AKP-MHP
ittifakı, 24 Haziran 2018’de baskın seçim kararı aldı. Bu seçim yalnızca
yapılacağı tarih nedeniyle değil; hukuku olmadığı için bir baskın seçimdir.
Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in söylediği gibi de bir “darbe”dir.
16 Nisan 2017’de cumhurbaşkanlığı için anayasa değişikliği yapıldı. Bu
değişiklikle başbakanlık kalktı ve cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi geldi.
Artık önümüzdeki seçimden sonra yürütmenin tüm yetkileri, cumhurbaşkanının
elinde olacak. Öyle ki bakanlar, TBMM dışından atanacak. Bakanlar kurulu bütçe
yapacak Meclis’i devre dışı bırakarak.
Anayasa
değişikliği yapıldı yapılmasına da değişen sistemin yasaları yok! 16 Nisan’ı
izleyen altı ay içinde “uyum yasaları” çıkarılması gerekirken ne yazık ki bu
konuda bugüne dek bir çalışma yapılmamış. Oysa aradan bir yıl geçti. Anayasaya
uygun bir çalışma içine girilmedi. “Uyum yasaları” kamuoyuyla TBMM içindeki ve
dışındaki muhalefetle tartışılmadı. Toplumun farklı kesimlerinin düşüncelerine
başvurulmadı. Ne zaman ki “baskın seçim” kararı alındı, iktidar partisi “uyum
yasaları” için harekete geçti. Baskın seçimin, aceleye getirilmiş baskın yasal
zemini hazırlanmakta.
24
Haziran’da hem cumhurbaşkanlığı hem de milletvekilliği seçimi yapılacak.
Milletvekilliği adaylarının belirlenmesi için partilerin önseçim yapması
neredeyse olanaksız. Çünkü süre önseçim yapılamasına olanak vermiyor.
Propaganda süresi kısıtlı. Medyanın neredeyse yüzde doksanını elinin altında
tutan AKP, böyle kısıtlı sürede en avantajlı parti. Çünkü neredeyse bütün
televizyon kanallarında sabahtan akşama dek AKP yöneticileri görünecek. Toplum,
gerçek dışı bir propagandaya tutsak edilecek.
TBMM
dışındaki partilerin cumhurbaşkanı adaylarını nasıl belirleyeceği büyük
belirsizlik. Oysa seçimler, eşitler arasında birincinin seçileceği yarışlardır.
Seçimlerin dürüst, demokratik olabilmesi için her partinin eşit koşullarda
yarışması gerekir. Uyum yasaları henüz hazırlanmamış olmasına karşın
cumhurbaşkanlığı adayları eşitsizlik içinde bir yarıştalar. TBMM’de grubu
bulunan dört parti (AKP, CHP, MHP ve HDP) grupları yirmi vekilin imzasıyla
partilerinin adaylarını gösterebiliyorlar. Oysa TBMM dışındaki partiler, aday
göstermek için düz duvara tırmandırılmaktalar. Amerikancı sistem, demek istiyor
ki: “TBMM’deki dört partiyle yola devam ederiz. Seçim meçim hikâye… Önemli olan
demokrasicilik oynamak…” Bundan da anlaşılacağı üzere daha seçim yapılmadan
seçimin galipleriyle mağlupları açıklanmış durumda.
Peki,
demokratik bir seçim nasıl olur? Öncelikle cumhurbaşkanlığı sistemi değiştiği
için, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi geldiği için seçime katılma hakkı elde
eden tüm partilerin aday gösterme hakkı yasal olarak olmalıdır. Çünkü seçime
katılma hakkı elde eden her partinin kendi adayını cumhurbaşkanı seçtirme,
ardından hükümet kurma hakkı olmalıdır. Bu hakkın, hangi nedenlerle olursa
olsun partilerin elinden alınması siyasal gasptır. Seçimlerin hakkaniyetle
yapılmasını engeller. İktidar partisi cumhurbaşkanı adayı gösteriyorsa, aynı
demokratik hakka TBMM dışındaki bir parti de sahip olmalıdır. Partilerin
cumhurbaşkanı adayı göstermelerini engellemek milli iradenin ülkeyi
yönetmesinin engellenmesidir. Böyle bir durum, ne anayasaya ne demokratik
eğilimlere ne de vicdani kararlara uyar. Partilerin aday gösterme hakkının yok
edilmesi, milli iradeye vurulan bir darbedir.
Seçilme
katılma hakkı elde etmiş partilerin cumhurbaşkanı adaylarını özgürce ilan
etmelerinin dışında hiçbir yasal düzenleme demokratik olmaz, hakkaniyet
ilkelerine ters düşer, eşit seçimin yapılmasını engeller. TBMM dışındaki
partilere, cumhurbaşkanı adayı göstermek için yüz bin imza koşulu konması
seçimlerin eşitliği ilkesinin yok edilmesidir. Bu imzalar; bizzat seçim
kurullarına dilekçe verilerek mi, edevlet üzerinden başvurularak mı, yoksa yurttaşların
kimlik kartlarıyla ilçe seçim kurullarına başvurması biçiminde olacağı düşünülmekte.
Bu, yanlıştır; demokratik değildir.
Seçimin
eşit koşullarda olmamasının ikinci nedeni de hazine yardımlarıdır. TBMM’deki
partiler bir önceki genel seçimde aldıkları oy oranlarına göre hazine yardımı
almaktalar. TBMM dışındakilere ise bir kör kuruş yok! Şimdiden, daha seçim
yapılmadan partilerin oy oranları da üç aşağı beş yukarı siyasal iktidarca
belirlenmekte. Hazine yardımı miktarı, partilerin oy oranlarının da göstergesi.
Partilerin
seçim bütçeleri yalnızca hazine yardımlarıyla ibaret değil. Partilerin merkezi
ve yerel yönetimlerdeki gücü oranında ekonomik olanakları var. Bu olanaklar,
eğer bağışsa kayıt altında olmalı ve denetimi yapılmalıdır. Kayıt dışı seçim
bütçeleriyle demokratik bir yönetimin oluşması olanaksızdır. Devletten ya da
belediyelerden ihale almak, elindeki arsaya imar değişikliği yaptırmak
isteyenler, devlet arazilerine göz diken uyanıklar seçim öncesi kesenin ağzını
açıp yönetime gelme olasılığı olan partilere maddi yardımlar yapmaktalar. Tabi,
bu yardımların karşılığı seçim sonrası ödenmekte devlet olanaklarıyla. Devlet
soygunculuğu seçimlerle başlıyor. Bu konu, ivedilikle çözümlenmeli. Çünkü
parasının kaynağı belli olamayan bir seçimin demokratik olmayacağı çok açık.
Son
söz olarak şunu söyleyelim. Seçime katılma hakkı elde eden partiler,
cumhurbaşkanı adayı gösteremeyecekse niye varlar, seçime neden katılıyorlar?
Hükümet olma hakları ellerinden alınan partilerin demokratik yaşama ne gibi bir
katkıları olur ki? Bari partileri kapatın, rahatlayın! Böylece kendiniz çalıp
kendiniz oynarsınız.
Adil
Hacıömeroğlu
21
Nisan 2018
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder