Henüz
ilkokula başlamamıştım. Yaz sonuydu. Meyve, mısır, ağaç, ot kokan ılık güz esintileri
başlamıştı. Sabahleyin birden fırtına koptu. Akşama doğru yağmur yağdı.
Yağmurdan sonra rüzgâr daha da şiddetlendi.
Büyük
bir bölümü ahşap olan evimizden çatırtı sesleri yükseliyordu. Rüzgâr, arada
sırada çatıdan kiremit fırlatıyordu aşağıya. Evin kuzeyindeki bölümün üst
katını örtmekte olan perde adı verilen tahtaları koparmaktaydı fırtına zaman
zaman. Kopan perdelerin açıklığından delişmen rüzgâr evin içine dalmaktaydı.
Evin
çevresindeki meyve ağaçlarının dalları, camlara çarpıyordu. Rüzgârın uğultusu,
ağaçların vınlaması, ev tahtalarının çatırtısı, çatıdan düşen kiremitler korku
vermekteydi. O gece çok uzun ve ürkütücü oldu. Komşularımızdan bazıları bizim
eve geldiler. Evimizin üst yanında bir yol vardı. Yolun bir bölümü, iki kaya
arasından geçen sığınak gibiydi. Burası korunaklı bir alandı. Ağaç devrilse
bile buraya sığınanlara zarar vermezdi. Komşularımızla bu doğal korunağa
sığındık.
Küçücük
bir fener vardı aydınlanmak için. O da rüzgârın şiddetine dayanamayıp söndü.
Karanlık gecede fırtına büyüdü, büyüdü... Önüne geleni yiyen, yıkıp deviren bir
canavara dönüştü. Bazı ağaçların gövdelerinden gelen çatırtılar acı çığlıklar
gibiydi. Kopan büyükçe bir dal parçası başka bir ağacın gövdesine çarparak
korkunç bir gürültü çıkarmaktaydı.
Amcam
ve babam, rüzgâra meydan okurcasına hızla eve doğru koştular. Ahırdaki inekleri
alıp yanımıza getirdiler. Ev yıkılırsa ineklere zarar gelmesini istememişlerdi.
İneklerimizle birlikteydik. Köpeğimiz Ç. de yanımızdaydı. Ben, ona sarılmış,
kayanın dibindeki hendeğe yatmıştım. Fırtına arttıkça ağlama sesleri
çıkarmaktaydı. Rüzgâr, kayaların arasında yitiveriyordu adeta. Eriyen bir cisim
gibiydi.
Fırtınanın
ara verdiği bir anda yerimden fırladım. Köpeğim de peşimde hızla kümese
yöneldim. Hint horozumu kucakladığım gibi koştum sığınağımıza tavukların
çığlıkları arasında.
Büyüklerin kaygıları gecenin karanlığında
belli oluyordu. Herkes evinin fırtınaya dayanamayıp yıkılacağını düşünmekteydi.
Dualar okunuyordu. Herkes, sabahın olmasının hayır getireceğini düşünmekteydi.
Babamın kolunda saat vardı. O yıllarda saat az bulunur bir şeydi. Babam
karanlıkta ikide bir saatine bakıyordu. Çoğu zaman da göremiyordu kadranı.
Zaman geçmek bilmiyordu.
Geceyi
ortasından bölen büyük bir gürültü işittik çatırtılarla. Bir an evin
yıkıldığını düşündük. Büyüklerden birkaçı koştu birden. Çocuklara yerlerinden
çıkmamaları öğütlendi sıkı sıkı. Az sonra çatırtılı gürültünün nedenini öğrenmiştik.
Evimizin alt köşesinde, yani güneybatısında yer alan, dede yadigârı muşmula
armudu devrilmişti. Devrilen ağaç evimize yaslanmıştı. Yaslanırken de çatının
bir bölümünü yıkmıştı.
Muşmula
armudu, yaz sonunda olgunlaşır. Meyvesi, küçüktür hemcinslerine göre. muşmulaya
benzediği için bu adı almıştır. Hamken turuncuya çalan sarı renktedir.
Olgunlaştıkça rengi açık kahverengiye döner. Ciğerlendiğinde (Daha çok
armutların olgunlaştıkça içlerinin koyu kahverengiye dönmesidir.) meyve
koyulaşır. Dayanıklıdır. Kokusuna ve lezzetine doyum olmaz.
Muşmula
armudu her yıl çok meyve verirdi. Dallar, meyvelerin ağırlığıyla aşağıya doğru
sarkardı. Bereketli bir ağaçtı. Meyvesi bitmek tükenmek bilmezdi.
Tam
da muşmula armudunun üzüntüsüyle sabahı beklerken büyük bir gürültüyle
irkildik. Kayadan kafamızı çıkardığımızda evin üst yanındaki kırmızı eriğimiz
yerdeydi. Koca ağaç, komşunun tarlasına yan gelip uzanmıştı. Gecenin
karanlığında yapacak bir şey yoktu. Yarı uyanık bir gece son ermekteydi. Tan
yeri ağarmaktaydı. Fırtına kesilmişti. Herkes bulunduğu yerden çıktı.
Komşularımızla önce yıkılan meyve ağaçları incelendi, ardından çatının hasar
gören bölümü. Bizler eve girdik. Kahvaltı hazırlıkları başladı. Babamla amcam
komşularımızla gittiler. Onların evlerine bir şey olup olmadığına bakmak için.
Onlarda kayda değer bir zarar yoktu.
Kahvaltı
çabucak yapıldı. İpler, baltalar, testereler, direkler... hazırlandı. Evin
yıkılan bölümü kimsenin umurunda değildi. Öncelik muşmula armuduyla erik
ağacındaydı. Muşmula armudunun gövdesi direklerle desteklendi. Ağacın yere
yapışması önlendi. Ağacın devrildiği tarafın ters yönünden iplerle bağlandı.
Eli, ayağı çabuk genç biri, armut ağacına tırmandı beline ipler bağlıydı.
Elinde bir çalakop.
Uzun ve sağlam ipler, ağacın gövdesine sıkıca
bağlanıp aşağıya sarkıtıldı. Ağaçtaki kişi, yukarıdan başlayarak özenle ağacı
budadı. Dallar budandıkça ağaç hafifledi. Budama işi bitince genç akrabamız
ağaçtan indi. Hep birlikte ağaca bağlanan iplere yapışıldı ağaç yavaşça
çekilmeye başlandı. Birkaç güçlü kuvvetli büyüğümüz gövdeden itmeye başladı.
Bir yandan da gövdedeki destek direkleri konuma uygun duruma getirildi. Ağaç
tamamen doğrultuldu. Direkler, sağlamlaştırılıp sabitlendi. Köklerin üzerindeki
gevşemiş toprak berkitildi. Yüzler gülüyordu. Bir meyve ağacını kurtarmanın
mutluluğu yüzlerden okunuyordu.
Sıra
erik ağacına gelmişti. Erik ağacı budanmadı. Direkler ve iplerle kaldırıldı
yattığı yerden. Eriğin yere koşut uzanan büyük dalı ve gövde direklerle desteklendi.
Dibindeki toprak sıkıştırıldı.
Meyve
ağaçlarını kurtarma çalışması yorucu olmuştu. Çay molası verildi. Demli çay
keyifle yudumlandı. Çayın yanında ufak atıştırmalar yapıldı. Sırada çatının
yıkılan bölümünün onarımı vardı. Hava kararmadan çatı işi bitti.
Kimsenin
usundan ağaçları kesmek geçmedi. Çünkü geleneklerimize göre ağaçları boş yere
kesmek günah... Hele meyve ağacını kesmek çok büyük günah... Cehennemlik olur
meyve ağacını kesen. Çünkü meyvede insanların olduğu kadar kurdun, kuşun,
böceğin, tüm hayvanların hakkı olduğu düşünülür.
Komşularımızın
yardımı olmasa işler bu kadar çabuk bitirilemezdi.
Şimdi
öyle mi? Dönümlerce zeytin ağacı kesiliyor devlet yöneticilerinin aymazlığıyla.
Para hırsı, her şeyin önüne geçmekte. Yüz yıllık ağaçlar kökleniyor arsızca.
Hem de dalları meyvelerle doluyken. Soma’nın Yırca köylülerinin ekmeği, aşı
olacak zeytinler heba ediliyor açgözlü varsıllarca. Böylelerine halkımızın
diliyle seslenelim: Gözünüzü toprak doyursun.
Adil
Hacıömeroğlu
13
Kasım 2014
Bu metinde ; Karadeniz Bölgesinin İMECE geleneği ve meyve ağacı sevgisi öne çıkmaktadır. Yıkıcı bir fırtınada devrilen armut ve erik ağaçlarının , yöre insanlarının ortak çabasıyla nasıl yerine dikildiğini ; sökülen ağaç köklerinin toprakla yeniden nasıl sıkıştırıldığını görüyoruz. Meyve ağacı kesmenin de çok büyük günah sayılışı ilginç ; çünkü o meyvelerde komşu insanlardan başka , hayvanların da hakları olduğu biliniyor. Şimdilerde ülkemizdeki betonlaşma ve para hırsı ile acımasız katledilen binlerce ağaç düşünüldüğünde ; ülkemizde bu güzel ağaç sevgisinin yok edilmeye gidişini üzüntüyle görüyoruz . Bu güzel anıları için Sn. Ö. Haciömeroğlu'na teşekkürler !
YanıtlaSil