İnsanoğlu,
yaşamda kalmak için beslenmek zorunda. Evrimleşen insan, üç öğün yemek yemeyi
alışkanlık ve bir beslenme düzeni durumuna getirdi. İnsanoğlunun sosyal bir
varlık olması bu üç öğün yemeği, aile üyeleriyle yemeyi gerektirmekte, hatta
zorunlu kılmakta. Bu nedenle yemek yeme insanın sosyalleşmesi açısından
önemlidir.
İnsanlar
yemek yerken hem beslenme hem de sosyalleşme gereksinmesini yerine getirirken
hem de aile içi dayanışma, yardımlaşma, paylaşma duygularını pekiştirirler. Bu
nedenle dünyanın neresinde olursa olsun aile üyelerinin birlikte sofraya
oturması önemsenip değerli bulunur.
İnsanlar,
çoğu zaman yemeklerini aile dışında kalan dost, arkadaş, komşu ve tanımadığı
kişilerle de paylaşır. Farklı kişilerle yemek yemek, insanlara doyulmaz bir
mutluluk verir. Doğaldır ki bu da bir sosyalleşmedir. Her sosyal ilişkide
olduğu gibi sofralarda kurulup pekiştirilen sosyal ilişkiler de kişi mutlu
kılar.
Kişinin
bir lokmasını başkalarıyla paylaşmak istemesi, insanca bir davranış. Kendisi
var olurken başkalarını da var etmeye çalışmak… Ne güzel duygu bu. Bu duygu,
bencilliği yok ederken toplumsal düşünüp davranmayı yerine koymakta.
“Tanrı
misafir”leri gelirdi zamanlı zamansız sofralara. Bu “tanrı misafir”lerinin
çoğunu ev sahipleri tanımazdı bile. Aile bireyleri ile otururlardı sofraya
tanıdık biri gibi. Allah ne verdiyse birlikte kaşık çalınırdı sahanlara, ekmek
eşitçe bölünürdü.
Sofraya
oturmadan önce hangi yemeğin olduğu sorulmazdı. Zaten bu, kimsenin de umurunda
olmazdı. Çünkü Allah ne verdiyse o olurdu sofrada. Bir öğünü kurtarmanın
mutluluğu yaşanırdı sıcak çatılar altında. Yokluk, yoksunluk, yoksulluk
zamanıydı. Herkes, bir lokmanın değerini bilirdi. Tabaklarda bir bulgur tanesi
bile tabakta bırakılmazdı. Çöpe dökülen yemek, ekmek günahın en büyüğüydü. Ayrıca yaşamımıza Cumhuriyet değerleri
egemendi. Buna göre savurganlık yapmak, çok ayıptı. Tutumlu olmak, her
yurttaşın göreviydi.
Şimdilerde
öyle mi? Annelerin çoğu çalışmakta. İş dönüşü eve gelip iki arada bir derede
yemek pişirmekteler. Çocuklarını yemeğe çağırdıklarında bir soru: “Yemekte ne
var?” Anneler, babalar kızgınlıkla “Yemeeek…” diye yanıtlamaktalar bu soruyu.
Çocukların
çoğu, yemeği görünce “Ben, bunu yemem; şu olsaydı belki yerdim.” diye
mırıldanarak uzaklaşmaktalar yemek masasından. Bazıları ise birkaç lokma alıp
tabaklarını öylece bırakmaktalar masaya. Yemeğin çöpe gitmesi umurlarında bile
değil. Yapılan masraf, harcanan emek… Hele annelerinin verdikleri emek… İnsan
emeğine bu denli saygısızlığın nedeni ne?
Sokaklardaki
çöp kutuları neredeyse silme yemek artıklarıyla dolu. Yemek savurganlığında
dünyada ön sıralardayız. Bu yemek artıklarını gören insanın yüreği parçalanır.
Ama ne fayda?
Çocuklarımıza
bir lokmanın değerini ne yazık ki öğretemedik. Bir iş için harcanan emeğin ne
denli önemli olduğunu anlatamadık. Savurganlığın yıkıcılığını, tutumluluğun
bereketini yüreklerine yerleştiremedik. “Allah ne verdiyse yiyelim.” yaşam
ilkesinden “Yemekte ne var?” sorusunun sorulduğu bir dönemdeyiz.
Doğanın
bizlere cömertçe sunduğu yiyecekleri söyleşerek ve savurganlık yapmadan
tüketeceğimiz güzel günlerin özlemini içimizde yeşertmekten başka ne yapabilir
ki…
Adil
Hacıömeroğlu
18
Nisan 2021
Yine önemli bir konuyu ele almışsınız. “Tanrı misafiri” nden bu günlere.
YanıtlaSilYıllar önce şehrin tepelerinden gelen bir sütçümüz vardı. Bir oğlu liseyi şehirde okurdu. Kar yağışının yoğun olduğu zamanlarda bu çocuk eve gitmez, babamlarda kalırdı. Şimdi Kültür müdürü olmuş. Acaba annecim hiç aklına gelir mi ki.
Büyüklerimiz yaşarken, gelen giden daha çok olurdu, üstelik habersiz gelenler çoğunluktaydı. Bir gün o kadar yorulmuşum ki kapı zili çalınca “off yine kim geldi” dedim. Canım babacımdan şöyle bir cümle duydum. “Hişşşt kızııım, sakın sakın yavrum” dedi. O kadar utandım ki anlatamam. Dualarımız var bizim “Allah’ım kapılara baktırma” diye yakaran.
Babacım çok haklıydı çok.
Bu yılbaşında kardeşlerim davetlimizdi, hem annemsiz ilk yılbaşı hem de beraber olmak özlemiyle kutladık. Apartmanın merdivenleri dışardan, yani dış kapı açık havaya bakıyor. Ve biz aynı apartmanda oturuyoruz. İnanın pabuçları nasıl içeri alacağımızı şaşırdık. Ya biri görürse, ya ceza yazarlarsa diye.
İşte o günlerden, bu günlere...
Bir an önce zaman zaman kıymetini bilemeyip şikayet ettiğimiz o güzel günlerin tez gelmesi dileğiyle...
Cok doğru ne denilebilir ki!!
YanıtlaSilKültürlerini yaşatan devletler ayakta kalmaya devam ederler.Somut olmayan kültürel miras yöresel yiyecekler geçmişten günümüze taşıdıkları ulusal kültürümüz önem kazanmaktadır. Kültürel Miras:”bir toplumun üyelerine ortak geçmişlerini anlatan , aralarındaki dayanışma ve birlik duygularını güçlendiren bir hazinedir”Yemeklerimizin sürdürülebilmesi için misafirlerimize yöresel yemeklerimizi memleketimizden tedarik edip yerli yabancı konuklarımıza sunuyoruz.Tanrı misafiri bizim geleneklerimizde var.Çocukluğumuzdan beri evimize gelen misafirlerimiz için çok mutlu oluruz . Soframıza bir tabak fazladan hazırlarız ki habersiz gelen misafirimiz incinmesin . iyi ki misafir gelen onlarla muhabbet eden , sofrası açık aile de büyüdüm . Evimiz de hiç bir yiyecek ziyan olmaz değerlendirilir. Yemek seçtiğimiz olmamıştır . Ben çok üzülüyorum ev dışında yenilen yemeğin kalanı çöplere atılıyor , onları alamayan aç insanlar var.M Akif. Ersoy’ un dediği misal;Az pişmiş, çok tuzlu olmuş , Limonsuz iğrenç , Kıymadı az olmuş , ben bunu sevmem yemem.. diye beğenmediğiniz ne varsa koyun bu kaba..Onlar aç …Bir yanda şükürsüzlük bir yanda açlık.Hocam yüreğinize sağlık sağ olunuz.👏✍️🌺🍀🇹🇷👩Fulya Kırımoğlu
YanıtlaSil