Doğu Karadeniz’de kadınlar, adları
yerine doğum yerlerinin, babalarının adları ve çok az da olsa lakaplarıyla
anılır. Bu durum, kadının köklerine içten bir saygının gösterilmesindendir.
Urus (Rus) Kızı’nın gerçek adını
yalnızca aile üyeleri bilirdi. Geldiği kent ve geçmişine ait bilinenler çok
azdı. Aslında bunları merak eden de olmazdı. Çünkü Urus Kızı çok becerikliydi.
İlklerin öncüsüydü. Az da olsa eğitilmiş bir kadının neleri yapabileceğinin
canlı bir örneğiydi.
Bolşevik Devrimi öncesi Doğu
Karadeniz’in on parmağında on marifet olan gurbetçileri Rusya’ya çalışmaya
giderlerdi. Hızarcılık, inşaat ustalığı, fırıncılık başlıca işleriydi onların.
Ekmeklerini, çarlık Rusya’sının geniş coğrafyasında dişleriyle tırnaklarıyla
çıkarırlardı.
Doğu Karadeniz’de çay yoktu o zaman.
Osmanlı toprakları yoksuldu. Tarım, sanayi gelişmemişti. Teknoloji, henüz
günlük yaşama girmemişti. Ortaçağ’ın kör karanlığında debelenen ülkenin
gençleri, ekmeği gurbet ellerde aramaktaydı. Almanya’ya II. Dünya Savaşı
sonrası giden işçilerimizden yıllar önce ilk gurbetçilerimiz, Rusya’ya
giderlerdi çalışmaya.
Dedem ve çevre köylerden arkadaşları,
I. Dünya Savaşı başlamadan önce Rusya’ya giderler ekmek paralarını çıkarmak
için. Dedemin kardeşi İlyas da birliktedir onunla. Savaş başlayınca dedemin
köyde ev bark sahibi iki ağabeyi Sarıkamış’a giderler savaşmaya ve şehit
olurlar. Dedemler, savaş koşullarında dönemezler Türkiye’ye. Savaş’ın sonunda
Bolşevik Devrimi olur. Gurbette kalmaları uzar. Bu sırada içlerinden bazıları
orada gönül kaptırır Rus güzellere ve evlenirler. Çocuk sahibi olanlar olur.
Bunlardan birisi de dedemin kardeşi İlyas’tır.
Bolşevik devrimcileri tüm Sovyet
topraklarına egemen olup ortalık durulunca sılaya döner dedem ve arkadaşları.
Kardeşi İlyas dönmez. Çünkü yerleşik bir düzen kurmuştur. Arkadaşları: Berberoğlu
Tufan (Kazançlı’dan), Delimahmutoğlu Celal (Bizim köyümüz Gülderen’den),
İbrahimağaoğlu Dursun (Sıraağaç’tan), Berberoğlu Dursun (Tufan Berber’in
kardeşi) Türkiye’ye dönerler. Berberoğlu Tufan bir Rus kızıyla evli ve bir de
çocuğu vardır. Eşini ve çocuğunu da getirir memlekete. Hıristiyan olan eşi
Müslüman olur. Zorlu bir deniz
yolculuğuyla gelirler Türkiye’ye. Berberoğlu Tufan’ın ağabeyi Dursun’un asıl
mesleği imamlıktır. Yolculuk sırasında gelinlerine namazda okunması gereken
sureleri ezberletir.
İşte, Berberoğlu Tufan’ın yanında Rusya’dan
getirdiği eşidir Urus Kızı. O dönemde, gerçi şimdi de pek değişmemiştir, Sovyet
topraklarının tümüne Rusya denirdi. Urus Kızı’nın doğup büyüdüğü yer, Azak
kıyılarındaki Ukrayna’ya bağlı Mariupol kenti. Etnik kökeni Rus. Bunun hiç
önemi yoktu. Asıl adı Nataşa, soyadı da Kabov’du. Köye geldiğinde adı Ayşe
olur. Ama köylüler ne Nataşa’yı ne de Ayşe’yi bilirler. Ona, gelenek olduğu
üzere geldiği yerin adıyla seslenirler: Urus Kızı.
Urus Kızı, eğitimli olduğundan beceriklidir.
Gelin geldiği Kazançlı Köyü ve çevresinde ilk fenni ebeliği o yaptı. Ebelikte
temizlik kurallarını o öğretmiştir köylerdeki alaylı kadın ebelere. Bu nedenle çevrede
sağlıklı doğumlar arttı. Onunla paslı bıçak ve makasla kesilen göbek kordonları
azaldı. Doğum öncesi ebenin el temizliği onunla devreye girdi..
Urus Kızı’nın en önemli becerilerinden
biri de terzilikti. Köy kadınlarına düzgün giysiler dikerdi. Önce mezurayla
ölçü alırdı. Giysileri prova ederek dikmesi, ilgi uyandırırdı. Onunla kadınlar
daha güzelleştiler. Çünkü vücutlarına uygun giysiler giymeye başladılar.
Urus Kızı, iyi bir aşçıydı.
Düğünlerde yemek pişirirdi. Onlarca kişinin önüne becerikli elleriyle
hazırladığı yemeklerin gelmesini sağlardı. Toplu yemeklerin vazgeçilmez
ustasıydı. Büyük kazanlarda malzemeleri ölçüsüyle koyardı. Yemeklerin tuzu da
yağı da kararınca olurdu.
Çocukluğumuzda yazın meyveleri
toplatırdı ninem. Üç köy ötedeki halama meyve götürmemizi isterdi. Biz de taze
topladığımız meyveler. Kazançlı Köyü’nden de geçerek halamın yaşadığı
Gökçeoba’ya götürürdük. Sepette ya da torbada taşıdığımız yük yorardı bizi. Urus
Kızı’nın evi, yol üstündeydi. Kapısının önünden geçtiğimizi görünce bizi hemen
tanırdı. Tanımasa da yanındakilere sorardı kim olduğumuzu. “Abdullah’ımın,
kardeşliğimin torunları beni görmeden nereye gidiyorsunuz?” diye seslenirdi.
Dedemin gurbet arkadaşı Berberoğlu Tufan’la uzun bir yolculuktan sonra gelmişti
bu köye. Bu nedenle dedemi kardeşliği bilirdi. Dedem, Rusya dönüşü evlendi ve
altı çocuğu yetim bırakarak bu dünyadan gencecik yaşında göçtü. Neredeyse
ömrünün yarısını gurbette geçirdi. Kısacık yaşamında anne, baba, kardeş, evlat,
eş acısını; onlarca sosyal olayı yaşadı. Uzun bir ömre bile sığmayacak kadar
çok olayların tanığı oldu.
Ayşe Nine’nin çağrısına sessiz kalmak
olanaksızdı. Biraz utangaç, biraz da çekingen bu çağrıya uyardık. Gösterdiği
iskemlelere otururduk. Kaşla göz arasında sıcak mısır ekmeğinin arasına
tereyağı ve peyniri koyardı. Yanına da ıhlamur çayı… Mısır ekmeğiyle ıhlamurun
buharları ve kokusu birbirine karışırdı. Bu, lezzetin doruğuydu. Bir de buna Ayşe
Nine’nin gözlerindeki sevgi dolu yeşil bakışlar eklenince keyfimize diyecek
yoktu. Dedemin nasıl insancıl, sevgi dolu, arkadaş canlısı bir kişi olduğunu
anlatırdı bize. Henüz tarihin önemini kavramadığımızdan tarihin tanığı Urus
Kızı’na soru sormazdık fazlaca. Yalnızca dedemi merak ederdik. Boyunu posu, göz
ve saç rengi gibi sorular sorardık ona. Canlı tarihin ciltler dolusu sayfaları
önümüzde dururken biz, çocuk aklımızla yaşamımızda bir kere bile görmediğimiz,
babamın bile zar zor anımsadığı dedemle ilgili fiziksel özellikleri merak
ederdik.
Tereyağlı, peynirli mısır ekmeğini
yiyip ıhlamur çaylarımızı içtikten sonra izin isteyip kalkardık. Yolumuz
uzundu. Beklemek olmaz, yoksa geç kalırdık gideceğimiz yere. Kalkarken
sepetimizden meyve vermek isterdik ona. O, kapısının önündeki ağaçları
göstererek “Bakın burada var. Siz, onları halanıza götürün.” derdi.
Yola koyulurduk üç beş adım sonra
arkaya dönüp baktığımızda Urus Kızı’nın yeşil bakışlarının peşimizde donup
kaldığını görürdük. Kim bilir neler düşünürdü. Belki Kırım topraklarında geçen
çocukluğuna ilk gençliğine düşünür dalıp giderdi. Berberoğlu Tufan Dede’yi
gördüğü ve ona vurulduğu ilk günü anımsardı büyük bir olasılıkla. Eğer
vurulmasıydı gönülden, bunca uzak bir diyarda geçirir miydi ömrünün büyük
bölümünü? Belki de Rusya topraklarından ayrıldıkları bir tekneden son bakışı
donup kalmıştı gözlerinde.
Biz, yolu oynayarak bitirirdik. Urus
Kızı çoktan aramızdan ayrıldı. Şimdi o evde torunları yaşamakta. Tabi, ev de
çağa uydu. Şimdi seyrek de olsa araba ile mısır ekmeği ve ıhlamur kokulu o evin
önünden geçerken Ayşe Nine’nin yeşil bakışlarını ararım. Ne yazık ki o
bakışları, sisli bir perdenin aralığından görür gibi olurum. Şefkat, sevgi,
cömertlik dolu sesini duyarım sanki. Tarihin öneli bir tanığının anıları da
onunla birlikte gitti. Ne mi kaldı geriye? İnsanlığı, fenni ebeliği, aşçılığı,
terziliği… Daha ne kalsın ki?
Adil
Hacıömeroğlu
29 Ocak 2017
Değerli Adil öğretmenim ,müthiş bir hilkaye olmuş, usunuza, yüreğinize , elinize sağlık! Geçmişin izlerini ve geleneksel değerlerini bu kadar derinlemesine anlatmanız ,yazının içindeki her bir ayrıntıyı ,duyguyu hissettirdi. Hem tarihi hem de insanî bir dokunuşla yazılmış, gerçekten etkileyici bir hikaye. Sanki ,tarihin içerisinde yaşanmışlığa tanık oldum.!Urus Kızı'nın hayatı, zorluklara rağmen gösterdiği beceriler ve toplumuna kattığı değerleri de çok güzel anlaşılır bir şekilde anlatmışsınız👏👏💐Geçmişleriniz nurda yatsın ..Ruhları şad olsun 🙏🏻Var olunuz.Fulya Kırımoğlu👩
YanıtlaSilHarika bir hikayeyi kaleme almışsınız. Sarıkamışda şehit olan dedenizin kardeşlerinin ruhu şad olsun.
YanıtlaSilEski zamanların ruhunu yansıttınız bize. Kaleminiz var olsun Adil bey
👏👏
Göçenlere rahmet olsun.. Kalemine yüreğine sağlık Adil Hocam
YanıtlaSilsevgili Adil hocamın yaşamından özellikle de çocukluk döneminden alıntıladığı anıları okumak keyifli ve mutluluk verici.kalemine güzel yüreğine sağlık hocam.
YanıtlaSilYürek burkan ne güzel düşündürücü bir hikaye bu. Hikayeyi okurken asırlık düşüncelere daldım inan ki. İnsanın içini burkuyor yaşanılanlar. Allah rahmet eylesin ölenlere ve URUS KIZINA. İnsanları aydınlatmış bilgisiyle. İşte ilim bilgi bu kadar önemli ve değerli. Kıymetini bilmeliyiz. Liyakat işte budur. Çok güzel bir hikaye okudum teşekkürler ÜSTADIM değerli yazarımız.
YanıtlaSilDUYGUSAL ŞAİR İSMAİL GÖKÇE / DENİZLİ
Teşekkürler ler,Güzel bir yazı,Almanya dan selamlar saygılar sevgiler.Hasan Kılıç
YanıtlaSil