Öndeş
ailesi, bu yıl yaz dinlencesini dede ve ninelerinin yaşadığı Amasya’da
geçirmeye karar verdi. Baba Balkır, anne Begüm, çocukları Beril ve Berkin’le
ata topraklarına gitmek için yola çıktılar.
Yolculukları
uzun sürdü, ancak sıkıcı olmadı. Güzel ve mutlu bir yolculuk yaptılar. Yolda tarihsel,
doğal ve kültürel değeri olan yerleri gezdiler. Buralarla ilgili çok bilgilendiler.
Hele Anadolu’nun ilk uygarlığı sayılan Hititlerin merkezi, Çorum’daki Boğazköy’ü
(Hattuşaş’ı) gezmeleri onlar için çok bilgilendirici ve aydınlatıcıydı. Yol
boyunca Hititlerin yaşantılarını düşündüler. O çağın yaşam biçimini düşlediler
kendilerince. Beril ve Berkin, annelerine de babalarına da peş peşe sorular
sordular. Bazı soruların yanıtlarını uğradıkları yerlerde birlikte gezip
görerek öğrendiler hep birlikte.
Amasya’ya
yaklaştıkça heyecanları arttı. Çünkü çocuklar, uzun zamandır dede ve
nineleriyle görüşmemişlerdi yüz yüze. Ayrıca dört yıl önce gittikleri köylerini,
çok merak ediyorlardı. Dört yıl önce yaşları çok küçüktü. Bu nedenle gördükleri
birçok şeyi anımsamıyorlardı. Bazı şeylerin de farkına varmamışlardı o zaman. Çünkü
o dönemde ilgi alanları çok farlıydı.
Köylerine
yaklaştılar. Burunlarına, çok uzaktan köylerinin kokusu geliyordu sanki. Hele
ninesinin pişirdiği köy ekmeğinin kokusu vardı sanki her yanda. Dedesinin ağaçlardan
yeni topladığı eriğin, armudun, elmanın kokusu sinmiş gibiydi havaya. Horozun
ötüşü, tavukların gıdaklaması, koyunların melemesi, ineklerin derinden bağırması,
atın kişnemesi kulaklarında capcanlı duruyordu. En çok merak ettikleri de bu
yıl kaç kuzu ve buzağının doğduğuydu. Onlar için adlar düşündüler kendi
aralarında. Köydeki arkadaşlarını düşlediler bir süre. Acaba yeni arkadaşları
olacak mıydı bu kez? Yeni arkadaşlarla uyum sağlayabilecekler miydi
birbirlerine?
Köylerine
yaklaştıkça orayla ilgili sorular soruyorlardı anne ve babalarına. Henüz
köylerine varmadan ön bilgiler edinmek isteğindeydiler. Bu onların gidecekleri
yeri, daha iyi tanımalarına yardım edecekti. Komşularıyla ilgili ayrıntılı sorular
sordular. Daha çok ilgilendikleri ise köylerindeki hayvanlar ve bitkilerdi.
Bunların özelliklerini öğrenmek için can atıyorlardı. Özellikle Amasya’dan
geçip giden Yeşilırmak’la ilgili sorular sordular. Yeşilırmak’ın Suşehri yakınlarından
doğarak birçok il, ilçe ve köyleri geçerek, geçtiği her yerde yeni akarsularla
birleşerek suyunun çoğalmasına şaşırdılar. Yeşilırmak, Amasya’nın içinden
geçerek Taşova topraklarına bolluk ve verim getirdikten sonra Kelkit ırmağıyla
birleştiğini öğrendiler. İyice güçlenen sularıyla kuzeye doğru akıp Çarşamba Ovasından
denize döküldüğünü söyledi anneleri Begüm. Babası ise Çarşamba Ovasının
Yeşilırmak sayesinde var olduğunu anlattı,
Balkır:
“Çocuklar, Yeşilırmak ve onu besleyen akarsular birçok yerden geçer. Onların
geçtiği yerlerin çoğu ağaçsız, çalısız, otsuz bozkırlar... Doğaldır ki buralarda
toprak aşınımları var. Aşınımlar sonunda oluşan toprak, toz, diğer yer parçalarını
yağmur, kar ya da sel suları sürükleyip akarsuların yataklarına getirir. Bu
lığları, Yeşilırmak kilometrelerce uzağa taşıyıp Karadeniz’e sularıyla döker. Bu
lığlar, kıyıda birikerek çok verimli bir ovayı oluşturur. İşte, Çarşamba Ovası
böyle oluştuğu için ülkemizin en verimli topraklarından biridir.” diyerek açıkladı
çocukların merak ettiği konuyu.
Begüm
anne: “Bafra Ovası da Kızılırmak’ın lığlarıyla aynı biçimde oluşturduğu çok
verimli bir toprağımız.” dedi.
Beril
ve Berkin, aynı anda: “Çok sağ olun annem ve babam. Çok değerli bilgiler
verdiniz bize.” dediler.
Söyleşiye
daldıklarından köye nasıl vardıklarını anlamadılar. Annesi, arabanın düdüğünü
öttürdü birkaç kez geldiklerini haber vermek için. Arabanın düdüğünü işiten
Çolpan nine ile Odman dede neredeyse koşarak çıktılar kapının önüne. İkisinin
de yüzü mutluluktan gülüyordu. Hem çocuklarını hem de torunlarını görmek için
can atan bir durumları vardı. Arabanın yanına geldiler. Dört kapı birden açıldı.
Her kapıdan yüzleri çiçek açan dört kişi çıktı. Nine ile dede, hangisine
sarılacaklarını şaşırdılar kısa bir süre. Önce torunlarını bağırlarına
bastılar. Uzun uzun öpüp kokladılar onları. Ardından çocuklarına sıra geldi.
Onları da aynı sıcaklık ve içtenlikle kucakladılar. İkisini de öpüp kokladılar
doyasıya.
Bahçedeki
elma ağacının dibine oturdular. Bir süre hiçbiri konuşup bir şey söyleyemedi
heyecandan. Az sonra dede ve nine suskunluğu bozdu. Teker teker hepsinin halini
hatırını, yolculuklarının nasıl geçtiğini sordular. Ardından torunlarına
sarıldılar fırsat buldukça. Onlar da Çolpan nine ve Odman dedenin sağlığını,
nasıl olduklarını, neler yaptıklarını sorup öğrendiler. Az sonra Çolpan nine,
yoldan geldikleri için aç olabileceklerini düşündüğünden hemen bakır siniyi elma
ağacının gölgesine getirdi. Hepsi birden kalkıp ninelerine yardım etmek için
aşlığa girdi. Aşlığı, yemek ve ekmek kokusu kaplamıştı. İki çocuğun burnu, bundan
daha iyi kokuyu bugüne dek almamıştı sanki. Önce yemek ve ekmek kokusunu içlerine
çekerek doymaya çalıştılar. Sofra çabucak kuruldu. Yemekler geldi. Açık ve
temiz havada yenen bu yemeğin tadına doyum olmuyordu. İyice doydular. Ardında
sofrayı birlikte kaldırdılar. Balkır, bulaşıkları yıkarken Begüm de durulayıp
kuruttu onları.
Beril,
dedesine: “Bu ağacın adı ne dede?” diye sordu.
Odman
dede: “Bu, ilimizin dünyaca ünlü Amasya elması… Şimdi henüz olgunlaşmadı
meyveleri.” diye yanıtladı onu.
Konuşmayı
işiten Çolpan nine, kaşla göz arasında koşar adım giderek iki elma getirdi
çocuklara. “Elmaları yıkadım. Altında oturduğumuz ağacın meyvesi bunlar. Isırıp
yiyin, afiyet olsun.” dedi mutlulukla.
Çocuklar
elmalarını yedikten sonra yerlerinden kalkıp çevreyi keşfe çıktılar. Evin
önünde iki ağacın arasına gerilmiş çamaşır ipi, Berkin’in ilgisini çekti. “Nine,
sizin çamaşır ipiniz, bizimkinden farklı niye?” diye sordu.
Nine:
“Evet, doğru çocuğum ikisi çok farklı… Sizin balkonunuzdaki ip naylondan, bizimki
kendirden. Kendir doğal bir ürün… Naylon ise kimyasal bir madde olduğu için hem
sağlığa hem de doğaya zararlı. Bir dönem ülkemizde neredeyse her yerde
yetiştirilirdi kendir, sonra yasaklandı bir süre nedense.” diyerek yanıtladı
çocuğu.
Berkin’le
Beril, yerlerinden kalkıp çamaşır ipini incelemeye başladılar. İpin doğal
yumuşaklığını duyumsadılar parmaklarında. Oysa kendi balkonlarındaki naylon ip,
aynı sıcaklığı ve yumuşaklığı duyumsatmıyordu onlara. Tam çamaşır ipini incelerken
dedelerini yanlarına gelip konuşmaya başladı: “Kendir ya da diğer adıyla
kenevir, atalarımız bunun tohumlarını Orta Asya’dan atların heybelerine koyarak
getirdikleri lifli bir bitki… Bu toprakları sevdi getirilen tohumlar. Neredeyse
yurdumuzun her yanında yetiştirilmeye başlandı. Hem lifleri hem de tohumları
birçok alanda kullanılageldi yüzyıllar boyunca.” deyince Beril, sözün arasına
girip sordu:
“Hangi alanlarda kullanılıyor kendirin lifleri
ve tohumları?”
Nine
hemen: “Liflerinden ipler, halatlar yapılır. Bunlar çok dayanıklı ve sağlam
olur. Genellikle bunlar evlerde üretilir. Ayrıca liflerinden iplik yaparak iç
çamaşırı ve gömlek yapılır. Bu giysiler, insanlar için çok sağlıklıdır. Eskiden
herkes kendirden yapılan gömlekler giyerdi. Bunlar evlerde dokunurdu. Az sonra
size içeride bulunan keten bez yaptığım tezgâhımı gösteririm. Ne yazık ki son yıllarda
bu dokuma tezgâhlarının neredeyse hepsi yok olup gitti.” dedi biraz da
üzülerek.
Çocukalar:
“Desene nine, senin dokuma tezgâhın tarihsel bir yapıt…” dediler heyecanla.
Nine:
“Evet çocuklarım, müzelik oldu o artık.” dedi üzülerek.
Begüm
anne, burada söze girdi: “Başka yararları var mı kendirin?” diye sordu.
Odman
dede: “Olmaz mı kızım? Kâğıt sanayinde kullanılır. Kısa sürede, hızlı büyüdüğü
için en ucuz ve dayanıklı kâğıt, kenevirden elde edilir. Tohumu çok yağlıdır.
Bu nedenle ilaç, sabun ve yakıt yapımında kullanılır. Lifleri dayanıklı ve uzun
ömürlüdür. Liflerinden çanta, ağ, çuval yapılır. Ayrıca birçok sanayi dalında hammadde
olarak kullanılır.” dedi düşünceli düşünceli.
Balkır:
“Peki, baba bu denli yararlı bir bitkinin üretimi niçin yasaklandı?” sorusunu
sordu merakla.
Dede:
“Oğlum, her şey de olduğu gibi kendiri de kötü amaçları için kullanan bir kısım
insanlar çıktı ortaya. Dünyanın her yerinde var bu kötü niyetli kişilerden. ABD,
ülkemize baskı yaparak bu güzelim, yararlı bitkinin yetiştirilmesini
yasaklattı. Böylece birçok alanda kullanılan ve ucuza mal edilen bir bitkiden
yoksun kaldı ne yazık ki ülkemiz uzun süre. Son yıllarda kontrollü olarak ekimi
başlatıldı on dokuz ilimizde. Dileğim odur ki ülkemizin her yanına yayılır
kendir yetiştiriciliği. Kısa sürede de bu ürünü işleyecek fabrikalar kurulur.” dedi
gözleri uzaklara dalarak.
Begüm:
“Çok kötü olmuş ülkemiz için kendirin yasaklanması. Böyle bir ürün yasaklanır
mı hiç?” dedi iç geçirerek.
Balkır:
“Yöneticilerimiz ne yapıp edip kendir yetiştiriciliğini yaygınlaştırmalı,
zarardan dönmeli. Bu yararlı ürün yeniden sanayimize kazandırılmalı. Bir de
doğal bir ürün olduğu için toprağa, suya, havaya zarar vermez. Çevremizi bu
doğal ürünlerle koruyabiliriz.” dedi umutla.
Çocuklar,
yerlerinden kalkıp ipi yeniden okşayıp sevdiler. Çolpan nine: “Haydin bakalım,
hazırlanın kendirliğe gitmek için. Gidip yerinde görelim bu yararlı bitkiyi.” diye
öneride bulundu. Hepsi birden ninenin bu önerisini benimseyip yerlerinden
kalktılar. Yürüdüler kendirleri görmek için kırlara doğru.
Yolda
kuşlardan, bitkilerden, kara hayvanlarından, böceklerden konuştular. Yararlı
bir gün geçirmenin mutluluğu, erinciyle kol kola girdiler sevinçle. Çocuklar,
kendirden ürünleri düşleyerek gülümsediler vardıkları tarladaki kendirlere.
Kendirler de onlara çiçekleriyle “Hoş geldiniz” dediler.
Adil
Hacıömeroğlu
28
Eylül 2025
Saygıdeğer Adil öğretmenim,
YanıtlaSilÇok duygulu ve düşündürücü bir yazıydı. 🌿Öğretici bilgilerle donanmış..
Doğaya, geleneklere ve çocukların merakına verdiğiniz değer çok anlamlı.
Emeğinize ,duygudaşlığınıza sağlık, 👏👏yüreğinizle ,kaleminiz var olsun.📚❤️🙏🏻🍀