Çocukluğum
meyve ağaçları arasında geçti. Baharın gelmesiyle rengârenk çiçeklenen meyve
ağaçları, farklı bir coşkunun insan yüreğinde ılık ılık akmasına neden olurdu.
Küçücük çocuk yüreklerimiz, top top çiçeklenen kiraz ve elma ağaçlarının
güzelliği karşısında göğüs kafesine sığmazdı neredeyse. Erik, armut, vişne,
dut, incir, üzüm, karayemiş, ceviz, kestane ve fındıklar... küçücük çocuk
dünyama, büyük düşlerin muştucusu olurdu. Hele çalıların, dikenlerin bedenimize
verdiği acıya aldırmadan zevkle topladığımız böğürtlen, yaban mersinlerinin
tadına doyum olmazdı. Kayalarda bir keçinin çevikliğiyle dolaşarak çilek
toplamak ayrı bir güzellikti.
Sabahleyin
uyanınca ilk işim pencereyi açmak. Bu, çocukluğumdan beri böyledir. Açık
pencereden dışarı bakmak, çiçeklenen ağaçları doyasıya izlemek, sabahın
kokusunu ciğerlerime doldurmak doyulmaz bir zevk. Meyve ağaçlarını tek tek
gözlemler, değişiklikler varsa onları belirlerdim. Çiçeklerin meyveye dönüşmesi
aşamasını kaçırmamaya dikkat ederdim. Tırnak ucu kadar küçücük bir meyvenin
mucizevî bir biçimde büyümesini hayranlıkla izlerdim.
Her sabah,
sanki meyve ağaçlarında büyük bir değişiklik olacakmış gibi heyecanla fırlardım
yatağımdan. Dalda olgunlaşan ilk meyveyi görmek için günlerce beklerdim, ivedi
bir coşkuyla. İlk olgun meyveyi gördüğümde bütün ev halkını toplardım ağacın
başına. Deli gibi koştururdum sağa sola. Duymayan kimse kalmasın, herkes
mevsimin ilk meyvesini görsün, diye.
İlk
olgunlaşan meyveyi koparmak istemezdim dalından. Çünkü kalabalık ailede kimseye
yetmezdi bu. Büyükler “İlk görenin hakkıdır bu.” deseler de benim için bir şey
değişmezdi. Babam, beni rahatlatmak için “Koparmamakla iyi yaptın; ham olanlar,
olgun olanı görünce hızla olgunlaşırlar.” derdi. Bu, benim için bir neden
yaratırdı tek meyveyi koparmamak adına.
Önce erikler
olgunlaşmaya başlar, tabi türüne göre. Erik olgunlaşır da kirazlar ondan geri
kalır mı? Tabi ki kalmaz. Al kirazlar, sevdalı bir gelin gibi nazlı nazlı
gösterir kendini dallar arasından. Kirazın ardından imdada dut yetişir. Kirazı
fazla yiyen çocukların bağırsakları bozulur, vücut su yitirir. “Kiraz: ‘Dut
yetişmezse beni yiyenin boynunu sapıma döndürürüm.’ demiş.” atasözünün
gerçekleştiğine onlarca kez tanıklık etmişizdir.
Armutlar
türlü türlüdür. Haziranda başlayan armut toyu, sonbaharın ılıklığının yerini
kışın soğuk rüzgârlarına bıraktığı günlere kadar sürer. Renk renk, irili
ufaklı, türlü aromaları, eşsiz tatları sunan armutlar tanrısal bir toyun eşsiz
meyveleri.
Elmalar,
incirler, üzümler, karayemişler yazın diğer tatlarıdır. Yaz, doğa ananın tüm
nimetlerini cömertçe sunar evlatlarına. Bu eşsiz sofrada tüm insanların ve
diğer canlıların yeri var. Herkes, payına düşeni alır. Kimi karnını doyurmak,
kimi de bal yapmak için. Kuşlar, yuvalarındaki yavruya bu meyvelerle can verir.
Yere düşen yüzlerce meyve, ineklerin memelerinden süt olarak akar bakır
bakraçlara.
Bir karganın
sert gaga darbesiyle yere düşen incir, altta toprağı tükenmez bir azimle
eşeleyen tavuğun yumurtasında can bulur. Gelincikler, sincaplar cirit atar
meyve ağaçlarının dallarında. Onlar için de bir coşkudur toy mevsimi.
Bugün kentin
betonlaşmış görünümünde yine çocukluğumda olduğu gibi cama koşarım sabahın
seherinde. Meyve çiçeklerinin kokusunu içime doldurmak isterim. Ama nafile...
Keskin bir egzoz kokusu yakar genzimi. Ararım meyve dallarında bin bir lezzete
gebe rengârenk çiçekleri. Grinin donuk bakışlarındaki soğukluk yakar içimi.
Olgunlaşmadan dalından düşen bir meyve gibi hüzünlenirim mevsime. Ne baharı
bahar gibi, ne de yazı yaz gibi yaşarız bu beton denizinde. Bir çiçeğe, kuş
cıvıltısına, arı vızıltısına özlemle geçer ömür.
Yaşamın
tadı; doğanın sunduğu güzelliklerin, nimetlerin değerini anlayıp bilmekte.
Griyi, yeşile egemen kılmak mıdır marifet? Yaşamak, bahar yellerinin türlü
kokularında yıkanan tinleri susuz bırakmak mıdır çöl ortasında?
Nerede
rengârenk çiçeklenen meyve dalları? Olgunlaşan meyvelerin toy sofrasında yerini
almakta mıdır cümle mahlûkat? Her sabah erkenden uyanıp pencereyi açan kaç
çocuk vardır acaba bacası tüten köy evlerinde?
Adil
Hacıömeroğlu
21Eylül
2013
Doğa güzelliğinin bozulmamış görünümü içinde yaşadık çocukluğumuzu. Şimdi özlemle andığımız o güzellikler tahrip ediliyor , bozuluyor. Bu doğrultuda sayın Haciömeroğlu 'nun gözlemlerini ve anılarını bizimle paylaştığı güzel yazı bu. Teşekkürler !
YanıtlaSil