12
Şubat 2017 Pazar günü Ümraniye’nin bir mahallesindeyim. Kahveye girip selam
vererek bir masaya oturdum. Bir çay söyledim. Gazetemi çıkarıp okumaya
başladım. Yan masada dört kişi sohbetteler. Masadakilerden biri, gazetemdeki
başlığa cevaben “Biz evetçiyiz abi!” diyerek bana laf atıyor. Aslında bu laf
atma değil, benimle söyleşmek istemenin içtenlikli bir iletisi.
Gazetemi
yavaşça indiriyorum masaya doğru. Uzatılan ele sımsıkı sarılıyorum. “Neden
evetçisin?” diye sordum. Sorumu sorarken ayağa kalkıp masalarına yanaştım.
“Oturabilir miyim?” dedim. Dördü birden ayağa kalktı ve hep bir ağızdan “Buyur
abi!” diyerek masada yer açtılar. Hepsiyle tokalaşıp adımı söyledim. Oturdum
masaya. Dördü de çok mutlu… Nereli olduklarını sordum. Üçü Karslı, biri
Erzincanlı. Dördü de asgari ücretle çalışıyor.
Hoşbeşten
sonra ilk sorumu yineledim. “Evetçiyim,” diyerek bana laf atan otuz
yaşlarındaki genç adam, “Ak Parti bizim partimiz.” dedi. “Neden?” diye sordum.
Durdu, düşündü: “Bizimle konuşanlar, ayağımıza gelenler onlar.” dedi ve ekledi:
“Diğer parti liderlerine güvenmiyoruz.”
Karşımdaki
dört güzel insana: “AKP, on beş yıldır iktidarda, iktidarları döneminde bir tek
fabrika açtı mı?” diye sordum. Kars-Sarıkamışlı olan hemen yanıtladı beni: “Ne
fabrikası ağabey, olanları da kapattı. Memleketimizde et kombinası vardı, şimdi
yok!” Erzincanlı olan şeker fabrikalarının Türkiye’de kapatılmasının
zararlarına değindi. Baştan beri dinlemeyi yeğleyen Karslı genç: “Şeker
fabrikası demek, küspe demek, küspe de hayvan…”
Karslı
olan üçüncü genç adam: “Ama köprüler, yollar yapıldı.” diyerek AKP’yi savundu.
Arkadaşları onu hep bir ağızdan yanıtladılar. “Yavuz Selim Köprüsünden geçiş
altmış lira, bizim günlüğümüz elli lira nasıl geçelim oradan?” Bir diğeri,
arkadaşına sordu: “Sen kaç yıldır memlekete gitmedin?” AKP’nin yollarını
savunan: “On yıl var.” dedi ve gözleri buğulandı. Arkadaşı, ona: “Neden?” diye
sordu. Masada sessizlik oldu. Sorunun yanıtını, soruyu soran verdi.
“Parasızlıktan gidemiyoruz. Bende iki çocuk var, bir de hanım… Yol, dünyanın
parası gidiş geliş… Bir de elin boş gidemezsin. Nasıl gidelim ağabey? Aldığımız
asgari ücret…” dedi ve gözlerini uzaklara dikti. O sırada kahvede simitçinin
sesi işitildi. Kalktım, beş simit aldım. Hemen ardından garson çayları
yetiştirdi. Birazcık konu dağıldı, kısa bir mutluluk oldu.
Simit
ve çaylar bitti. İçlerinden biri: “Bizim patron, maaşa yüz lira zam yapacak,
bin dereden su getiriyor. Yılın iki ayı geçti. Patron ‘Dolar artarsa zam
yapamam.’ diyor.” Sözleriyle durumu özetledi.
Bir
diğeri, Tepeüstü’nde bir gecekondunun bodrumunda altı yüz lira kira ile
oturduğunu ve ev rutubetli olduğundan iki çocuğunun sürekli hasta olduğunu, bu
nedenle de güneş gören bir eve taşınmak istediğini; ama bu sefer kiranın bin
liraya yükseldiğini anlattı uzun uzun. “Söyle ağabey, asgari ücretle bin lira
kirayı nasıl vereyim?”
Uzun
uzun ekonomiyi konuştular, ben de dinledim. Ara sıra kısa sorular sordum
onlara. Derken, söz halkoylamasına geldi. Oylarının rengini sordum. “Evet!”
dediler. Ben “Neden?” diye sordum. Onlar: “Hayır verirsek oyumuz
Kılıçdaroğlu’na gider.” diye karşılık verdi. Ben: “Evet verirseniz oyunuz
Erdoğan’a gitmeyeceği gibi, hayır verirseniz de oyunuz Kılıçdaroğlu’na gitmez.
Siz, Türkiye’yi milletin yönetmesinden mi, yoksa bir kişinin yönetmesinden yana
mısınız?” diye sordum. Hepsi “Milletin!” dedi bir ağızdan. “İşte, ‘Hayır’ oyu
verirseniz oyunuz millete gider, Millet de hepimiziz.” diyerek konuyu
aydınlattım. Sonra “Peki, sizin fabrikalarınızı kapatan bir iktidara destek
vermeniz doğru mu?” sorusunu sorarak sözlerimi tamamladım.
Üçü
“Hayır" oyu vereceğini söyledi. Hem de en sevdikleri üstüne yemin ederek.
Karslı gençlerden biri, sessiz kaldı.
Garsonu
çağırdım, onların itirazlarına karşın çay paralarını ödedim. Zaman çok hızlı
geçmişti. Kendilerinden izin istedim. Kalktım masadan. İçtenlikle tokalaşıp
vedalaştık. İçlerinden biri: “Hakkını helal et ağabey!” dedi. “Helal olsun! Siz
de helal edin!” sözleri döküldü dudaklarımdan sevinçle. “Ağabey ne hakkımız olacak
ki, varsa da helal olsun!” diyerek yanıtladılar beni.
Kahveden
isteksiz adımlarla çıktım. Soğuğa karşın yürüdüm biraz. Ellerim cebimde,
kafamda bin bir düşünce… Soğuk bıçak gibi kesmekte yüzümü. Olsun, kessin ne
önemi var? Mutluyum ya…
Adil
Hacıömeroğlu
15
Şubat 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder