KÖY ENSTİTÜLERİ BİZE Mİ ÖZGÜ?


Köy enstitüleri, 17 Nisan 1940 tarihli 3802 sayılı yasayla kuruldu. Yasa çıkmadan önce Eskişehir-Çifteler ve İzmir-Kızılçullu köy öğretmen okullarında enstitü eğitimi uygulanmaya başlandı. Enstitülerin kurulma amacı, köylere öğretmen yetiştirmekti. Köylerin çoğunda ilkokul yoktu. Az sayıdaki köy okulu ise öğretmensizdi. Ülke nüfusunun neredeyse dörtte üçünde fazlasının yaşadığı köylerimiz, aydınlanmadan yoksun, karanlıklar içindeydi. Ülkemiz ekonomisi de tarıma dayalıydı o yıllarda. Köylünün aydınlanması ve köylerin kalkınması, ülkemizin geleceği için zorunluydu. İşte, cumhuriyet yönetimi enstitüleri kurarak köylerimizi kalkındırarak geliştirmeyi önceledi.

Kentlerde bulunan öğretmen okullarına giden kentli gençler, mesleğe atıldıklarında köylere gidip ora koşullarında yaşamak istemiyordu. Çünkü susuz, yolsuz, elektriksiz, uygarlığın neredeyse tüm nimetlerinden yoksun köylerde yaşamak; kentte büyüyen bir genç için neredeyse olanaksızdı. Bu nedenle cumhuriyet yönetimi, köy çocuklarının eğitilmesi ve köylülerin okuryazar edilmesinin çözümünü, yine sorunu yaşayan insanların içinde buldu. Köylü, ancak kendi içinden çıkan çocukların öğretmen yapılmasıyla eğitilebilirdi. Bu nedenle köy enstitüleri kurularak bu iş gerçekleştirilebilirdi.

Köylüleri okuryazar yapma işi, savsaklanacak, geciktirilecek bir şey değildi. Bu nedenle zamanın Milli Eğitim Baklanı Saffet Arıkan, Eskişehir-Çifteler’de köy eğitmen kurslarının ilkini açtı. 1 Nisan 1937’de ise köy eğitmen kursları, birçok ilimizde açılarak ülke çapında yaygınlaştı. Askerde çavuş, onbaşı olup okuma yazma bilen köy delikanlıları bu kurslara alınıp eğitildi. Kurslar, altı aydı. Eğitmenler, köy okullarına atandı. Üçüncü sınıfa dek çocukları okutmaları sağlandı. Öğrenciler, üçüncü sınıftan sonra merkezi köylerdeki ilkokullara giderek dört ve beşinci sınıfı okuyorlardı. Amaç, okuryazarlığı ülke çapında artırmaktı. İşte, köy enstitüleri, bu ön hazırlığın ardından kuruldu.

Osmanlının son döneminde sürekli yenilen ve toprak yitiren bir ülke vardı. Ayrıca bilim, sanat, teknoloji, kalkınma ve gelişmede çok geride kalan bir toplumda özgüven yitimi söz konusuydu. Bu nedenle “Biz yapamayız, beceremeyiz.” düşüncesi, toplumu sarıp sarmalamıştı. Bu, değişmez yazgı olarak kabullenilmişti toplumun genelince.  İşte, bu koşullarda köy enstitüleri kuruldu ve dünyaya örnek bir eğitim biçimi olarak yerini aldı.

Köy enstitülerini yaşama geçiren düşünce ve uygulamanın bizim olmadığı savı ortaya atıldı. Çünkü bu savları ileri süren kişilere göre Türkler, yeni ve örnek bir şeyi becerecek güçte olamazdı. Olsa olsa böyle ileri ve örnek bir eğitim sistemi yabancılardan alınmış olmalıydı. Bu düşünce; kendi insanına, ulusuna, yurttaşının usuna güvenmeyen kişilerce ortaya atılmıştı. Çünkü bu kişilerde özgüven yitip gitmişti ne yazık ki.

Köy enstitüleri adım adım bir izlencenin yaşama geçirilmesiyle var edildi. Bunda, başta Atatürk olmak üzere, zamanın başbakanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanları Saffet Arıkan ve Hasan Ali Yücel ve bu işin öncüsü İsmail Hakkı Tonguç’un olağanüstü çalışmaları var. Burada adını sayamayacağımız kadar kişinin ortak emeği söz konusu. Bundan yola çıkarsak köy enstitüleri bir ulus projesi. Bu eğitim sistemi; ulusal, çağdaş, bilimsel ve laik temeller üzerine kuruldu. Düşüncenin, kuramın uygulamaya geçtiği örnek bir eğitim biçimi.

Köy enstitüleri, bir başka ülkeden kopyalanan bir eğitim biçimi değil. Doğaldır ki dünyadaki bütün eğitim uygulamaları incelendi. Onların olumlu yanları göz önüne alındı. Ülkemiz koşulları, köylerimizin durumu göz önüne alınarak bize özgü bir eğitim örneği uygulamaya kondu. Bir eğitim sistemi, ulusal gerçeklerden uzak olursa gerçekçi olmaz, yaşama uymaz. Yaşama uymayan, ulusun gereksinmelerine yanıt vermeyen, halkın sorunlarını çözmeyen bir eğitim sisteminin ülkeye bir yararı olmaz. Bunu yaparken bilimsel temel göz ardı edilmemeli.

Köy enstitülerinin alındığı savlanan Almanya, Bulgaristan, Macaristan ve Sovyetler Birliği’nde böyle okullar yok. Sanırım köy enstitülerini iyi bilmeyip incelemeyenler, bu okulları başka ülkelerdeki sanat okullarıyla karıştırmışlar.

Köy enstitüleri birçok ülkece örnek alındı. Bu ülkeler, enstitüleri kendi ülkelerinde yaşama geçirdiler. Endonezya, İran ve Peru köy enstitülerini bizden alarak kendi ülkelerinde uygulayanlar… Ayrıca UNESCO, enstitüleri bütün dünyaya örnek okul örneği olarak önerdi. Bu okullar, uzun süre eğitimlerini sürdürseydi birçok ülkeye örnek olabilirdi. Ne yazık ki böyle bir fırsatı kaçırdık.

Köy enstitüleri, ülkemiz Atlantik sürecine dümen kırmaya başladığında yok edilmeye başlandı. Bu güzel okullara ilk darbe, 1946 seçimlerinden sonra vuruldu. Ülkemizin ABD’nin egemenliğine girmesini isteyen siyasetçiler, köy enstitülerine düşmanlık yapmaya başladı. 7 Ağustos 1946’da kurulan Recep Peker hükümetinde Milli Eğitim Bakanı olan Reşat Şemsettin Sirer, köy enstitülerini kapanma sürecini başlattı. Eğitim izlencesinin içeriğini boşalttı. Sirer, 3 Mart 1951 tarihinde Ulus gazetesinde yayımlanan bir yazısında: “…bu enstitüler, dört yıldan (1947’den) beri birer öğretmen okulundan başka bir şey değillerdir.” diyerek bu örnek okulları yok etmekte öncü olduğunu açıklamış oldu.

1950 seçimlerini kazanarak iktidar olan Demokrat Parti(DP), 27 Ocak 1954 tarihli ve 6234 sayılı yasayla köy enstitülerini resmen kapattı. Bu yasayla enstitüler, öğretmen okullarına dönüştü. Böylece yerli yabancı birçok eğitimcinin beğeni ve övgüsünü alan dünyaya örnek olan enstitüleri kendi hükümetlerimiz yok etti.

Türkiye, 17 Aralık 1949’da ABD ile eğitim anlaşması imzalayarak eğitimimiz, ABD’nin isteğine göre yönlendirildi. Eğitimi ulusal ve bilimsel olmaktan çıkan ülkemiz, ne yazık ki ayağına dolanan emperyalizmin ve feodalizmin zincirlerini bir türlü söküp atamadı. Eğitim alanındaki gerilik, toplumun tüm alanlarını da kapladı. Bugün çektiğimiz sıkıntıların, çözümsüzlüklerin, birçok alanda geri kalmışlığın, toplumsal çözülmenin, aktöresel kokuşmuşluğun, rüşvetçiliğin, ülküsüzlüğün. Atatürk’ten uzaklaşmamın köklerini 1946’da temelleri atılan süreçte aramalı.

Türkiye’nin kendi olanaklarıyla ortaya çıkardığı büyük bir eğitim projesi, emperyalizmin işbirlikçileri eliyle yok edildi. Buna üzülsek mi, kızsak mı bilmiyorum.

                                               Adil Hacıömeroğlu

                                               23 Ağustos 2025

2 yorum:

  1. Kalemine Efendi Kalan Adil öğretmenim,

    Köy Enstitüleri, aydınlanmanın karanlığında bir meşaleydi..Cumhuriyet’in kalp atışıydı.
    Toprağa kök salan bilgi, yüreğe işlenen aydınlanma…
    Atatürk’ün vizyonuyla yoğrulan öğretmenler, Anadolu’ya sadece okuma yazma değil, umut taşıdı.
    Bugün hala onların izinde yürüyorsak, o ışık sönmedi demektir.
    Değerli öğretmenim , usunuza, usta kaleminize , yüreğinize sağlık.👏👏Ne mutlu size köy enstitülü, erdemli, ilkeli, çalışkan yurdunayararlı bir öğretmenim oğlu ve öğretmen olarak yetişmişsiniz .Babanız nurda yatsın.🤲🏻🌺Sağolunuz🙏🏻📚🇹🇷🇹🇷🇹🇷

    YanıtlaSil
  2. Adil hocam selamlar. Kaleminize sağlık. Yazılarınızın birçoğunu takip ediyor olsam da sanırım ilk yorumum olacak. Bu da benim ayıbım. Buraya ilk giriş yapıp, yazı koyduğumuz günleri hatırlıyorum da çok zaman geçmiş ve arayı çok açmışız. Sizi en kısa zamanda arayacağım buluşmak için, saygılarımla.
    Alper Akyürek

    YanıtlaSil