Bir
bahar sabahı, güneş ışınları her yanı yavaş yavaş aydınlatmaya başladı. Güneşin
doğmasıyla sular, parıldadı. Deredeki balıklar, zıplayarak mutlulukla yol aldı
suyun içinde. Deniz canlıları, suyun yüzeyine yaklaşarak ışınların verdiği
sıcaklığı duyumsadı. Toprak, gülümsedi yavaşça. Toprak örtüsünün altına saklanan
böcekler, kımıldayarak yüzeye çıktılar ürkeklikle. Her türden bitki,
yapraklarıyla selamladı güneşi. Hava, soluklandı gülümseyerek. Kuşlar havada
uçmaya başladı sevinçle. Hafif bir yel, havaya da toprağa da suya da ve onlarda
yaşam bulan tüm canlılara da sabah serinliğini üfledi.
Çocuk,
uçurtmasını salıverdi gökyüzüne. Yelin gücüyle uçurtma, ak bulutlara doğru
yükseldi. Uçurtmanın elinden kaçıp gitmemesi için ipini bileğine bağladı. Yel,
biraz hızlanınca çocuğun ayakları yerden kesilir gibi oldu. Havaya dönüp sordu:
“Beni uçurtup bulutların üstüne çıkarmazsın değil mi?”
Hava:
“İstersen seni uçurup alırım ak bulutların üstüne. Ancak inişin tehlikeli olur.”
dedi.
Çocuk:
“Sen, bana kötülük yapmazsın. Çünkü sen olmasan ben yaşayamam.” diyerek inledi.
Hava:
“Haklısın, ben sana kötülük yapmam. Sen, benim gücümle bulutlara çıkarsın; ancak
aşağıya düşmen yerçekimiyle olur. Bu da sana zarar verebilir.” diye iç geçirdi.
Çocuk:
“Sen olmazsan yaşam olmaz.”
Hava,
tam da ağzını açıp bir şey diyecekti ki diyemedi. Karşıdaki fabrikanın bacasından
kapkara dumanlar çıkınca birden derinden öksürdü, boğulur gibi oldu. Sonrasında
döndü çocuğa: “Görüyorsun değil mi? Doğaya yaşam veren ben, fabrikanın zehirle dolu
dumanından neredeyse soluk alamayacaktım, soluk alamaz oldum bir an.”
Çocuk:
“Evet fark ettim dumandan çok rahatsız olduğunuzu. Öksürüğünüzle esen yel birden
çoğaldı.”
Aşağıdan
deniz, hafifçe dalgalanıp kıyıda şıp şıp diye sesler çıkardı. Dalgalar; su
yüzeyindeki karpuz kabuklarını, kâğıt parçalarını, plastik şişeleri, dal kırıklarını,
araba lastiklerini, ambalaj kâğıtlarını ve çok fark edilemeyen küçük cisimleri
kumsala doğru götürdü. Kumsalın rengi değişti birden.
Denizdeki
sular dile gelip döndü çocuğa: “İnsanlar ellerine ne geçerse her şeyi, benim
içime atıyorlar. Bir de akarsuların getirdiği çöpler var her gün. Ayrıca şehir
kanalizasyonunu da salıveriyorlar derin yerlerime doğru. Bir de havayı boğulacak
gibi yapan fabrika var ya, kimyasal maddelerle dolu atık sularını yandaki dereye
boşaltıyor. Deredeki su, çok geçmeden bana kavuşuyor.” diyerek dert yandı.
Fabrikanın yanından akan dere, sözünü kesti denizin.
Dere:
“Ben akar giderim kendi halimde, büyük bir seviyle denize kavuşmak için. Ne
yazık ki insanlar: ‘Akarsu, pislik tutmaz.’ diyerek ellerine ne geçerse atıyorlar
akıp gittiğim yatağa. Ben de elimde olmadan bunları taşıyorum denize.” dedi, şaşkınlık
dolu kızgınlıkla.
Çocuk,
gözlüklerinin altından gözlerini şaşkınlıkla açarak: “Anlattıklarınız inanılır
gibi değil. Bir insan yaşam kaynağımız olan suyu nasıl böyle bilinçsizce
kirletir. Tüm canlıların evi ve yaşam alanı dünyaya bu kötülüğü, göz göre göre
niye yapar birisi? Bu, büyük bir sorumsuzluk… İnsan kirletince suyun, derenin
ne suçu var? Dere Kardeş, sen doğan gereği akıp gidiyorsun, üzülme bu duruma. Seni
kirleten suçlular utansın!” diyerek sözlerini tamamladı.
Çocuk,
denize dikkatle bakıp: “Senin kıyılara yakın yerlerinde değişik bir madde var,
o ne?” diye sordu.
Deniz:
“Ona, siz insanlar deniz salyası dersiniz. Benin sularımda yaşayan canlılara en
çok zarar veren de bu. Bunun nedeni de insanların attığı çöpler. Kirlilik
yüzünden oksijenim azalıyor ve bu salya oluşuyor sularımda.” diyerek yanıtladı
onu.
Toprak
kıpırdadı yerinden. Onun kıpırdamasıyla ağaçların yaprakları hışırdadı. Karıncalar,
ağaç diplerine toplandı. Sinekler uçuştu. Ağaçlardaki kuş yuvalarındaki yavrular
başlarını uzattı ne olduğunu görmek için. Yaşlı çınar ağacından kahverengi birkaç
yaprak düştü yere yavaşça. Toprak gerinerek konuşmaya başladı:
“Dere
Kardeş’in söyledikleri benim için de geçerli. Her gün onlarca çöp, zararlı atık
atılıyor üstüme. Bunlar, beni de çocuklarımı da zehirlemekte.” Çocuğa dönerek
sözlerini sürdürdü: “Şu görkemli meşe ağacının arkasındaki akasyaya iyice bak.
Kurumaya başladı o. Oysa kuruduğunda bahar çiçekleri üstündeydi. Bilirsin onun
çiçekleri çok güzel kokar. Niye bu duruma geldi bilir misin? İki hafta önce derenin,
denizin, benim güzelliğimden ve havanın serinliğinden, temizliğinden yararlanmak
isteyen birkaç aile geldi buraya. Hep birlikte çok eğlendiler. Acıkınca mangal
yaktılar. Yiyip içtiler afiyetle. Yiyip içerken deyip güldüler. Akşam evlerine
giderken mangaldaki ateşi söndürmeden akasyanın dibine döktüler. Dökülen
yanmakta olan közler, içten içe yaktı güzelim ağacı, benim telli duvaklı yavrumu.
Birkaç gün boyunca sönmedi dibindeki közler. O da birkaç hafta gece, gündüz demeden
inledi can havliyle. Bir kişi onun feryadına, inlemesine kulak verip de gelip
dibine su dökmedi, söndürmedi közleri. Dökse bu yetişkin akasya kurtulacaktı.
İnsanların gözünün önünde yanıp kupkuru oldu. Akasya çiçeklerinin insanları
esrik eden kokusu yerine is kokusu kapladı her yanı. Her yıl birkaç kez yaşar
benim ağaç yavrularım bu durumu.” dedi otlarıyla gözyaşı dökerek.
Çocuk,
akasyaya doğru yürüdü. Elini gövdesine değdirdi. Avucu ve parmak uçları kapkara
oldu isten. Sarıldı ağacın yanık gövdesine gözyaşlarıyla. Bir süre sonra
üzüntüsü artarak ayrıldı ağaçtan. Üstü başı batmıştı isten. Ağacın yanık kokusu
üstüne sindi.
“Çok
özür dilerim güzel akasyam, seni koruyamadık. İnsanlarımıza, ne yazık ki doğayı
koruma bilinci veremedik bir türlü.” dedi derin bir üzüntüyle.
Toprak,
söze girdi: “İnsanlar, ne yazık ki toprağı çöplük sanıyor. Çoluk çocuk ellerine
ne geçerse atıyorlar üstüme. Kimi zaman boğulur gibi oluyorum. Havayla ilişkim
kesiliyor. Ben hava almasam nasıl yaşarım? Üstümde, içimde yaşayan binlerce canlıyı
nasıl besleyip büyütürüm? Onların varlığı, benim varlığıma bağlı. Bir de hava,
güneş gerekli bana. Benim üstün çöplerle, zehirli atıklarla örtülürse ben nasıl
buluşurum hava, su ve güneşle?”
Çocuk:
“Halkısın, toprak ana, hem de çok… Ne yazık ki insanoğlu, havayı, suyu, toprağı
kirleterek kendi yaşamının sonunu getirdiğinin farkında değil. Böyle bir bilinçsizlik,
sorumsuzluk kabul edilebilir mi hiç?” dedi öfkeli bir üzüntüyle.
Çocuğun
konuşması bitince havada bir devinim oldu. Serin bir yel gelip çocuğun tüm
bedenini yalayıp geçti. Derenin üstünde avlanan kuşlar ötüşleriyle büyüleyici
bir ezgiye başladı. Toprak, gülümsedi üstündeki tüm çiçekler ve yeşillikleriyle.
Çocuk, üzgün bir biçimde umudunu da koruyarak oradan ayrılmadan önce güneşe, havaya,
suya ve toprağa el sallayıp gülümsedi. Vedalaştı hepsiyle teker teker. Onlar da
uğurladılar onu, tüm içtenlikleriyle.
Çocuk,
dalgın dalgın yürüdü evine bozuk ve yer yer üstüne çöp yığılı kaldırımlardan. Yolda
arkadaşıyla karşılaştı. Onunla kol kola
girdiler. Arkadaşının da üşüt başı kirlendi isten ve kömür karasından. Ona
gördüklerini anlatarak evlerine doğru yürümeye başladılar. Doğa için birlikte
ne yapabileceklerini konuştular kimi zaman durup kimi zaman da yürüyerek.
Akşam
kızıllığı gökyüzünü kaplarken evine girdi çocuk, tüm umudunu koruyarak.
Adil
Hacıömeroğlu
24
Eylül 2025
Saygıdeğer Adil öğretmenim,
YanıtlaSilÇok güzel ve anlamlı bir anlatım , duygulandım ,yüreğime dokundu.
“Yaşamın kaynakları”na dair söylediğiniz her söz; su, toprak, hava ve yaşam için seslenen bir çağrı gibi… Doğanın sesini duyurmanız, bize düşünme fırsatı verdiğiniz için teşekkür ederim.
Emeğinize, duyarlılığınıza sağlık,👏👏🌿🍀💦🌺yüreğiniz yorgunluk görmesin🙏🏻💚Usta kaleminiz var olsun📚🧿🐞💐
Her şey güzel sonucç bilinçlenmeye bağlı bir gerçekliktir
YanıtlaSilBir çocuk kitabı olmalı. Bu ve benzeri öyküler. Teşekkürler.
YanıtlaSil