Birçok
anne ve baba, çocuklarına verdikleri emekler, harcadıkları paralar, onların
yetişmeleri için gösterdikleri özveriler nedeniyle dünyaya getirdikleri, yaşama
hazırladıkları yavrularının kendilerine borçlu olduklarını dile getirir. Bu
düşünce, haklı ve doğru mu acaba?
Yaşam,
özverilerle gelen mutluluklar üstüne kurulu. Dünyanın bütün canlıları üreyip
çoğalır. Bu, doğanın değişmez kuralı... Üreme, birçok canlıda çiftleşmenin bir
sonucu olarak görülür. Çiftleşme, hem dişinin hem de erkeğin zevk aldığı bir
eylem. Demek ki insan olsun hayvan olsun çoğalma güdüsüyle çiftleştiğinde zevk
alıp mutlu oluyor. O zaman insan yavrusunun yaşamı da bir zevk ve mutlulukla
başlıyor. Bir çocuk, dünyaya gelmeden önce anne ve babasına bu konuda bir istek
bildirmiyor. “Beni dünyaya getirin.” diye yalvarmıyor. Onun dünyaya gelmesi
tamamen büyüklerinin isteğiyle oluyor. Doğduktan sonra onu yaşamda tutmak için
çaba gösteren de anne ve babası. Bundan da anlaşılıyor ki bir bebeğin doğup
büyümesi, okullara gitmesi tamamen kendi istenci dışında gelişiyor. Bir çocuk,
kendi istenci dışında yapılan işlerden niye sorumlu ya da borçlu olsun?
Anne
ve babalar, çocuk ana rahmine düştüğü andan başlayarak onun her günkü
gelişiminden mutluluk, heyecan ve sevinç duyar. Yaşamlarını, doğacak
çocuklarına göre düzenlerler. Artık yaşamlarının merkezinde o vardır. O,
doğduğunda ise dünyalar onların olur. Çocuğun doğması, aile için dünyanın en
güzel, en çok mutluluk veren, en heyecanlı ve tansıklarla dolu bir an. Bunu ölçmek,
tanımlamak olanaksız.
Anne
ve babanın dışında dedeler, nineler, teyzeler, halalar, dayılar, amcalar, varsa
büyük kardeşler, uzak ya da yakın tüm akrabalarla eş dost, konu komşu yeni
doğan çocuğu sevinçle karşılar. Doğmadan önce de onu heyecanla bekler herkes.
Demek ki bir çocuk, dünyaya tüm ailenin isteği üzerine geliyor. Yalnız bazı
nedenlerle istenmeyen çocuklarda toplumsal nedenlerle aynı mutluluğu, heyecanı
göremeyiz. Bu tür çocuklar, çok azdır ve konumuz dışındadır.
Bir
anne ve baba düşünün ki çocuklarının her anından tanımsız bir sevinç, mutluluk,
heyecan duyar. Çocuğu için ne yaparlarsa isteyerek ve büyük bir mutlulukla dolu
görev anlayışıyla yaparlar. Çocuklarıyla her an gurur duyarlar. Onları mutlu
ederken kendileri, onlardan katbekat mutlu olur. Gece demez gündüz demez onu
düşünürler. Yaşamının her anını ona göre planlarlar. Ona dokunuşu, çocuğunun
sesini işitmesi mutluluğun en büyüğü değil mi? O, anne ve babanın en büyük
kahramanı ve tansığı olarak görülmüyor mu?
Anne
ve babalar, çocukları için yaptıkları özverileri, harcadıkları emekleri
isteyerek ve zevkle yapar. Çocuğun varlığı, bir aile için en büyük varsıllık
sayılmıyor mu?
Bazı
anne babalar, ne yazık ki çocukları için harcadıkları paraların hesabını yapıp
bunu onların yüzüne vurur. Kimi zaman onlara kızdıklarında ya da istedikleri başarılara
ulaşamadıklarında çocukları için yaptıkları özverileri anlatırlar pişmanlıkla.
“Bak, seni özel bir okula yazdırdık kısıtlı bütçemizle. Kurslara gönderdik seni,
yemeyip içmeyip. Başka çocuklardan daha iyi yaşamanı sağladık. Yemedik
yedirdik, içmedik içirdik, giymedik giydirdik, gezmedik gezdirdik. Ne
istediysen yaptık. Şimdi sen kalkmışsın bütün emeklerimizi yok sayıyorsun, olur
mu böyle şey?” demekteler. Ya da… “Us dışı yaramazlıklarına katlandık. Altını
değiştirdik. Sayrı olduğunda geceleri uyumayıp başında bekledik. Gerekli
gereksiz ağladığında kızmayıp sabrettik. Çok zor çocuktun, çok…” diye
söylenirler. Bu tür davranışlar, konuşmalar çocukları ezim ezim ezer. Onların
evlerine bağlılıklarını gevşetir. Anne ve babaya güven duygularını azaltır. Bir
kişi için, hele de çocuğunuzsa yapılan özveriler, harcanan paralar, verilen
emekler yüze vurulmaz. Bu, insancıl bir davranış olmadığı gibi görgüsüzlüktür
de.
Sana
dünyanın en büyük mutluluklarını tattırmış, en büyük sevinçlerini ve
heyecanlarını yaşatmış, seni yaşam yolculuğunda olgunlaştırmış ve en önemlisi
de sana dünyanın en kutsal adları olan “anne, baba” sözleriyle seslenmiş çocuğuna,
onun için yaptıklarını anımsatıp minik yavruyu yerin dibine batırma!
Kimi
anne ve babalar ise çocukları yetişkin olduklarında verdikleri emekleri bir
biçimde kendilerine ödemelerini bekler. Yahu arkadaş, sen çocuğunu yetiştirmek
için harcadığın emekleri, ona borç mu verdin de sana borcunu ödesin? Eğer sen,
çocuğunla saygı, sevgi, güven temelinde sağlam bir ilişki oluşturmuşsan zaten
çocuğunun senden duygusal kopuşu söz konusu olamaz. Böylece aranızda borç harç
ilişkisi de gündeme gelmez.
Çocuklar,
dünyaya gelmek için anne ve babalarına başvuruda bulunmuyor. Onların hiç haberi
yokken dünyaya geliyorlar. Bu nedenle onları borçlu olarak görmek niye? Onlar
bir yatırım aracı mı ki sonrasında kazanç sağlasınlar sana?
Ey
anne ve babalar, çocuklarınızı yatırım aracı olarak görmeyiniz. Onlarla
ilişkilerde duygudaşlık yapınız. Canlıların tümünde büyükler verici, küçükler
alıcıdır. Bu, dünya var olduğundan beri değişmez bir kural. Siz doğada yaşayan
anne ve babaların yavrularını yatırım aracı olarak gördüğüne tanıklık ettiniz
mi?
Eğer
çocuklar, anne ve babaları yaşlandıklarında her koşulda onların yanındaysa bu
onların duygudaşlığını ve vicdanlarının geliştiğini gösterir. Bu da anne
babanın yetiştirme biçimiyle ilgili ve bir borç ödeme değil! Çocukların anne ve
babalara borcu manevi ve vicdanidir. Zaten ona insanlık değerlerini yeterince
vermişseniz sorun yok! Vicdanı gelişmiş bir evlat, her koşulda anaatalarının (ebeveynlerinin)
yanında olur sonsuza dek. Bu yanında oluş, bu dünyadan göçen büyükler için de
söz konusu.
Çocuklarımızı
büyütürken nasıl sevinç, mutluluk, heyecan içindeysek ve keyifleniyorsak;
onların yetişkinliklerinde de aynı duyguları taşımalı. Onları kulumuz,
hizmetçimiz olarak görmemeli. Biz, onlara karşı görevimiz yaptık; onlar da
kendi çocuklarına karşı aynı şeyleri yapacak. Doğal döngü, böyle sürüp gidecek.
Bu döngüyü değiştirmeye çalışmak, büyük bir yanlış. Doğanın gücü, onu
değiştirmeye çalışanları ezip geçer.
Adil
Hacıömeroğlu
12
Ağustos 2025
Kalemine Efendi Kalan ,Adil öğretmenim ,
YanıtlaSilDerin ve düşündürücü yazınız , insanları kendi yaşamları hakkında daha fazla sorgulamaya ve duygudaşlık yapmaya yönlendiriyor..Yürekten en içten teşekkürler. 👏👏Her insanın, bu gibi sorular üzerinden hem bireysel olarak hem de toplum olarak daha sağlıklı bir düşünce yapısına ulaşabilmesi dileğiyle.Çocuklar, anne ve babalarına yaşattıkları mutluluk tarifsiz ve paha biçilemez bir değerdir.
Ebeveynler için çocuklarının varlığı, sevgisi ve büyüme süreçlerindeki her an, kelimelerle anlatılamayacak kadar derin bir mutluluk kaynağı.
Ailedeki bu sevgi, karşılıklı bir borçtan çok, bir bağ ve karşılıklı fedakârlık anlamına geliyor. Çocuklar büyüdükçe, ebeveynler de onların gelişiminde önemli bir rol oynuyor. Ancak, bu süreç bir “borç” değil, bir sevgi döngüsü. Ebeveynler, çocuklarına sevgi ve güven verirken, çocuklar da onların hayatlarına neşeyle, umutla ve minnettarlıkla dokunuyor.
Bu konuda, ebeveynlerin çocuklardan hiçbir şey “almak” gibi bir beklentisi yok. Ancak, çocukların varlığı, onların saf sevgisi ve masumiyetleri, her türlü karşılık vermeye değer bir hazine gibi. Ebeveynler, çocuklarının gözlerindeki parıltıda, minik başarılarında ve hayatı keşfetme çabalarında gerçek anlamda bir mutluluk buluyorlar. Bu, öyle bir değer ki hiçbir maddi karşılıkla ölçülemez.
Sevgi, gerçekten paha biçilemez ve çocukların sevgisi, o kadar saf ve koşulsuz ki, tüm dünyadaki tüm borçlardan çok daha değerli.
Yüreğinizle, kaleminizle var olunuz🙏🏻📚💐
Çocuklar elbette bir yatırım aracı değildir. Yani bir yatırım yapıyoruz kısa orta ve uzun vadede dönüşümü olumlu olacaktır şeklinde bir insan evladına bakamayız. Elbette anneler babalar çocuklarını yetiştirirken çok fazla özveri çok fazla fedakarlık yapıyorlar ve doğal olarak istiyorlar ki çocukları iyi bir eğitim alsın iyi bir meslek edinsin ve mutlu mesut güzel bir yaşantıları olsun. Kimi zaman elbette çocuklarımız onlardan beklediğimiz başarıları elde edemiyor olabiliyorlar. Veyahut bizim beklentilerimiz ölçüsünde başarılı olamıyorlar
YanıtlaSilİster istemez anne ve babalar bu duruma üzülüyorlar. Ve kimi zaman Adil hocanın yazısında da belirttiği gibi tepkilerine çocuklarına gösteriyorlar. Sana verdiklerimizin karşılığı bu mu olacaktı diyorlar. Bu çok doğru bir yaklaşım değil. Ortada bir başarısızlık söz konusuysa bunda mutlaka çocuk kadar anne ve babanın da bir yerlerde noksan olması eksik olmasından kaynaklıdır. Bu konuda yapılacak en iyi şey çocuklarımızı beklentilerimizin çok ötesinde başarılarla sınamamak. Çocuklara öncelikle sevgimizi verebilmeliyiz. Yaşamda onları en çok başarıya götürecek olan şey anne ve babalarının sevgisidir. Sevgi ortamında büyüyen bir çocuk mutlaka ama mutlaka ayaklarının üzerinde durmayı öğrenecek ve başarılı olacaktır
Sevgi'nin olmadığı bir ortamda büyüyen bir çocuk başarılı olsa ne olacak ki? Çünkü o çocuk başarılı olsa dahi sevginin ne olduğunu bilmediği için ileriki yaşantısında evlendiği zaman aynı sevgisiz aile ortamını kendisi de kuracaktır. Çocuklarımızı sevelim. Çocuklarımızı geleceğe hazırlayalım. Çocuklarımıza özgüven verelim. Çocuklarımıza öncelikle iyi bir insan vicdanlı bir insan olmayı öğretelim.