Soma
katliamı öncesiydi. Gülen Cemaati’nin ışık evlerinde kalan tanıdık bir
üniversite öğrencisiyle bir aile ortamında birlikteydik. Saf Anadolu çocuğu
denilecek nitelikte biriydi. Anadolu’nun bir kentinde yaşayan ailesinin
kucağından ayrılıp İstanbul’a gelmiş bir öğrenci. Gözü açılmadan, İstanbul’u
tanımadan, gençliğinin delişmen duygularını yaşamadan devşirilmişti aile
ocağından.
Tanıdık
genç fen bilimleriyle ilgili bir bölümün öğrencisi. Ancak bilimsel düşünüşten
ve bakış açısından yoksun birisi. Kulaktan dolma dinsel bilgileri yineleyip
durmayı bilgi sanan bir genç. Karşımdaki sanki genç değil de yetmişini devirmiş
bir yaşlı. Heyecanı yok! Üretkenliği sıfır. Akıl yürütme hak getire...
Cemaat’in üç beş yayını dışında okuduğu bir şey yok. Yalnızca cemaat liderine
kayıtsız, koşulsuz, sorgulamasız bir bağlılığı, inancı var.
Uzun
söyleşimizin sonunda soruyorum ona: “Hoca Efendi neden ABD’de? Niye vatanında
yaşamıyor?”
Genç,
önce susuyor; sonra derin bir sırrı açıklayacakmış gibi oturduğu yerde
doğruluyor. Derince soluklanıyor. Gözlerini bana dikerek: “Biz, bu
söyleyeceklerimi kimseye söylemiyoruz. Bunlar çok gizli bilgiler... Hoca
Efendi, ABD’nin üst düzey yöneticilerine vaaz veriyor. Onlara, İslam’ı
anlatıyor. Vaazlarında Amerikalılar da ağlıyor. Üst düzey ABD’lilerin birçoğu
Müslüman oldu. Hoca Efendi, oradaki görevini tamamlamadan dönemez Türkiye’ye. Bu
vaazların kasetleri de var, ama çok gizli.” Bu tümceleri sıralıyor, derin ve
inançlı bir sesle.
Ben,
içimden kahkahalar atıyorum. Ama karşımdaki genç bu dediklerine inanmış.
ABD’nin Müslüman olacağı düşüncesi bile onu çok mutlu etmekte. Olanaksız bir
hayal bile onun ayaklarını yerden kesmekte.
Bir süre susuyorum. Sonra soruyorum ona: “Hoca,
bu vaazları hangi dilde yapıyor?” diyorum. Bu soru, onu mutluluk düşünden
uyandırıyor. Onu düşünden uyandırdığım için az da olsa üzülüyorum. Çünkü düş
aleminin hoşluğunda esrikleşiyor.
Susuyor
uzunca bir süre. Beklenmedik bu soru karşısında şaşırıyor. Belli ki bugüne
kadar böyle bir soruyla karşılaşmamış. Sonra yanıtlıyor beni: “Vaazları
İngilizce bilen ağabeyler yapıyor.”
Ben:
“Demek ki ağlatan Hoca değil, müritleri öyle mi?” diye söyleniyorum. Bundan
sonra konuşulacak pek bir şey yok. Körü körüne inanç sarmalamış gencimizin
beynini. Düşünme kanalları tıkanmış.
Gündüz
okulda, gece kendinden küçük öğrencilere ders vermekte. Uyuyacak zamanı bile
yok. Yorgunluktan bitkin düşmüş. Yanında konuşulanların çoğunu bile işitemiyor.
Tüm yaşamı bir kısır döngünün karanlık zindanına hapsolmuş.
Cemaat,
Hoca’nın ABD’de yaşamasına ne güzel bir kılıf uydurmuş. Her koşulda lidere
inanmayı görev sayan gencecik koşullanmış beyinler böyle hapsediliyor Ortaçağ
düşüncesine. Şeyh uçmuyor, müritler uçuruyor onu körü körüne bağlılıklarıyla.
Adil
Hacıömeroğlu
23
Mayıs 2014
Gülen cemaatinin içine düştüğü beyin köleliği irdelenmiş bu yazıda. Cemaatte bir genç ile görüşen Sayın Adil Haciömeroğlu'nun bu yazısından da anlaşıldığı gibi ; üniversite okuyanlarda bile bilimsel görüş yerine '' MÜRŞİT'' e körü körüne inanmak var. Bu genç , F. Gülen Hoca'nın vaizleriyle ABD üst yetkililerini de ağlattığına , onların çoğunu müslüman yaptığına inanmıştır. Hangi dille vaaz verdiği sorusunda takılıp kalan genç ( Gülen'in İngilizce bilmediğinin ayırdında olmalı ki ) , : '' Vaazı , ingilizce bilen ağabeylerimiz tercüme ediyor. '' yanıtını verebiliyor. Burada Gülen Hoca'nın onları da vaazıyla ağlattığı savının geçerli olamadığını o genç düşünemiyor belki. Ünlü kişinin dediği gibi '' dini afyon olarak kullanıp '' insanların beyinlerini yıkayabiliyor F. Gülen. Bu , önemli uyarı yazısı aynı zamanda. TEŞEKKÜRLER
YanıtlaSil