Ortaokul
birinci sınıftan ikiye geçtiğim yaz dinlencesiydi. Evimizin çevresindeki meyve
ağaçları, dallarındaki yükü çekemez durumdalar. Armutların dallarından bal
akmakta. Meyve kokusu, insanı sarhoş etmekte. Günün büyük bir bölümünü meyve
ağaçlarında geçirmekteyiz. Mahallemizdeki çocuklar doğa ananın bu büyük
toyundan nasiplenmedeler. İçimiz dışımız armut. Ye babam, ye...
Ballanan
armutlar yemekle bitecek gibi değil. Farklı bir yol denemeliyim. İlk ticari
girişimimim böyle başladı.
Benden
büyük olan ve komşu köyde yaşayan halamın oğluyla anlaştık. Armutları toplayıp
Hayrat pazarında satacağız. Pazarın kurulacağı pazartesi gününü iple çekiyoruz.
Karadeniz köylerinde eşeği olan neredeyse yoktur. Koskoca köyde bir eşek var.
Onun da sahibi akrabamız. Eşeğin sahibi, çocukları seven bir teyze. Derdimizi
anlatınca eşeği bir günlüğüne emanet vereceğini söylüyor. Meyveleri eşeğe
yükleyeceğiz. Bir bölümünü de biz taşıyacağız.
Terazimiz
yok. Onun da çözümünü kolayca bulduk. Yıllanmış bakır bir tas ölçümüz. Bir tas
meyve yirmi beş kuruş. Daha başlamadan kazanacağımız paranın hesabını yapıyorum
kendimce. Bu parayı nereye harcayacağımda belli. Yani gelir gider dengesi denk.
Sıcak,
nemli bir pazar günü. Erkenden işe koyuluyoruz. Ağaç dallarında mutluyuz. Ben
yukarıdan armutları toplayıp sepete dolduruyorum. Sepeti, iple aşağıya
sarkıtıyorum. Halaoğlum, sarkıttığım küçük sepetteki armutları özenle büyük
sırt sepetine dolduruyor. Öğlen olmadan Üç beş sepet doldu. Tabi ev ahalisinin
ve komşularının haklarını da unutmadık. Onlar için topladıklarımızı ayırdık.
Artık, keyfimize diyecek yok. Bir gün beklemek uzun bir zaman. Gidip gelip
armut sepetlerine göz atıyorum. Sepetlerin üzerlerini örtülerle kapatıyorum,
sıcaktan etkilenmesinler diye. Ne de olsa sermayem onlar. Pazartesi, sabah
ezanıyla yola çıkacağız.
Benim
telaşlı coşkumu gören ninem (babaannem), neden bu kadar heyecanla koşturduğumu
sordu. Ben de büyük bir iş başarıyormuşçasına anlattım her şeyi.
Ninem:
“Aferin oğlum, iyi yaptın, iyi ki topladın armutları. Zaten çok olgunlaştılar,
çürümeleri yakındı.” deyince sevindim içten içe.
Ben
de: “Hayrat’a götürüp satacağım onları.” dedim.
Ninem
sürdürdü konuşmasını kararlılıkla: “Meyve, hiç satılır mı oğlum? Neden Hayrat’a
götürüp zahmet çekiyorsun. Meyvenin kendisi hayrattır zaten. Evin üst yanındaki
yola çık, gelene geçene ver armutları geçmişlerinin ruhu için. Hayır yap, dua
al.” deyince yapacak bir şeyim yoktu.
Ninemin
dediğini yaptım. Sıcak bir yaz gününde gelene geçene armut dağıttım. Yorgunluk
duymadım, çünkü çok mutluydum. Böylece ilk ve son ticari girişimim başlamadan sona
ermiş oldu, büyük bir yaşam dersiyle.
Aradan
yıllar geçti. Ninemin o sözleri hala kulaklarımda çınlamakta. Meyveleri hep
kutsal varlıklar olarak gördüm. Meyvenin sahibi doğa ana, paylaşacak olanlar
ise tüm insanlar.
Adil
Hacıömeroğlu
27
Eylül 2013
Doğal güzellikler içinde meyveler , tatlarıyla da çekicidirler. Meyvelerin dalındasn toplanması , satışa sunulması zahmetli olduğu ölçüde zevklidir de.Aile içinde , dostlar arasında yardımlaşma da bu zevki artırır. İşte Sayın Adil Haciömeroğlu da bu anısında meyve toplama va satışa sunma işini güzel anlatımıyla aktarmış. Teşekkürler! ÖZGEN KARA
YanıtlaSilGünümüzde nelerin satıldığını düşününce bir garip hüzün çöktü omzuma..
YanıtlaSilline yüreğine sağlık..
Hocam ninenizin mekanı cennet olsun , anlatımın başlığını okuyunca Adil hocamız aileden gelen misafir görgüsüyle çevresindekilere sevabına dağıtmıştır diye içimden geçti Allah kabul etsin verenin meyvesına Rabbim daha çok bereket verir , tabiat ana kurda ,kuşa rızkını verir.Yüreğinize sağlık.👏✍️🌺🙏🏻🍀👩Esen kalınız,Fulya Kırımoğlu
YanıtlaSilBiz hayrat yapmaktan usanmadıkça,Cenab-ı Hak ecir-sevap yazmaktan usanmaz.
YanıtlaSil