Birkaç
yıl önce telefonum çaldı. Açtım telefonumu konuşmak için. Karşımda heyecanlı
bir ses, Türkçesi bozuk…
“Beyefendi,
ödül kazandınız, kutlarım.” dedi.
“Ne
yaptım da ödül kazandım.” diye yanıtladım onu.
“Çekiliş
yaptık abi (Az önce “beyefendi” demişti. Şimdi biraz daha yakınlaştık sanırım
resmiyet gitti, “abi” olduk.).
Karşımdaki
kişinin sıradan bir dolandırıcı olduğunu anladığımdan sözü uzatmak istemedim.
“Sağolun,
kazandığım armağanı gönderin o zaman.”
“Şirket
merkezimizden almanız gerekir ödülünüzü.”
“İyi
günler…” dileyip kapattım telefonu.
İnsanları
kandırarak onların emeğine kısa yoldan el koyup varsıllaşmak nasıl bir anlayış.
“Emeksiz yemek olmaz.” Diyen bir toplum nasıl bu duruma geldi?
Amerikancı
12 Eylül darbesiyle ekonominin dümenine Özal geçti. Katıksız bir liberaldi. En
büyük övüncü, ABD’yi iyi bilmesi ve orada dostlarının olmasıydı. Toplumsal
değerlerimizi aşındırmak ve toplumu paraya tapındırmak için elinden geleni
yaptı.
İlk
önce getir (faiz) girdi ülkemizin gündemine. Günlük, haftalık, aylık getiriler
vardı. Her gün paranıza göre getirileriniz artmaktaydı. Bankalar yetmedi bu iş
için. Devreye bankerler girdi. Emekli ikramiyesini alanlar; ev, dükkân ve
tarlalarını satanlar bankerlere koştu kısa yoldan köşeyi dönmek için. Konu
komşudan, hısım akrabadan borç alıp
bankerlere koşanlar vardı. Neredeyse kentlerin her yanında bankerler
bulunmaktaydı. Gazetelerde ve televizyonda banker reklamlarından geçilmiyordu.
Kısa sürede bankerler iflas etmeye başladı. Paraları toplayan bankerler, kaçıp
saklanmaya başladılar. Ardından birkaç banka da iflas bayrağını çekti. Bu
bankerlerin en ilginci ve simgesi, bu işe on yedi yaşında başlayan Banker
Yalçın’dı. Çocuk yaştaki biri, emeksiz varsıllaşmak isteyen koca koca adamları
kandırmıştı. Ders alınması gereken buydu. Ancak…
Getiri
düzeni iflas edince Özal, devreye döviz ve borsayı soktu. Okumuş yazmış temiz
aile çocukları para kazanmadaki yeteneklerini göstermek için çevrelerine,
borsaya daldılar. Hisse senetleri alıp satmaya başladılar. Döviz büroları
önlerinde anlık izlemeler yaptılar dövizin iniş, çıkışlarını. Bir süre sonra
döviz ve borsa bu parıltılı gençlerin, işbilir(!) aile babalarının, uyanık ev
hanımlarının birikimlerini su gibi içip bitirdi.
Paralar
bitmesine bitti de insanların içlerindeki kısa yoldan varsıllaşma hevesi
bitmedi. Tersine giderek arttı. Giderek teknolojinin tutsağı olmaya başladı
toplum. Sanal ortamın çekiciliği, insanları bağımlı kılmaya başladı. Herkes
sanal ortamda kendisini büyük bir kahraman olarak görmeye başladı.
Yıllar
önce dizüstü bilgisayarların yaygınlaşmasıyla çalıştığım dersanede neredeyse
her öğretmenin çantasında, elinde bulunmaktaydı bu büyüleyici alet. Bilgisayar
öncesi dönemde içten söyleşilerin yapıldığı öğretmen odası sessizliğe gömüldü.
Odaya girip çıkanlarla bile ilgilenmez oldu arkadaşlar.
Bir
gün bir öğretmen arkadaşımla ders çıkışı söyleşiyorduk. Birden saatine bakıp
“Geç kaldım.” dedi. Ben de “Nereye?” diye sordum. “Bahçeyi sulamam gerek.”
diyerek yanıtladı sorumu.
Arkadaşımın
evine girip çıkmışlığım var. Ancak evlerinin doğru düzgün bahçesi yoktu. “Evi
mi değiştirdiniz, sizin orada bahçe falan görmedim de…”
Ciddileşerek
“Evet yok!” dedi. Sonrasında açıkladı. Bilgisayarda bir sitede bir çiftlik
oyunu varmış. Çiftlikte her şey bulunuyormuş: meyve ve sebze bahçeleri,
tarlalar, koyunlar, keçiler, inekler, tavuklar… Anlaşılacağı üzere bir
çiftlikte ne varsa her şey var orada. O sanal çiftlikte bitkileri sulayıp
büyütüyor, hayvanları besliyorlar. Eğer her şeyi düzenli yaparsanız puanlar
kazanıyorsunuz. Özellikle de toplumun okumuş yazmış kesimi, sanal ortamın bu
çekiciliğini kendi içlerinde gerçeğe dönüştürmekteydiler. Birçok dost
söyleşilerine sanal ortamdaki bu oyunlar egemen olmuştu.
2016
yılında bir Tosuncuk çıktı ortaya. Yüzüne bakıp düşündüklerimi buraya
yazmayacağım, çünkü ayıp olur, yakışık almaz. Çiftlikbank adında bir işletme
kurdu. İşletme, sanal ortamda var. Parana göre hayvan, ekin, büyük ve küçükbaş
hayvanlar, tavuklar satın alıyorsunuz oradan. Akşam bilgisayardan izliyorsunuz
çiftliğinizi. Hatta çiftliğinizde üretilen tarım ürünleri şirkete ait
dükkânlarda satışta. Paralar toplanınca her şeyin bir aldatmaca olduğu ortaya
çıktı. Tosuncuk paraları alıp deniz aşırı bir ülkeye kaçtı. Şimdilerde paraları
afiyetle yemekte. Bu olaydan ne kadar ders alındığını bilemem.
Son
yıllarda sanal paralar çıktı. Adına da koyin (coin) demişler. Sanal ortam
kahramanları, para kazanma ustaları(!), devlet denetiminden kaçmak isteyen
uyanıklar koşturdular koyin almaya. Aldılar da…
Çok
geçmeden ülkemizdeki koyinlerden birinin sahibi, paraları toparlayıp kaçtı.
Genç bir adam… Sakalı, bıyığı yeni terlemiş gibi. Lise ikiden terk… 391 bin
kişi satın almış sanal paradan. İşlemlerin neredeyse tamamı internet üzerinden
yapılmış. Aralarında fabrikatörler, yüksek lisans ve doktora yapmış üniversite
mezunları, esnaflar, emlak sahipleri kaptırmışlar paraları bu uyanığa.
Aralarında kimler yok ki? Para kaptıranların arasından bir iktisat profesörü
çıkarsa şaşırmam.
Birkaç
çarpıcı olayla toplumumuzda yaygınlaşan teknolojik dolandırıcılığı anlatmaya
çalıştık. Sanal ortam tutsaklığının yarattığı öngörüsüzlüğü görmekteyiz
üzülerek. Bir toplumun değer yargılarını yok edip liberalizmin acımasız
kucağına terk edersen insanlara olacaklar bunlar. Siyaset de ekonomi de toplumsal
ilişkilerde sanal ortam üzerinden yürümekte. Sanal ortamdaki görünmez zırhının
arkasında her şeyi bildiğini sanan okumuş, yazmış insanlar kolayca düşmekteler
sanal ortam tuzaklarına.
Üstünde
dünya tarihinin en büyük kahramanı ve devrimcisi Atatürk’ün fotoğrafları
bulunan Türk lirası yerine emperyalizmin sömürü aracı olan yabancı paralara
neden yapışır yurttaşlarımız? Emeksiz bir kazanımın aracı olan banka
getirilerine niye bel bağlanır? Borsada yılların emeği niçin harcanır? Hele ne
olduğu belli olmayan sanal paralara…
Artık
sanal ortamın düş dünyasından uzaklaşıp gerçek yaşama dönmenin zamanı gelmedi
mi?
Adil
Hacıömeroğlu
25
Nisan 2021
Ülkemiz vatandaşlarının olumsuz eğilimlerini öyle güzel anlattınız ki ayakta alkışlıyorum sizi. Bu güzel vatana, 1980 sonrası kara bir bulut gibi çöktüler. “Benim memurum işini bilir” “Anayasa bir kez delinmekle bir şey olmaz” la başlamıştı herşey ve böyle başlamıştı bizim de çöküşümüz. Son dönemde yaratılanlarla güven kaybı yaşıyoruz. Kimse kimseye, hiç bir kuruma güvenmez durumda. Ancak, dolandırıcılara güvenir oldu çoğu kişi.
YanıtlaSilBirkaç yıl önce sosyal medya hesabım çalınmıştı. Tesadüf bu ya hemen haberim oldu ve rehberimde telefonu olan her arkadaşıma tek tek mesaj gönderdim. “Ben değilim, inanmayın.”
Dolandırıcı “yarışmadayım, çekiliş var seni düşündüm” diyerek hediyeyi alabileceğini söylüyormuş. Peki ne mi oldu?
Bir arkadaşım bankanın uyarısına rağmen 5.000 tl. dolandırıldı ve beni suçladı “Sana güvenmiştim” dedi. Mesajımı görmedin mi deyince “Okudum ama” cevabını verdi. Ertesi gün de telefon ederek özür diledi. Bir diğerini de son anda eşi uyarmış, mesajı görüp. Savcılığa müracaat ettim, dolandırılan arkadaşa da söyledim. Savcı sormuş “nasıl inandın? Cevap vermiş “O aileye güvenmeyeceğim de kime güveneceğim”☺️
Asıl cevap şu olmalıydı “Savcım, vadedilen Apple telefon hediyeye tamah ettim”
Saygı ve sevgiyle hoşta kalın...
Şükran Balekoğlu Yamak