Doğu
Karadeniz’in en önemli geçim kaynağıdır fındık. Son yıllarda Hopa’dan
başlayarak Rize’nin neredeyse tamamı, Trabzon ve Giresun’un bazı ilçelerinde
fındık alanlarında artık çay tarımı yapılmakta. Fındık da çayın yayılması
karşısında batıya doğru dikim alanları buldu kendine. Samsun, Düzce ve
Adapazarı fındığın önemli üretim merkezleri oldu.
Köyümüzde
çay, ilaçlık denecek biçimde yetiştirilirdi. Herkes denemek için yüz,
bilemediniz iki yüz kilo çay toplayıp satardı. Yılda toplam olarak beş yüz ya
da altı yüz kilo yapardı en fazla. Çayın yaygınlaşmamasında elle toplanması ve
asıl neden olarak da çamuruyla ünlü köyümüz toprağının zor işlenmesiydi. Bir
gün bir dozer çıkageldi ve fındıklıklar sökülerek çaylık yapıldı. Çok az
fındıklık kaldı ayakta.
İlkokula
gittiğim yıllarda fındık çok önemliydi bizim için. Babamla amcam köye bir
dükkân açmışlardı. Her şey satılırdı burada. Bugünün marketlerinden daha geniş
bir ürün türü vardı. Doğaldır ki o dönemde insanların cüzdanları zayıf,
vicdanları güçlüydü. Bakkalımızda veresiye defterleri neredeyse ciltler
dolusuydu. Yalnızca bizim köyden değil, çevremizde yer alan ona yakın köyden
insanlar gelip alışveriş yaparlardı. Çoğunluk aldıklarını deftere yazdırırdı.
Veresiye, alışverişin ana omurgasını oluşturmaktaydı.
Baban
öğretmen olduğundan dükkânla daha çok amcan ilgilenirdi. Fındık toplama zamanı
gelince hazırlıklar başlardı. Babam kooperatiften, sandıktan borç para alırdı
anapara için. Bu borç para ve elde avuçta ne varsa bir araya getirilerek fındık
alımı yaparlardı. Bazı müşteriler, veresiye defterindeki borçlarını fındıkla
kapatırlardı. Borçlarının karşılığında fındık verirlerdi.
Alınan
fındıklar genellikle yaş olurdu. Çünkü üreticinin usa gelmez gereksinmeleri
olurdu. Bunun için de paraya gereksinim duyarlardı. Yaş fındık, kurusuna göre
daha ağır geldiği için ederi de düşüktü. Yaş fındığı aldığınızda uzun süre
bekletemezdiniz. Çünkü fındık küflenir, çürür. En tehlikelisi de yağlı kara
olur. Yağlı kara fındığın randımanını düşürür. Kar edeceğiniz bir işte ne yazık
ki büyük bir zararla karşılaşır, anaparanızı da yitirirdiniz.
FİSKOBİRLİK,
bir üretici birliğiydi. Fındık alımında özenli davranırdı. Üreticinin hakkını
da kooperatifin hakkını da korurdu. Çünkü fındık, ülkemizin en değerli
ürünlerinin başında gelir. Yıllardır dünya üretiminde birinciyiz. Bu nedenle
ürettiğimiz fındığın büyük bir bölümünü başka ülkelere satarız ve ülkemiz bu
yolla kazanç elde eder. Böyle bir ürün için de kalite çok önemlidir ve bundan
hiçbir nedenle vazgeçilemez.
FİSKOBİRLİK,
fındık satın alırken randımana bakar, ona göre taban ederi üzerinden değer
biçerdi ürüne. Peki, fındığın randımanı nasıl ölçülür? Bir görevli, fındık
çuvallarından rastgele belli ölçüde fındık alır. Bir yanı açık bir bakır boru,
fındık çuvalının içine sokulur. İçi fındıkla dolunca boru kapatılır. İçinde
kalan bu fındıklardan iki yüz elli gramı yine gelişigüzel ayrılarak kırılır.
Kabukları ve içler bir yana ayrılır. Çürükler ve içi boş (Yörede içi boş
fındığa “fuş” denir.) fındıklar da kabukların içine katılır. İçi buruşuk çıkan
fındıklardan üçte iki oranında fire düşülürdü randımanda. İçler tartılır. Eğer
içler, kırılan iki yüz elli gram fındığın yarısı kadar gelmişse randıman yüzde
ellidir ve taban ederiyle satın alınabilir. Randıman ellinin üzerindeyse ürünün
ederi artar, ellinin altındaysa eder de düşer.
Fındığın
randımanının yüksek olması için ürünün iyi kurutulması gerek. Nem en büyük
düşmandır. Çünkü ürünü çürütür. Bu nedenle güneş altında kuruyan fındıklar, sık
sık karıştırılıp altüst edilir.
Sergide
kurutulan fındıklar için en büyük tehlike, ansızın yağmurun bastırmasıdır.
Yaşadığımız bölge Karadeniz’dir, yağmurun ne zaman yağacağı belli olmaz. Bu
nedenle sergiyi bekleyenler her an tetikte olmalı, yağmura karşı önlem almalı,
fındığı ıslatmamalı. Islanan fındık, satıcıyı mahveder.
Sabahtan
akşama dek fındık alımıyla uğraşan amcam yorulurdu. Ertesi gün de dükkânı açmak
zorundaydı üstelik. O, eve giderdi gece yarısı ve gitmeden önce amcamın büyük
oğlu Hasan Tahsin’le bize devrederdi nöbeti. Hasan, gözünü budaktan sakınmayan
biri. Benden dört yaş büyük. O, ortaokuldaydı o yıllarda. Yaşımıza, boyumuza
bakmadan birbirimize yoldaş oluyorduk. Burada büyüklerimizin bize güvenmeleri
önemli bir konu. Özgüven kazanmamız için ders niteliğinde.
Fındıkların
çoğunu çay alım yerinin üstüne sererdik. Alt taraf beton olunca iyi kurur ürün.
Çünkü güneşin yakıcı ısısıyla iyice kızgınlaşan beton, fındıkları alttan da
ısıtıp kuruturdu. Hırsızlık olayı az da olsa olurdu. Ancak asıl tehlike
gökyüzündeydi. Yağmurun ilk damlası aşağıya indiğinde hemen yerimizden fırlar,
fındığı bir araya toplar, üstüne naylondan örtü sererdik. Çoğu zaman yağmurun
geldiğini anlayan büyüklerimiz kadınlı erkekli koşar gelirlerdi gece
yarılarında bize yardım için.
Yıldızlı
gecelerde gökyüzünü izler, düşlerimizi birbirimize anlatırdık. Köyde elektrik
olmadığından çoğu zaman zifiri karanlıkta beklerdik. Yassı bir pile iple ya da
bulabilirsek bir lastikle ampul bağlardık. Gerektiğinde bu ışık kaynağından
yararlanırdık. Kimi geceler lüks lambasını yakardık, fındık sergimiz düğün evi
gibi olurdu apaydınlık. Uyumamak için sabaha dek söyleşirdik. Konularımızın
sınırı yoktu, imgelemlerimizin de. Kitaplardan söz ettiğimiz de olurdu. Arada
bir çay alım yerinin çevresindeki yollara serdiğimiz fındık sergilerini gözetlerdik.
Gece yarısı konukluktan dönenler ya da başka nedenlerle evine geç kalanlar
sisli fenerleriyle geçerlerdi önümüzden. Feneri olmayanlar ise karanlığın
içinden kapkara gölgeler gibi akardı gecenin içinden. Çoğu kez de selam
verirlerdi bize. Selam vermeleri beni mutlu ederdi. Çünkü adam yerine konduğumu
düşünürdüm büyüklerce. Bundandır ki nerede olursa olsun çocukları görmezden
gelmem, onlara selam verip hatırlarını sorarım.
Gece
yarısı çakal viyaklamalarını dinlerdik. Ardından köpek havlamaları başlardı
kesintisiz, kızgın. Ay’ın evrelerini konuşurduk ve her gece gökyüzüne bakarak
deneyimlerdik konuştuklarımızı. Yıldızların adlarını öğrenmeye çalışırdık
kısıtlı olanaklarımızla. Yıldız kümelerine bakarak düşsel yolculuklara
çıkardık.
Sabahın
ilk ışıklarıyla mutlu olurduk. Güneşin sabah kızıllığında yemyeşil doğa, uçsuz
bucaksız bir tablo gibi kaplardı her yanı. Ufuktaki kızıllığa uzanan ulu
ağaçların tepeleri kıpkırmızı alev topuna dönerdi. Giderek alevden topların
rengi açılır ve yok olurdu çok geçmeden. O zamanlar ezanlar sesbüyültenle
okunmuyordu. İnsan sesinin doğallığı içinde sabah ezanını dinlerdik sessizce. İnsan
sesinde kimi zaman coşkuyu, kimi zaman da üzüntülü durumu duyumsardık.
Müezzinin sesindeki duygu içimize işlerdi.
Fındıklar
kuruyup satışa hazır duruma getirilinceye dek bu gece nöbetleri sürerdi. Ürünü
çuvallara doldurduk mu nöbetimiz biterdi.
Geceler
boyunca yıldızlarla diz dize otururduk. Ay, gece boyunca gülümserdi bize.
Düşlerimize Ay’ı da yıldızları da ortak ederdik. Yağmurlar üzüntülerimizi alıp
götürürdü uzaklara. Uykusuzluk da yorgunluk da umutsuzluk da bizden ıraktı.
Acaba şimdilerde fındık sergilerinde sabahlayan kaç çocuk vardır yıldızlarla
konuşan?
Not:
Fındıkların randımanının nasıl belirlendiği konusunda bilgisine başvurduğum ve
deneyimlerini esirgemeyen eski Of FİSKOBİRLİK Müdürü Sayın Ömer Lütfü Saral’a
teşekkürlerimi sunarım.
Adil
Hacıömeroğlu
13
Ağustos 2021
Hocam, elinize yüreğinize sağlık! Fındık üretiminin bilinmeyen yanlarını öğrenirken bir çocuğun masumane duygularını hep beraber yaşadık.
YanıtlaSilAffınıza sığınarak yazıda bazı imla ve anlatım hataları olduğunu söylemek istiyorum. Tekrar elden geçirirseniz tarihe daha şık bir belge kalacağını düşünüyorum.
Tekrar elinize yüreğinize sağlık!..
Değerli, Adil Öğretmenim fındık toplama zamanı Trabzon /Arsin de bulunmuştum.Emek gerektiriyor..Sizler ne güzel çocukluktan görerek, anılar biriktirmişsiniz. Gece doğada yıldızların, gökyüzünün güzelliğiyle toprağın verdiği enerji ile insan mutlu olur. Keşke bütün çocuklar, görüp yaşayarak kendini geliştirse daha başarılı olurlar.Elinize, emeğinize sağlık👏✨🌙🍀🌿🍂🙏🏻💚Fulya Kırımoğlu
YanıtlaSil