Doğup
büyüdüğüm Of yöresinde şorombil adı verilen el değirmenleri vardı. Şorombil
herkeste bulunmazdı. Her mahallede bir evde olması yeterliydi. Bir el değirmeni
bütün mahallenin işini rahatlıkla görürdü. Zaten köylerde ortak kullanılacak
araçlar, eşyalar, aletlerin hepsi bir kişide bulunmazdı. Her komşuda biri
bulunur, kullanım zamanı gelince de komşuların hizmetine sunulurdu. Aslında bu
durum, mal edinmede de bir imecenin varlığını göstermekte.
Bizim
mahallede şorombil, Topaloğlu İlyas amcalarda vardı. Onların evleri bizimki ile
karşı karşıyaydı. Dedelerden kalan bir hukukla sürerdi komşuluk ilişkilerimiz.
Dedem, Rusya’daki esaretten kaçıp köye geldiğinde yok olmuş bir aile yaşamıyla
karşılaşmıştı. İki ağabeyi Sarıkamış’ta kalmıştı. Şehit olan ağabeylerinin
çocukları ölmüş eşleri de yeni yuvalar kurmuşlardı. Dedemin babadan kalan evi işgalci
Ruslarca yakılmıştı. Köye geldiğinde yanan evin biraz yukarısında tahtadan tek
göz bir kulübe yaptı komşuların yardımıyla. O tek gözlü kulübenin ilk yemeği de
İlyas Amca’dan geldi. Bir tabak fasulye ve bir tabak da mısır unu. Dedem,
fasulyeden yağsız tuzsuz bir yemek yaptı, karnını doyurdu. Bu yemek, belki de
dedemin en lezzetli ziyafetiydi kendine.
Şorombil,
aynı büyüklükte iki taşın üst üste konmasıyla oluşurdu. Şorombilin taşları, un
değirmeninkine göre daha küçüktür. Taşların
çapı yaklaşık altmış santim kadardı. İki taşın yüksekliği ise kırk santimi
bulurdu. Üstteki taşın ortası delikti. Bu delik, öğütülecek tahılların içeriye
atılması içindi.
Şorombili
çevirmek için üstteki taşın kıyısına doğru bir yerde bir oyuk vardı. Bu oyuğun
içine sağlam bir değnek konulur. Bu değnek yardımıyla taş döndürülür. Taşı
döndürmek güç isteyen bir şey. Genellikle mısır öğüten kişi, bir eliyle taşı
döndürürken bir eliyle de tahılı delikten değirmene yedirirdi. Bazen taşı
döndürme ve mısırı değirmenin içine atma işini farklı kişiler yapardı. Taş
döndükçe şorombilin ön tarafındaki boşluğa korkot denilen parçalanmış mısırlar
dökülürdü.
Korkot,
mısırın kaba bir biçimde parçalanmasından oluşurdu. Bulgurdan daha kalındır.
Korkottan “korkot çorbası” adı verilen yemek yapılır. Şorombilde korkot
çekilmesinin asıl amacı budur. Korkottan sarma, dolma gibi yemekler de yapılır. Ayrıca bazı yemeklerin içine katıldığı da olurdu.
Korkotun
bir başka kullanım alanı civciv yemi olmasıdır. Civcivlerin mısırları yemesi
olanaksızdı. Yörede arpa, buğday gibi tahıllar da yetişmezdi. Bu nedenle halk
çözümü, mısırı parçalatmakta bulmuştu. Tavuğun kuluçka süresi yirminci güne
geldiğinde yumurtalardan civcivlerin sesi işitilir. Bir gün sonra da dünya
güzeli civcivler dünyaya gözünü açardı çatlayan yumurtalardan çıkarak. İşte,
tam da civcivlerin sesi işitildiğinde torbaya doldurduğumuz mısırla komşumuzun
yolunu tutardık. Komşumuzun şorombilinde sevinçle korkot yapmaya başlardık. Yalnız
yaşayan yaşlı amcamız ve halamız biz gidince sevince boğulur. Bize küçük
ikramlarda bulunurlardı. Korkot çekme süresi içinde bu iki yaşlı, sevimli ve
candan insan yalnızlıklarını unuturlardı.
Zaman
zaman yardımlaşarak korkot çekilip elbirliğiyle çuvala doldurulurdu. Komşumuz
olan nine yıllara meydan okuyan, derileri kırışmış, parmakları bükülmekte
zorlanan elleriyle korkotları torbaya doldurmakta yardım ederdi biz çocuklara.
Az gören gözlerini kısarak işini titizce ve hakkıyla yapmak için uğraş verirdi.
İlyas
Amca’ya gelince... Onun yüzü hep gülerdi. Özenle kesilerek biçimlenmiş
genellikle ağarmış sakalının içinden hep gülümseyen dudakları görülürdü.
Yılların yorgunluğunu saklayan gözleri ise hep parıldardı. Nasırlaşmış
elleriyle başımızı, bir kuştüyü yumuşaklığıyla okşardı. Korkotu torbaya
doldurduktan sonra kalkıp eve gitmek isterdim. İlyas Amca üsteleyen bakışları
ve yumuşak ses tonuyla “Otur oğlum, biraz dinlen!” derdi. Oysa bende
yorgunluğun esamisi okunmazdı o yıllarda. Zaten şorombilde korkot yapmak benim
için bir oyundu. Benimle konuşmak istediklerini anlardım. Yalnız yaşamanın
zorluğunu duyumsardım iliklerime dek onların hüzünlü ses tonunda. Keyifle
otururdum bir iskemleye. Yaşlılarla söyleşmek çok hoşuma giderdi. Hele onlardan
bir şeyler dinlemek ve öğrenmek...
Fadi
Hala, titrek elleriyle bir bardak ıhlamur doldururdu. Ben, hemen yerimden
kalkar, ocağın yanında doldurulan ıhlamur bardağını alırdım. Çünkü onun o
titrek ve mübarek ellerine bardağı taşıma zahmeti vermek istemezdim. Dereden
tepeden, birazda eskilerden söyleşirdik. Dedemin Rusya’daki esaretten kaçıp
köyümüze gelmesini defalarca ve bıkmadan dinledim bu canlı tarihlerden.
Sarıkamış’ta
şehit olan babamın iki amcasını (Mehmet ve Ali dedeleri) İlyas Amca ile Fadi
Hala’dan dinlerdim hep. Çünkü ailemizde onları tanıyan kimse yok. Onların
boylarını boslarını, saç ve göz renklerini, askere (savaşa) gitmeden önceki
yaşamlarını onlardan dinledim. Onlar, çocukluğumu varsıllaştıran anıları
anlatırlarken kimi zaman duygulanırdım. Kimi zaman da yıllar öncesine gider,
dalar, seferberlik dönemi yaşamını gözümün önünde canlandırmaya çalışırdım.
Söyleşimiz bitecek diye ödüm kopardı. Çünkü tarihsel bir düşün derinliklerine
gömülürdüm. Düşümden uyanmak istemezdim. Yaşlı büyüklerimizin anlattıkları bitince
izin isteyip kalkardım. İçten kucaklaşmalar olurdu kapı üstlerinde.
Ben
dalgın dalgın anlatılanları düşünerek eve doğru giderken arkaya döner bakardım.
İlyas Amca ile Fadi Hala’nın arkamdan sessizce baktıklarını görürdüm ve
üzülürdüm onların dakikalarca kapı önünden dikilip bana ardı sıra bakmalarına.
Şimdi
mi? Ne el değirmenleri kaldı ne de o günkü yaşlılar. Dinlediğim bir dönemin tarihini
yansıtan anıları anımsadıkça kopar giderim. Nereye mi? Seferberlik zamanının
yoksulluk, acı, kan, gözyaşı, ayrılıklarla dolu iklimine.
Adil
Hacıömeroğlu
17
Kasım 2015
Şorombili ilk kez duymakla beraber ,İlyas dede ve Fadi halayıda dinler gibi oldum anlatımınızla.
YanıtlaSilDeğerli hocam elinize sağlık. Nede güzel anlatmışsınız şorombili, korkot çorbasını,imeceyi, Topaloğlu dedeyi.
YanıtlaSilBen de çocukluğumda çok çevirdim Şorobilin taşlarını,bizim yörede el değirmeni denirdi,kalemine yüreğine sağlık
YanıtlaSilElinize sağlık hocam, yine sımsıcak bir yazı olmuş.
YanıtlaSil