9
Haziran 2017 Cuma günü, Atacan eğitimini sürdürdüğü Kadıköy Belediyesi Hasan
Ali Yücel Çocuk Yuvası’ndan karnesini aldı. Böylece Yuva’daki eğitimi bitti.
Gelecek yıl ilkokul birinci sınıfa gidecek.
Atacan
da her çocuk gibi karnesini gururla eve getirdi. “Zayıfım yok! Sınıfımı geçtim!”
diyerek herkese karnesini gösteriyor. Karnesi güzel… Ancak karnesinde,yemek
yeme konusu biraz iyi değil. Bu durumu, ona söyleyince iştahlandı birden. Yemek
ayrımı yapmayacağına, önündeki tabağı bitireceğine söz verdi. Sözünü de
tutuyor. Birkaç gündür yemek yeme konusunda maşallahı var. Bakalım bu durum ne
kadar sürer?
Karne
olur da hediyesi olmaz mı? Olur, tabi ki… Karnesini günde birkaç kez gösteriyor
bize. Biz de ilk kez görmüş gibi inceliyoruz karneyi. İlk gün, “karne hediyemi
isterim.” dedi. “Adil, sen bana kitap al. Ama dinozor kitabı olsun.” dedi. Annesinden
de oyuncak almasını istedi.
11
Haziran Pazar günü öğleden sonra sokağa çıktık. Açık kitapçı arıyoruz. Mahalle arasına,
sıkışmış, üç okulun karşısında yer alan bir kırtasiyeciye girdik umutsuzca.
Çünkü kitap, dükkânda çok az... Birkaç raf… Çocuk kitapları sekiz on tane…
TÜBİTAK yayınlarından “Hayvanlarda Saldırı ve Savunma, İnanılmaz Zırhlar” adlı
kitabı seçti Ata.
Atacan,
dükkân sahibine: “Dinozorları anlatan bir kitap yok mu?” diye sordu. Dükkâncı,
kısa bir düşünmeden sonra rafların altından yeşil renkli bir kitap çıkardı. “Dinozorlar
Hakkında Merak Ettiğin Her Şey” adlı ansiklopedik kitabı, Ata eline alınca
dünyalar onun oldu. Hemen bir kenara ilişti. Kitabı kucağına aldı. Sayfaları
çevirmeye başladı. O sayfaları çeviredururken biz, kitapların parasını ödedik. Atacan’a
gitmemiz gerektiği söyledik. Kitaplar, naylon torbada. Küçücük eli, elimde... Arada
sırada diğer elimdeki kitaplara bakıyor. Bu nedenle de ikide bir onu çiğnememek
için kendimi zor tutuyorum. Dikkatli olmalıyım. Çocuğun ne zaman kitaplara
hamle yapacağı belli olmuyor.
Yürüdük,
Bostancı sahiline indik. Günlük güneşlik bir gün… Sahil, cıvıl cıvıl… Herkes
yazı getirmiş çoktan, Oynayan çocuklar, bisiklete binenler, paten ve kaykayla
kayanlar, yürüyüş yapanlar, koşanlar, uçurtma uçuranlar, çimlerin üzerine sere
serpe uzananlar, ağaç diplerindeki gölgeliklerde keyif çatanlar, basketbol ve
voleybol oynayanlar, çay bahçesinde çayını yudumlayanlar, çayın yanında bir
şeyler atıştıranlar, torunlarını gezdiren büyükler, çocuklarını eğlendiren genç
anneler, çocukların eşyalarını yüklenmiş babalar, seyyar sandalyesinde kitap
okuyanlar, müzik dinleyenler, karın doyurma yarışındaki martılar, fırsatçı
kargalar, telaşlı serçeler, ürkek güvercinler, sokulgan kumrular, masaların çevresini
tutmuş kediler, ramazanı fırsat belleyen dilenciler, yorulmayan seyyar
satıcılar… Her varlık yaşamdan, bir haziran gününden, güneşin aydınlığından,
sosuz bir gökyüzünden kendince pay alma peşinde…
Bostancı
sahili özgürlüğün, yaşama tutunmanın, günü iyi değerlendirmenin yeri... Burada
yaşam var, insan var doğa var. Tüm canlılar barış içinde…
Ayaküstü aşevi ile çayevi karışımı parka girdik. Herkes gölgeliklere
üşüşüp kümelenmiş. Adalar manzaralı ön taraflar bomboş. Oysa ikindi güneşi
yakıcı değil. Bir boş masa bulduk, hemen onu öne koyduk. Sandalyeleri el
birliğiyle taşıdık. Yerimize oturduk. Deniz otobüsleri, vapurlar, küçük
tekneler, kayıklar, şişme botlar, denizde yüzenler, yelkenliler birbirine
karışmış. Adaların eteklerine buharlaşmanın oluşturduğu ince bir tül örtülü. Üçümüzün
de yüzü denize dönük. Marmara, Bostancı ile Adalar arasında sıkışmış bir göl
gibi. Dingin, mavi, anaç…
Marmara’nın maviliğine, gökyüzünün göz kamaştıran parlak
aydınlığına dalmışken Atacan’ın kafası, kollarımın arasında… Adalar’la aramda
bir set olmuş. “Adil, dinozor kitabını ne zaman okuyacağız?.” tümcesi, beni düşümden
uyandırıyor. “Hemen okuyalım!” diye yanıtlıyorum onu. Kitabı, masanın ortasına
koyuyoruz. Eşim bize yiyecek, içecek almak için kalkıyor.
Kitap,
İş Bankası yayınlarından… Baskısı tükenmiş. Bilimsel içerik baskın...
Araştırıcılığı özendirmekte. Düşündürmeyi amaçlıyor. Çok öğretici… Görsel yanı
etkileyici…
Başlıyoruz
okumaya… Hem okuyor hem de resimlerle açıklamalarda bulunuyorum. Epey okudum.
Dilim, damağım kurudu. Soluklanmam gerek. Tam da bu sırada eşim elindeki
tepsiyle geldi. Öğrendiklerimizi, Atacan’la tartışıyoruz. Sorularıyla aman
vermiyor bana. Ne yalan söyleyeyim, küçücük çocuk sayesinde dinozorlar
konusunda epey bilgileniyorum. Kitap bana mı, Atacan’a mı alındı, tartışılır...
Onun kadar ben de öğreniyorum. Yavaş ilerliyoruz; çünkü her sayfanın sonunda
uzun uzun konuşmaktayız. Yüz altmış sayfalık kitabın neredeyse dörtte birini
bitirdik. Kitap okumayı evde sürdürme kararı alıyoruz.
Atacan,
birazcık oyun oynamak için izin istiyor bizden. Masadan kalkıyor. Oyunu dinozorlar
üstüne. Gün geceye kavuşmak üzere. Güneş, İstanbul’un üstünde kızıl saçlı bir
kadının kocaman başı gibi durmakta. Kadının kızıl saçları, Marmara’nın
mavisini kızıla döndürdü. Kızıllık,
başın bulundurduğu yerde koyulaşmakta. Saçlar uzadıkça genişleyip renk
açılmakta. Gözlerim kızıl saçlı kadında. Saçlarını okşamak için elimi
uzatıyorum, boşuna... Kızıllık, uzakta… Çok uzakta… ben kızıl ipeksi saçları
okşama aşkıyla yanıp tutuşurken kızıl saçlı kadın perdeyi indirip biçimsiz
yapıların arasında yitiyor. Yerini alacakaranlığa bırakıyor. Sokak lambaları
günü değiştiriyor. Yıldızlı bir gecede, bir tek yıldız görünmüyor. Uçakların
gürültüsü, dilek fenerlerinin cılız ışıkları geceye karışıyor.
Geç
kaldığımızı düşünüyoruz. Atacan’ın uyku zamanı geldi sayılır. Eşyalarımızı
topladık. Yavaşça kalktık masadan. Biz kalkarken masanın yeni sahipleri çöktü
sandalyelere. Geri geri giden adımlarla eve vardık. Yol üstündeki fırından yumurtalı
ramazan pidemizi almıştık. Bir şeyler
atıştıralım, dedik. Atıştırmak ne mümkün?
Her lokmada dinozor kitabı tabağımın üstünde…
Derken…
Atacan’ın gözleri, günün yorgunluğuna teslim oluyor. Hemen yatağına taşıyoruz onu.
Oh, dinozorlardan kurtuldum!
Atacan
uyuduktan sonra ona karne hediyesi olarak aldığımız iki kitaba uzun süre göz
atıyorum. Demek ki dinozorlardan kurtuluş yok!
Ben
de yorulduğumu duyumsuyorum. Göz kapaklarım ağırlaşıyor. Koltukta
uyuyakalıyorum. Balkon kapısı açık… Dışarıdaki bağrışmalar, geceyi yırtıyor.
Ben, uyanıyorum. Uyuşuk uyuşuk yatağıma yollanıyorum. Güzel bir günün verdiği
mutlulukla uykuya dalıyorum.
Adil
Hacıömeroğlu
11
Haziran 2017
SABRİYE SOY atacanın karne gününü çocuklara kitap sevgisinin nasıl aşılanacağını bir ilkbahar günününde neler yaşandığını öyle güzel anlatmışsınızki insanın içinde bulunduğumuz kötü günleri unutturarak yaşama şevki uyandırıyor
YanıtlaSil