Dün
olduğu gibi bugün de kimi aydınlar, halkı küçümser. Kendi insanına karşı kin,
nefret, aşağılama duygularıyla davranır. Aslında bu, özgüvensizliğinin,
aşağılık kompleksinin dışa yansımasıdır. İçinde yaşadığı halk, ne denli iyi
özelliklere sahip olsa da onları görmezden gelir. Aynı ortamı paylaştığı, aynı kökten
geldiği, aynı kültürle yoğrulduğu yurttaşlarından neredeyse tiksinir bu sözde
aydınlar, niye?
Yukarıdaki
sorunun yanıtını Atatürk veriyor yıllar öncesinden. 6 Mart 1922’de “Büyük
Millet Meclisi Gizli Oturumunda Askeri Vaziyet Hakkında” yaptığı konuşmanın bir
bölümünü anımsatmakta yarar var.
“Efendiler,
bu düşüşün ortaya çıkışı korku ile aciz ile başlamıştır. Türkiye ve Türkiye
halkı ve nasılsa bunların başına geçmiş olan birtakım insanlar galip düşmanlar
karşısında sessizliğe mahkûm imiş gibi Türkiye’yi atıl ve çekingen bir halde
tutuyorlardı. Türkiye’yi kendi kendilerine memleketin ve milletin menfaatları
icaplarını yapmakta soysuzlaşmış ve alçak idiler. Türkiye mütefekkirleri
(düşünürleri-A.H.) adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki,
biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur.
Bizi kayıtsız şartsız canımızı, tarihimizi, mevcudiyetimizi düşman olan ve
düşman olduğuna hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara vermek istiyorlardı. Onlar
bizi idare etsin diyorlardı. Buna da en yakın bir misal olmak üzere İzzet Paşa’yı
hatırlatmak isterim. Malumu âlinizdir ki, Balkan Muharebesi’ni müteakip,
vicdanı, kafası zayıf olanlar bu milletin artık hayat ve kurtuluş
bulamayacağına kani olmak batıl zannında bulunmuş oldular. Bunların başında
İzzet Paşa vardı. İzzet Paşa o zaman dedi ki, biz kendi kendimizi adam ve insan
edemeyiz. Biz kendi kendimizi ıslaha muktedir değiliz. Dolayısıyla kayıtsız
şartsız bir ıslah heyeti getirelim ve onlara mevki verelim ve onun seçtiği
Liman Von Sanders’in riyaseti altında birtakım üşakaı ümetten meydana gelen bir
ıslah heyeti getirmiştir, milletimizin başına. (Atatürk’ün Bütün Eserleri,
Cilt: 12, Kaynak Yayınları, İkinci Basım: Ekim 2005, s. 313)”
Atatürk,
yukarıdaki satırlarda kendi halkına güvenmeyip Avrupalılardan kurtuluş bekleyenlere
“soysuz” ve “alçak” diyor. Günümüzde de bu tür aydınlara, siyasetçilere sıkça
rastlanmakta. Onlar için Emperyalist Avrupa, kayıtsız koşulsuz bir tapınak. Bu
kişiler, Avrupa’nın her yaptığını kutsar. Bu kutsama yüzünden kendi milletinin
içindeki cevheri fark edemez bu kişiler.
“Efendiler,
Türkiye’yi tuttuğu bu hastalıklı yollardan, tükenişe ve yok olmaya sevk eden bu
vadiden kurtarabilmek için bütün âlimlerin keşfedebildikleri bir hakikat
vardır. O da Türkiye’nin düşünen kafalarını yeni bir imanla istila etmek
lazımdı. Yani Türkiye çıkmazında hükümet teorisini değiştirmek lazım idi. Milleti
düştüğü felaket çıkmazından kurtarabilmek için millete benliğini tanıtarak,
haysiyetini tanıtarak hayat ve bağımsızlığını kurtarmak için uğraşmaya
kabiliyetli olduğunu anlatmakta yeni bir maneviyatın gelişmesi lazım geliyordu.
Bu maneviyat ise hükümet teorisinin aslen değiştirilmesi ile mümkün olabilir. İşte
bugün efendiler, milletimiz ve milletimizin hakiki temsilcileri bulunan yüksek heyetiniz,
ilmen tarihi vakalarla benzerliği kurulmak ve sarılmak lazım gelen hakikati
keşfetmiş ve fiilen meydana gelmiş ve ortaya çıkmış bir hale koymuş bulunuyorsunuz
ve emin olalım ki, memleketi ve milleti kurtarmakta bundan başka çare yoktur.
Dolayısıyla bugünkü vaziyetimiz gayet mühim bir yeniliktir. Millet ve devlete
hayat verecek bir yeniliktir. Bu itibarla bütün memleketin canıyla, başıyla
buna sarılması lazımdır. Bütün milletin bu uğurda en son nefesini (vererek-A.H.)
ve en son kanını akıtarak azim ve sebat göstermesi feraizi ayındadır (Allah’ın
emirlerindendir-A.H.). (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 12, Kaynak Yayınları,
İkinci Basım: Ekim 2005, s. 313-314)” Atatürk, kendi halkını aşağılayarak ve
ona güvenmeyerek Avrupa’ya bel bağlayanlara hastalıklı yolda olduklarını
söylemekte. Ne denli haklı değil mi?
Mustafa
Kemal Paşa, sürekli tam bağımsızlıktan söz etmekte konuşmasında. Üstelik ülkemizin
neredeyse yarısı işgal altında. Bu olumsuz koşullarda bile güvendiği tek güç, Türk
milleti. Savaştığı da Avrupalı emperyalistler… Kimileri Atatürk’ün ve onun
yolundan gidenlerin Avrupa’ya tümden karşı olduğunu sanmaktalar. Atatürk’ün ve
bizlerin karşı olduğu sömürgeci, emperyalist Avrupa. Onların devrimci
birikimlerine, bilimsel buluşlarına, sanatsal gelişmelerine düşmanlık duyulur
mu hiç?
Atatürk,
yukarıdaki konuşmasında “hükümet teorisinin aslen değişmesini” söylüyor. Bu
sözle Cumhuriyet’in, halk iktidarının muştusunu vermekte, doğaldır ki anlayana.
Atatürk
devrimci ve milliyetçiydi. Onun devrimciliği, milliyetçiliği halkına olan
güveninden kaynaklanmaktaydı. Çünkü milliyetçilik, milletin çıkarlarını
emperyalizme karşı korumakla yaşama geçer. Devrimcilik de halkla bütünleşerek
olur. Halkın yer almadığı bir devrim olanaklı mı hiç?
Adil
Hacıömeroğlu
13
Nisan 2025
Günümüzde halkın dahil olduğu ne kaldı ki?
YanıtlaSilKendilerinin kapsadığı bir sistem içinde halkın sesine kulak veren yok. Kendi kendilerine karar alıyor ve uyguluyorlar. Halkı, vatanı, geleceği düşünen yok.
İklim anlaşmasına gösterilen tepkiler malum. Uygulanan politikalara, yönetilemeyen ekonomiye, batmış ve daha çok batacak olan bir çok şeye bir kesimin tepkisi malum.
Peki duyuluyor mu sesleri? Önemseniyor mu düşünceleri?
Elbette hayır... 😞😞
Günümüzün siyasi arenada gerek elinde Kur-an, gerek yakasında Atatürk rozetli MANDACI zihniyetin torunlarını bol bol görüyoruz
YanıtlaSilKalemine Efendi Kalan ,Değerli Adil öğretmenim,
YanıtlaSilMilliyetçilik,sadece ulusal kimliği yüceltmek değil, aynı zamanda devletin bağımsızlığını, egemenliğini ve çıkarlarını dış müdahalelere (özellikle emperyalist güçlere) karşı korumadır.Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğindeki Türk milliyetçiliği, emperyalist güçlere karşı verilen Kurtuluş Savaşı’nda bu şekilde ortaya çıkmıştır.Milliyetçilik her zaman bu şekilde olmaz... Bazen de dışa karşı değil, içe dönük ve ayrımcı biçimlerde de uygulanabilir. Bu yüzden milliyetçiliğin tanımı, tarihi bağlama ve ideolojik yaklaşıma göre değişebilir.Halkın katılımı olmadan gerçekleştirilen bir değişimin gerçek anlamda bir devrim olamaz. Devrim, yalnızca siyasi elitlerin ya da belirli grupların değil, geniş halk kitlelerinin aktif desteğiyle ve katılımıyla gerçekleştiğinde anlam kazanır.Usunuza, elinize sağlık👏👏Var olunuz🙏🏻Fulya Kırımoğlu👩