O, İNANIYOR YA...


Ninem (babaannem) iyi bir hafızdı. Dini bütün bir kişiydi. Babası, Oflu hocaların birçoğunun yetişmesini sağlayan Dereyurtlu Molla Mehmet’ti. Kuran okumayı ve dinsel bilgilerin çoğunu babasından öğrenmişti. Nefesinin kuvvetli olduğu söylenirdi. Kocakarı ilacı yapmakta ustaydı. Çocuğu olmayan kadınlar, ruhsal rahatsızlığı olanlar, saralılar, kısmi felçliler, uykusuzluk çekenler, baş ağrısından kurtulamayanlar, romatizması azanlar, gece karanlığından korkanlar, kötü düş görenler, kocası ya da oğlu hayırsız olanlar, kocasının ilgisizliğinden yakınan kadınlar, iştahsız çocuklar, gece yatağını ıslatan yetişkinler, ineği yeterince süt vermeyen kişiler, yaralılar, hazım ve boşaltım sorunuyla uğraşanlar, yük taşımaktan bel fıtığına tutulanlar, gurbetteki eşinden haber alamayan taze gelinler, daha usunuza gelebilecek onlarca hastalığın umarıydı o.

Ninemden umar uman dertliler, bizim eve gelir. Kışın ocağın başında, yazın kapı önünde oturan ninemin önüne bir iskemleye saygıyla otururdu. Her gelen derdini biraz da abartarak üzüntülü bir yüz ifadesiyle anlatırdı. Ninem, arada sorular sorarak karşısındaki kişiyle iletişimini ilerletirdi.

 Kimi zaman utangaç gelinler, kızlar kaynanaları ya da anneleriyle gelirlerdi. Bu durumda derdi dillendirmek, büyüklere düşerdi. Arada gelinler, kızlar utangaç bir tavırla söze karışır, düzeltmeler yapardı. Anneler ya da kaynanalar anlattıkça yanlarındaki tazeler, daha da üzüntülü bir duruma sokarlardı kendilerini.

Konuşmalar sırasında ninemin olumlu telkinleri gözden kaçmazdı. Hep moral verirdi karşısındakine. Sabırla dinler, bir sorun çözücü edasıyla konuyu anlamaya çalışırdı. 

Sorunu dinledikten sonra ninem, içinde kaynar su olan güğümü önüne alır. Güğümün üstüne bir parça ekmek koyar. Bazen tarak da konurdu güğümün üstüne. Ya bir ekmek bıçağını ya da kuşağından çıkardığı çakısını eline alarak okuyup üflemeye başlardı. O, okuma başladığında herkes sessizliğe gömülürdü. Umar arayanlar, heyecanlı bir yüz ve yaşlı gözlerle onu dinlerlerdi. Ninem, bıçağı ekmeğe sürüp buharda tuttuktan sonra karşısındakinin eline, yüzüne, bedenine sürerdi. Arada “Tüh, tüh!” diyerek okuyup üflemesini sürdürürdü. Bıçağı her sürüşünde, karşısındaki irkilip geri çekilirdi.

Yaralı, ağrılı yerlere ekmek içi, haşlanmış patates, sobada ısıtılmış lahana yaprağı, yoğurt, toprak, türlü otlar sarardı. Sarımsak vazgeçilmez ilaçtı onun için. Neredeyse tüm yaralara, ağrılara, saçkıran olmuş yerlere sürdürürdü sarımsağı.

Rendelenmiş sabun, yumurtanın beyazı, buğday unu karışımına biraz zeytinyağı döker karıştırırdı. Karışımı forotika beze (kendir liflerinden yapılan yöreye özgü bir kumaş) sararak çatlak ya da kırık kemiklerin üstüne örterdi. Sargı, bir hafta özenle korunurdu. Bir hafta sonra hasta gelir, sargıyı ninem özenle açardı.

Korkusu olanların ilacı başkaydı. Kaynamakta olan güğümdeki suyu bir lengere boşaltırdı birden. Boşaltır boşaltmaz güğümü, lengerdeki suya sokardı ve sıcak su gerisin geri güğüme dolardı. Aslında güzel bir fizik deneyiydi bu. Böylece kişinin korkusu alınırdı.

Okuma işi bitince yoğun bir telkin faslı başlardı. Moralleri düzelmiş olarak herkes yanından ayrılırdı. Üzüntülü gelen kişilerin yüzlerindeki sonsuz mutluluğu görmek olanaklıydı ayrılış sırasında.

Sağaltımcının, sağlık kuruluşunun olmadığı bir yerde böylesine ruhsal bir otamanın umarsız kişilere bir nebze olsun umut verdiğini unutmamak gerek.

Ninem yaptığı kocakarı ilaçlarından, okuyup üflemelerden hiçbir karşılık istemezdi. Onun için bir hayır duası her şeyin üstündeydi. Yine de dertli ya da hasta olanlar ninemle vedalaşırken türlü vaatlerde bulunurlardı. “Derman bulursam, sana ... gün tarla işlerinde yardım edeceğim. İyileşirsem şu armağanı alacağım.” diyenler çoktu. Derman bulanlar sözlerinde dururlardı. Çünkü vaadini tutmadıklarında, daha beter bir derde gark olacaklarına inanırlardı. Bu nedenle de sözler yerine getirilirdi. Harcanan emeğin karşılığını vermeyi bir vicdan borcu bilirdi herkes.

Bir gün nineme: “yaptığın ilaçların etkisine, nefesinin iyileştirici gücüne inanıyor musun?” diye sordum.

O: “Onlar inanıyor ya...” diyerek yanıtladı beni. Evet, onların inanması önemliydi. Okuma yazma bilmeyen ninem, bana tinsel sağaltımın önemini kavratmıştı ilk gençlik yıllarımda. Olumlu erkenin gücünün nelere kadir olduğunu anlatmıştı kısacık yanıtıyla. Bana, yaşamım boyunca unutamayacağım bir dersti bu.  Günümüzde olumlu erke üzerine konferanslar veriliyor. Büyük paralarla bu işi yapan kişiler dolaşmakta ortalıkta.

İnanmak; mutlu olmanın, başarmanın, zorlukların üstesinden gelmenin anahtarı değil mi?

                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           11 Şubat 2014

 

 

 

 

6 yorum:

  1. Zamanın doktorluk ,terepastlik ,psiklojik danışmanı görevini yerine getirmiş .ihtiyaç duyulanı yapmış.
    Mekanı cennet olsun ,ışıklar içinde uyusun .

    YanıtlaSil
  2. Topraktan öğrenip, kitapsız bilenler... Bugün varlığını arıyoruz bu bilgelerin. Allah rahmet eylesin hocam.

    YanıtlaSil
  3. Allah rahmet eylesin,toprağı bol olsun.
    İnanmak,başarmanın yarısıdır. İnancımız ve umudumuzu asla kaybetmemeliyiz.

    YanıtlaSil
  4. Babamın akrabalarından birisi hastalanmış,bir süre hastanede yatmak zorunda kalmış..Hastanede geçen günlerinde boş durmamış,yazısı güzelmiş,oturup bildiği bütün duaları,her derde devâ kocakarı ilâçlarının tariflerini kağıda geçirmiş.. Hastaneden çıkınca yazdıklarını ciltletmiş, kitap haline getirmiş.. Balkan Harbini müteakip 1912 yılında ailecek Makedonya'dan İzmir'e hicret ederken bu kitap da eşyalarının arasında İzmir'e gelmiş..Sonraki tarihlerde kütüphanesinde kitabı bulan babam, arasıra göz atmak, belki de bana söylediği gibi kitabın korunmasını, yok olmamasını sağlamak için Sakıp Sabancı'ya göndermek üzere kitabı işyerine getirmiş.. Birgün müşterimiz olan fakir dağ köylülerinden birisi yanında hanımıyla işyerimiz olan mağazaya geldiğini gördüm.. Kadıncağız hastaydı.. Babam ne derdi olduğunu sorunca, kocası ,"bey amca sürekli başı ağrıyor, ağrıdan kurtulamıyor,Ethem Hocaya okutmaya getirdim.." dedi..Bunu cevap üzerine babam, kitabı çekmecesinden çıkardı, bir naylon parçasına sardı, "hocaya para kaptırma, bu kitabı hanımının yastığının altına koy, ağrıları geçecek.." dedi.. Gerçekten bir hafta sonra pazara gelen köylü kardeşimiz, kitabı getirdi, sevinç içinde babamın elini öpüp,hanımının hiçbir rahatsızlığı kalmadığını söyledi.. Bundan sonra ne mi oldu.? Hanımları ve çocukları rahatsızlanan bütün köylüler kitabı alıp köye gitti,bir kaç gün sonra geri getirdi.. Arap harfleriyle kaleme alınmış bir kitap dertlere derman oldu.. Bu arada şunu da ekleyeyim; babam son derece Cumhuriyetçi,Kemalist,Milli Mücadele dönemini görmüş, yaşamış ve bu uğurda bir takım görevler ifâ etmiş bir insandı..

    YanıtlaSil
  5. Burdan insanın son dönemlerinde nasıl olması gerektiğiyle ilgili mesaj var.Evin yaşlısı olursan,bir köşede oturursun,değer görmezsin. Ama evin ihtiyarı olursan,akıl danışılan,fikir sorulan olursun. Kuranın inananlar için şifa olduğunu,inkar edenlerin ise hastalığını artıran ayetler var. Çok ilginç;Kuran,aynı hastalıktan muzdarip olan iki hastadan,inanana şifa olurken,inkar edenin hastalığını-inkarını artırıyor.

    YanıtlaSil
  6. Adil hocam nineniz nurda yatsın .Bilge’ lik tecrübe , görmüş geçirmiş olmak başka bir kültür, örf ve adetlerimizde başkalarının derdine çare bulmak üzüntülerini hafifletmek , sevinçlerine mutlu olmak vardır.Babaannenizin içindeki iyilik ve paylaşmak tohumları okumakla birleşince inanmanın iyileştirici gücü ortaya çıkıyor.Çare bulamayan insanlarımıza çözüm bulmak , yaralarına merhem olmak ne güzel .İyileşmenin yolu olumlu olup inanmaktan geçiyor , umut her zaman vardır . Hocam siz de bizlerle paylaşıyorsunuz , yüreğinize sağlık , ninenizin ve geçmişlerinizin yattıkları yerler çiçek bahçesi olsun .Bir insan hala anılıyorsa bence yaşıyor demektir.İz bırakmak önemli , herkes fani dünyadan geçiyor ömür dediğin nedir ki? Yaşam da birilerine faydalı olup dua alabiliyorsak ne mutlu bizlere , Rabbim dua alanlardan eylesin.✍️👏🧿💐🙏🏻👩

    YanıtlaSil