Dün akşam Zincirlikuyu’dan Söğütlüçeşme’ye gitmek için
metrobüse bindim. Otobüs tıklım tıklımdı. Cam önünde bir yere yaslanmış,
ayaktayım. Bir yandan sudoku çözüyor, bir yandan da dışarıyı izliyorum. Bir
anda Ortaköy’de yükselen alevler gözüme takıldı. Diğer yolcuları unutarak
yüksek sesle “Eyvah!” dedim. Benim bu kendiliğinden uyarıcı bağırışım, herkesin
yangının çıktığı noktaya odaklanmasına neden oldu. Nerenin yandığı konusunda
tahminlerde bulunurken genç bir kız, Galatasaray Üniversitesi’nin yandığını
söyledi. O da elindeki telefonun internet bağlantısından öğrenmiş.
Daha önce Haydarpaşa Garı’nın alevler içinde kalışını yüreğim
yanarak izlemiştim. Bu kez Boğaziçi Köprüsü’nden geçinceye kadar yangından
gözlerimi ayıramadım. Eve gelince ilk işim televizyonu açıp yangının durumunu
öğrenmek oldu. Edindiğim bilgiler iç açıcı değildi. Koca bir tarih milyonların
gözünün önünde kül oluyordu. Bu kaçıncı tarihsel yapı yangınıydı?
Yangın çıkıyor, ivedilikle itfaiye çağrılıyor. İtfaiye
gelip yangının söndüğü yolunda tutanak tutuyor ve yangın yeniden başlıyor.
Anlayacağınız itfaiyenin gözü önünde cayır cayır yanıyor koca tarih. Cağaloğlu’ndaki
Milli Eğitim Müdürlüğü binası da itfaiyenin kontrolünde yanmıştı aynı biçimde.
Televizyonların
birinde kıyı emniyeti yetkilisi: “Kara itfaiyesinden talimat beklediğimizden denizden
müdahalemiz gecikti.” açıklamasını yapmakta. Gerekçeye bakın! Sanki yangın
talimatla yanıyor, sizin bürokratik saçmalıklarınızı, kişisel keyfinizi
bekleyecek… Neredeyse denizin içindeki bir yapıya, denizden müdahale
edilemiyor. Bu beceriksizlik için de bürokratik gerekçeler üretilmekte. Ne
kadar yazık değil mi?
Koskoca
üniversitede yangın önlemlerinin tam anlamıyla alındığı söylenemez. Birçok
kurumda yangınla ilgili önlemler kâğıt üzerindedir. Her hangi bir teftiş
sırasında işi kurtarmaya yöneliktir tüm yapılanlar. Tarihsel yapılar, her türlü
felakete karşı daha özenli korunmalı.
Son
yangınlarda itfaiyenin basiretsizliği de affedilir bir şey değil. Kurumlara siyaset bulaştıkça iş yapma
yetenekleri azalıyor. İşin niteliklerine uygun adam değil de torpilliler
kurumlara yerleştirilince iş üretilmiyor.
Temmuz
2002’de yanan Ortaköy Gazi Osman Paşa İlköğretim Okulu için mezunlar internette
gruplar oluşturdular, aylarca imza topladılar. Yanan okullarının tekrar eğitim
yuvası olması için olağanüstü bir çaba gösterdiler. Yağmur, kar, kış, soğuk,
sıcak demeden Ortaköy’de her geçenden imza isteyip dertlerini anlattılar.
Yargıya gidip haklarını aradılar. Yargı süreci lehlerinde işlerken birden
okulun külleri üstünde otel inşaatının temeli atıldı. Tarihin bir yaprağı daha
burada dumanlarla uçtu, gitti. Dede, oğul, torunun okuyup mezun olduğu okul
kent yağmacılarının açgözlülüğüne kurban edildi.
Gazi
Osman Paşa İlköğretim Okulu mezunları geceli gündüzlü mücadele ederken
Galatasaraylılar, Kabataşlılar, Haydarpaşa garı için gözyaşı dökenler,
Cağaloğlu Milli Eğitim Müdürlüğüne içi yananlar neredeydiniz? Kent yağmacılarının
bir gün gözünü sizin tarafa doğru çevireceğini düşünmediniz mi? “Deniz
kıyısında okul olmaz, otel olur.” Diyen açgözlü, doymak bilmez asalakların
sizin tarihinizi de yok edebileceğini neden düşünemediniz. Gazi Osman Paşa
İlköğretim Okulu yeniden yapılabilseydi, Haydarpaşa Garı, Milli Eğitim
Müdürlüğü binası, Galatasaray Üniversitesi sapasağlam ayakta kalırdı.
Koca
bir tarih yanıp kül oluyor; millet yalnızca bakıyor, o alevlerin kendini
yakmadığını düşünerek.
Erdem,
başkasının felaketine koşmaktır; felaket kapımıza geldiğinde feryat etmek
değildir. Başkasının yarasına ne kadar merhem olabiliyorsak o kadar erdemli, o
kadar insanız.
Uzmanlar
gelip araştırıp inceleyecekler… Teknik kurullar toplanacak… Yangın talimatları
ortaya serilecek... Mevzuat hazretlerine bakılacak… Sonuç: Kimsenin ihmali yok,
kusur elektrik kontağında, denecek. Tüm sorumsuz sorumlular huzur(!) içinde
görevlerini sürdürecekler.
Adil
HACIÖMEROĞLU
24 Ocak 2013
İlahi hocam, yazınızdaki tarihi eserlerin her biri birer ucube idiler. İstanbul'un siluetine yakışmıyorlardı. Sizin de belirttiğiniz gibi çoğu deniz kıyısında. Şimdi yerlerine beşer yıldızlı otelleri diksek, o otellerde zengin Arapları konuk etsek, ülkemize bolca döviz bıraksalar kötü mü olur. Siz bu statikocular zaten hep iş yapmak isteyen böyle çalışkan hükümetlerin önünü kesmek için şartlamışsınız kendinizi. Gelen gideni aratır diye boşuna dememişler. Özal geldiğinde 25 milyar dolar olan dış borcumuzu 50 milyar dolara çıkardı diye hop oturup,hop kalkmıştık. Şimdi 750 milyar dolar olmuş kimsenin gıkı çıkmıyor. Eeee böyle saça böyle tarak hocam. Bizler layık olduğumuz yönetimce yönetiliyoruz ama o şaheserler bu uygulamaları hiç haketmiyor. Sağlık ve sevgiler.
YanıtlaSilAdnan Yiğiter