Deniz Baykal’ın bir komplo sonucunda CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılması ve yerine Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçilmesiyle siyasal yaşamımızda yeni bir dönem başladı. Bu yeni dönem, halkımız için de CHP için de önemli bir siyasal kırılma yaratacak. CHP, kuruluşundan beri siyasal kırılmalar yaşadı. Bu kırılmalar, ülkemizin siyasal yapısını çok etkiledi.
Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na seçilmesi, kamuoyunda büyük heyecan, güven ve beklenti yarattı. Yıllardır yolsuzluklarla sarsılan ve yoksullaşan geniş halk kitleleri, dürüst kimliğiyle ortaya çıkan Kılıçdaroğlu’nu bir umut ışığı olarak görmekte. Yozlaşan, ülke sorunlarından uzak, sorun çözemeyen aksine sorun yaratan, halkı dışlayan, yolsuzluklara batmış siyasal anlayışın düzelmesinin bir umudu oldu Kılıçdaroğlu. Bu, çok büyük bir yüktür ve olağanüstü sorumluluk. Ancak kamuoyunun beklentilerinin geçici olacağını düşünenlerdenim. Yeni genel başkanla CHP, kuruluş anlayışından ve Atatürk ilkelerinden biraz daha uzaklaşacağı kanısındayım.
Kılıçdaroğlu ile ilgili olarak kamuoyunda oluşturulan algısal umudun kısa zamanda umutsuzluğa dönüşeceğini düşünmekteyim. Bu algısal umudu oluşturanlar, dış merkezler ve onların güdümündeki basın yayın organları. Deniz Baykal’a yapılan kaset komplosunun arkasındaki güç Fetullahçılar. Dolayısıyla bu işte ABD parmağının olmadığını düşünmek saflık olur.Emperyalizmin ülkemiz için hayırlı düş görmeyeceğini söyleyeyim.
12 Eylül’den sonra Türk siyasetine damgasını vuran Özalizm, yaygın bir yolsuzluk ve soygun düzeninin ülkemizde yerleşmesine yol açtı. Yolsuzluğa batmayan siyasetçi neredeyse mumla aranır oldu. Ne yazık ki siyasetin solu da bu Özalist dalgadan belli ölçülerde etkilendi.
Kemalist olmak, solcu olmak ülkemizde ahlaklı olmanın bir ölçütü kabul edilirdi eskiden. “Solcular rüşvet yemez, haksızlık yapmaz, kamu malına dokunmaz.” Anlayışı, 12 Eylül’den sonra zarar gördü. Sol ahlakın nasıl olduğunu anlamak için yıllar önce okuduğum Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından merhum Mustafa Ekmekçi’nin bir yazısından aklımda kalanları sizlerle paylaşayım: 12 Eylül öncesinde iletişim, bankacılık ve ulaşımda teknolojinin çok gelişmediği dönemde geçiyor olay. Yer, Ankara Şehirlerarası Otobüs Terminali... Bir yurttaşımız, Bursa’ya hareket etmekte olan bir otobüste tanımadığı bir yolcuya, üzerinde adres yazılı ve içinde para olan bir zarf verir. Bu zarfı, adresi yazılı ve Bursa’da üniversite öğrencisi olan oğluna iletmesini rica eder yurttaşımız. Yolcu, tanışmadıklarını bu nedenle de kendisine niçin güvendiğini sorar yurttaşımıza. Öğrencinin babası: “Otobüsteki yolcuları inceledim ve sizin Cumhuriyet Gazetesi okuduğunuzu gördüm. Bundan da anlaşılıyor ki siz Atatürkçü, cumhuriyetçi birisiniz; siz bir öğrenciye gidecek olan harçlığı cebinize atmazsınız. Parayı oğluma, sevinçle ulaştıracağınızdan eminim.” der. Tabi yolcu parayı alıp öğrenciye ulaştırır. Ardından da olayı merhum Ekmekçi’ye bildirir. İşte, halkın sola, solculara bakışını özetleyen çarpıcı bir anı.
İSKİ yolsuzluğu patladığında Turgut Özal’ın gülerek “Solcular bile rüşvet yiyor.” demesi, aslında sol ahlak konusunda önemli bir itiraftı. Özal’ı bu kadar sevindiren şey, solcuların da yeni liberallerden etkilendiği düşüncesiydi. 12 Eylül darbesi toplumsal dokumuza çok zarar vermiştir. Bunlardan belki de en önemlisi, ahlak ölçülerindeki değişimdi. Yıllardır süren yolsuzluk düzeninde, ne yazık ki yolsuzluk yapıp da mahkûm olan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Ülke kaynakları soyulurken her şey kitabını uyduruldu. Ancak yolsuzluk yapanlar, halkın gönlündeki vicdan mahkemesinde hep mahkûm oldular.
CHP’nin topluma dayatılan liberalizmden kendini kurtarması gerek. 12 Eylül’ün Özalcı algılarından etkilenmemeli. CHP, giderek ideolojisini yitirmekte. Atatürk’ten uzaklaştıkça ANAP’a benzemekte. Atatürk’ten kopan CHP örgütleri ve üyeleri büyük çoğunluğu, kişisel çıkarlar peşinde koşmakta ne yazık ki. Yönetimlerinde olan birçok belediye, iş üretmek yerine bol bol söz üretmekte. Süslü sözlerle halkın gözünü boyamaktalar. CHP’nin asıl sorunu liderlik değil, ideolojisizlik. Parti yöneticileri Atatürk’ü örnek almak yerine, serbest piyasacı ve bireysel kurtuluşun peşinde koşan siyasetçilere özenilmekte.
Bir başka önemli sorun da işi gücü olmayan “profesyonel” parti yöneticileri. Ne iş yaptığı belli olmayan ve kazancının kaynağını açıklayamayan birilerinin emeğe saygı gösterdiğini savlayan bir partide yönetici olması uygun mu?
CHP, kendi tarihsel köklerini yok etmeye yönelik dış müdahalelere karşı direnç oluşturmalı. Liderler, dış ülkelerde değil; önce halk tarafından, sonra da partinin kendi tabanında belirlenmeli tıpkı Bülent Ecevit gibi.
Cumhuriyet’in kurucu partisinde bir değişim söz konusu genel başkan değişikliğiyle. Ama bu değişim nereye doğru olacak? Asıl merak edilen bu sorunun yanıtı değil mi?
Adil Hacıömeroğlu
23 Mayıs 2010