İstanbul, yıllardır “taşı, toprağı altın” denerek yağmalandı. Değerli olan ne varsa pazarlanmaya çalışıldı. Bunun için de türlü nedenler, kılıflar, bahaneler üretildi. Her yağmada yağmalayan, kendince “haklı bir isteğin” arkasına sığındı. Ancak olan İstanbul’a oldu. İstanbullu kaybetti. İstanbul’un olağanüstü tarihi, doğası, kültürü kaybetti, kaybetmeyi de sürdürüyor.
16 Nisan’da Ali Sami Yen Stadyumu arsasının ihalesi yapılarak satıldı. İşin mali boyutu ayrı bir konu; ancak bizi ilgilendiren kentte bakış açısındaki çarpıklık. Neymiş efendim TOKİ, bu ihaleden bir milyar lirayı aşkın kâr elde edecekmiş. Bu önemli bir paraymış. O zaman Taksim ve Sultanahmet meydanlarını, sarayları satın, daha çok para eder buralar. Kentli olmanın ruhunu kavrayamamış, her şeyi para ve kazanç olarak gören anlayışın kente bakışı bu. Boş arsa gördüğünde oraya nasıl eder de bir bina kondururumun hesabını yapar kent yağmacısı.
İstanbul meydansız bir kent. Çağdaş anlamda meydan diyebileceğimiz yerlerin sayısı üçü geçmez. Ne yazık ki bu alanlar da düzensizliğe, karmaşaya teslim olmuş. Meydanlarımızda suyu, heykeli, ağacı, çiçeği, tiyatroyu, sinemayı, sergi salonlarını, dinlenme ve sanatsal etkinlik için yerleri bir arada görmek olası değil. On iki milyonu aşkın insanın yaşadığı ve her gün on binlerce kişinin yurtiçi ve yurtdışından gelip gittiği bir kentin çağdaş meydanlara sahip olması gerekir. İnsanlara soluklanabileceği yerler bırakmazsak, onları mutsuz ederiz.
Kent meydanları, yurttaşa özgürlük sunar. Bir nevi demokratikleşmenin sesidir meydanlar. Kentin her kesiminden gelen kişiler; buralarda uzlaşmanın, birlikte bir şeyleri paylaşmanın keyfini yaşar. Sanatsal, kültürel yaratıcılığın sergilendiği yerlerdir meydanlar.
Bağırmanın ve susmanın anlamlandığı, sevilerin taçlandığı, anıların tazelendiği, sevda esintilerinin kasırgalara dönüştüğü yerlerdir kent meydanları. Buralarda güvercinler farklı kanat çırpar, her kuşun kanadından ayrı bir haber gelir bekleyenlere. Seyre dalıp da yudumlayacağınız çay ve kahve ayrı bir tattadır; içimi ayrı bir keyiftir. Meydanda yediğiniz yemeğin, pastanın, simidin lezzeti damakta kalıcıdır. Hele kendinizi kalabalığın büyüsüne kaptırıp da atacağınız bir iki tekin zevkine doyum olmaz.
Yaşamımızda çok önemli olan meydanların kentlerde yeterince bulunmaması acı bir durum. Ekonomik, sosyal alanlarda onulmaz sıkıntılar yaşayan insanımızın, hiç olmazsa kent yaşamındaki yalnızlığını gidermeye katkı yapmalı yönetenlerimiz. Onu daracık, iki yanı beton kalelerle çevrilmiş izbe sokaklara mahkûm etmemeli. Getto yaşamından kurtulmanın, farklı kültürden, yörelerden kişilerle kaynaşmanın yeridir meydanlar.
Gelelim konumuza, Ali Sami Yen arsasının satılmasına. Burayı Tekel’in Likör Fabrikası arsasıyla birlikte düşünüp hesapladığımızda altmış bin metrekare bir yer. Tabi ki parasal değeri çok yüksek. Sultanahmet Meydanı’nın iki, Taksim Meydanı’nın üç katı olan bu yerin kentsel açıdan değerini ise ölçmek, hesaplamak olanaksız. Kentin ortasında böylesi güzel ve geniş alanı imar için satmak, İstanbullulara yapılmış en büyük kötülüktür. Ayrıca bu satışın ülkemiz ekonomisine katkı yaptığını söyleyerek savunmak hatadır. Yıllarca kentleri binalarla doldurmanın kalkınma olduğu yutturmacasıyla halkımız uyutuldu. Ormanlarımız, tarihi eserlerimiz bu anlayışla yağmalandı. Ormanlarımızı gece baltayla biçen, tarihi evleri bir kibritle kül eden anlayış, hep bu gerekçeye sığındı. “Kalkınıyoruz, inşaat sektörü gelişiyor.”
Kent için böylesine önemli bir yerin satışı iptal edilmeli ve burası kente, kentlilere, İstanbul’a kazandırılmalıdır. Burayı, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul’a; kimliğine ve tarihsel özelliklerine uygun bir meydan yapalım. Kültürel zenginliğimize, önemli bir katkı sunalım.
Yaşamda her şeyin para olmadığını, paradan da değerli varlıklarımızın olduğunu, yıllar sonra da olsa, anımsayarak çocuklarımıza önemli bir miras bırakabiliriz.
Devlet eliyle zengin yaratma anlayışını terk ettiğimizde göreceğiz ki ülkemiz daha yaşanabilir olacak. Binlerce yılın ve çok farklı uygarlıkların izini taşıyan İstanbul’dan, Türkiye’den daha değerli ne var ki? TOKİ’nin ve müteahhidin kasasına girecek milyonlarca lira, İstanbulluların mutluluğundan daha mı önemli?
Adil Hacıömeroğlu
23 Nisan 2010
Not: 10 Mayıs 2010 tarihli Kent Yaşam Gazetesi’nde yayımlanmıştır.
Yazılarımı http://adiladalet.blogspot.com adresinden okuyabilirsiniz.
ADİL BEY ELİNİZE SAĞLIK...GERÇEKLERİ AYDINLIĞA ÇIKARIYORSUNUZ...DOĞRULARI YAZIYORSUNUZ YANLIŞLARI GÖSTERİYORSUNUZ...ŞEHİRLERİ ŞEHİR YAPAN İNSANLARDIR...DOĞAYI KORUMAZSAK DOĞADA BİZE GERİ DÖNÜŞÜM YAPMAZ TOPRAK..SU...HAVA..AĞAÇ..GÜNEŞ BUNLAR DENGEDİR...BETONLAŞMA İLE YOK ETMEMELİYİZ BİR AVUÇ TOPRAK GÜNEŞ IŞNLARINDAKİ ZARARLI IŞINLARI ÇEKİYOR BİZE GÖNDERMEMEK ADINA TOPRAĞI BETONLA KAPATTIĞIMIZDAN BU IŞINLAR BİZE YANSIYOR CİLT KANSERLERİNİN BİR NEDENİ ZARARLI IŞINLARDIR...TOPRAK SU AĞAÇ BUNLARI ENGELLER BİZİ KORUR BİLİNÇLİ AKILLI YAPIŞAŞMA OLMAZSA HAYAT YAŞAMI KENDİ ELİMİZLE YOK ETMİŞ OLUYORUZ...
YanıtlaSil$ mayıs 2010 tarihli Vatan gazetesi manşetten: "Bu ormana nasıl kıydın" başlığıyla bir haber yayımladı.
YanıtlaSilHaberin alt başlığı şöyle:
Osman Pepe, Orman Bakanı olduğu sırada Abasra'nın en güzel orman alanını katleden maden işletmesine onay verdi. Şimdi bu maden şirketini Pepe'nin oğulları yönetiyor.
*
Aziz Nesin yıllar önce bir yazı yazmışt. Yazı özetle şöyleydi: Yakında ağaç ve yeşilliği sadece mezarlıklarda ve askeri alanlarda göreceğiz, diyerek tehlikeye dikkat çekmişti.
bu güzel yazı için sizi kutluyorum. Uygarlığın ne anlama geldiğini hala kavrayamamış bir toplumda yaşıyoruz ne yazık ki...
YanıtlaSilMükemmel bir yazı.Ama keşke bu yazının neleri anlatmak istediğini anlayan bir topluma sahip olsaydık.....
YanıtlaSilyazıyı okurken birden gezdiğim ören yerlerinde,antik şehirlerdeki kent meydanları aklıma geldi.geziler sırasın da hep düşünmüşümdür milattan önceki dönemlerde yaşayan bunca uygarlık bu alanları tasarlayıp kullanırken ,bu geniş tiyatroları yaparken ve buralarda oyunlar sergilerken bizler daha uygar olduğunu söyleyen kuşaklar acaba onlardan daha mı bağnaz ve ilkel düşünüyoruz,yoksa içimizdeki ayak bile olamayacak acizliktekileri çeşitli kandırmacalara kanarak baş yaptıkta ondan mı bu ilkelliklerimiz....umarım ilk çağların o ğüzal kültürünü buğünde yaşatabiliriz ve nefes alabiliriz.gökyüzünü göğümü istiyorum ,ormanımı istiyorum...
YanıtlaSilBana kalsa İstanbul Boğaziçi bölgesini tamamen kamulaştırır tüm halka açarım.
YanıtlaSilAyrıca, Boğaziçi'nde yıkım yapılacak bina çok hepsini yıkardım.
Boğaziçi bölgesini tamamen park, alan haline getirirdim.
YAKINDA ASKERLERİDE YERLERİNDEN EDERLER VE SADECE MRZARLIKLARDA GÖRÜRÜZ YEŞİLLİKLERİ!!!!
YanıtlaSil