi, yerini iki büyük parti despotizmine bıraktı.

Siyasal sistem, giderek kutuplaştı ülkemizde. Kutuplaşma olunca siyasal sistemimiz; dışardan siyasal telkinler, dayatmalar, müdahalelere açık duruma geldi.

İkili sistemin en kötü yanlarından biri, toplumumuzdaki eleştiri kültürünü, alışkanlığını ve aydın birikimini yok etmesi. İktidar ve ana muhalefette bulunan her iki partinin yandaşı olan gazeteciler türedi birden. Televizyonlarda konuşurken, gazetelerde yazarken parti sözcüsü gibi davranmaktalar. Bu kişilerin amacı gerçeği söylemek değil, ne olursa olsun yandaşı olduğu partiyi savunmak. Bunu yaparken de çoğu kez, gerçeği örtme ve saptırma görevini yapmaktalar ne yazık ki. Kimi zaman bu da yeterli olmuyor, gerçeği saklamak için yalanlar uydurmaktalar. Böylece yalanlar üzerinden bir siyaset biçiminin yaygınlaşmasına önayak oluyorlar.

Her iki partinin yandaşı gazetecilerin en belirgin özelliği karşıtını avazı çıktığı kadar bağırıp susturmak ve karalamak. Karşı tarafın canını ne denli yakarsa o denli yandaş oluyor kendince. Söylediğin sözün gerçek ya da yalan olmasının pek önemi yok!

Gazeteciler çoğu, yandaş da farklı mesleklerden gelen televizyon yorumcularının önemli bir kısmı ne durumda? Adlarının önünde uzun uzun unvanları yazılı birçok kişi, televizyonlarda boy gösteriyor. Bu kişilerin çoğu, çoktan düşünce namuslarını yitirmişler. AKP ya da CHP yandaşı olmak için en sert dili kullanmaktalar. Ne yazık ki bu kişilerin çoğunun konuşmaları olgusal değil, algısal.

Türkiye’nin önemli bir aydın birikimi vardı. Ne yazık ki 12 Eylül 1980'den başlayarak aydın birikimi hiçe sayıldı. Gerçekleri işitmek kimilerinin işine gelmedi. Bazı sözde aydınlar da gerçekleri konuşmak yerine, siyasetçilerin istediklerini söyleme yolunu seçtiler. Bu tavırlarıyla da dünyalıklarını kurmak için çaba göstermekteler.

Aydın, sözünü eğip bükmeden söyleyen kişidir. Gerçeği söylerken onu, vicdan tartısında tartandır. Gerçeği, eğip bükmeden söylersen aydın olursun. Aydın güneşe benzer. Kimi zaman aydınlatıp ısıtır yaşam verir. Kimi zaman da önlemsiz ve doğa dışı davrananları yakar güneş. Aydın da kimi zaman dile getirdiği gerçeklerle bazı kişileri rahatsız eder. Aydın, gerçeği söylerken kendisine karşı söylenecek olumsuz sözleri, yapılacak hoşa gitmeyen davranışları düşünmemeli.

Ne yazık ki iki partiye dayalı, kutuplaştırılmış siyaset düzeni gerçek aydınları yok etmekte. Sakız gibi çiğnendiği ağızların çene yapısına göre biçim alan sözde aydın tiplerinden geçilmiyor. Günümüzün sözde aydını, gerçeğin değil; siyasetçiden alacağı ulufenin peşinde koşmakta.  

“Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” şairimiz Tevfik Fikret: “Hak bellediğin yola yalnız gideceksin.” demişti yıllar önce. Hak bellenen yola yalnız gitmek, us, bilinç, yürek ve özgürlük ister. Bunlar olmayınca hak bellenen yol da olmuyor ne yazık ki.

Gerçek, su gibidir. Akıp gider ve yolunu bulur. Nasıl suyun akışını, güneşin doğuşunu engelleyecek bir güç yoksa gerçeğin aydınlatıcı gücünü yok edecek bir güç de yok!

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  19 Nisan 2025

2 yorum:

  1. Paylaşım yaptım

    YanıtlaSil
  2. Kalemine Efendi Kalan öğretmenim,

    Atatürk ve Türk devrimiyle olan bağların koparıldığını , toplumculuğun yerine bireycilik anlayış arttığını görüyoruz.Bu kutuplaşma, gerçek anlamda aydınların ve eleştirel düşüncenin yok olmasına yol açtı.Sözde aydınların, siyasetçilerin çıkarlarına hizmet eden birer araç haline geldiğini ve bu durumun, gerçek aydın kimliğinin erimesine neden olduğunu anlatan yazınız ,Türkiye’deki entelektüel ortamın ve aydın kimliğinin geldiği noktayı derinlemesine analiz eden bir metin olmuş . Usunuza , emeğinize, yüreğinize sağlık👏👏Var olunuz🙏🏻Fulya Kırımoğlu

    YanıtlaSil