13
Mart’ta Ankara’da patlattı bombayı hain eller... Otuz altı yurttaşımız yaşamını
yitirdi.
19
Mart’ta İstanbul’da İstiklal Caddesiydi hedef... Üç İsrailli, bir İranlı turist
öldürüldü.
Anakara’yı
PKK ile İstanbul’u IŞİD’le vurdu hain el. Kim mi bu hain el? Defalarca yazdık,
söyledik... Türkiye’de patlatılan her bombanın, halkımıza sıkılan her mermin
arkasında ABD-İsrail var. Bu gerçeği kabul etmeden sorunu çözmek çok zor.
İstiklal
Caddesinde patlayan bombadan sonra psikolojik bir harekât başlatıldı sosyal
medyadan ve bazı basın-yayın organlarından. Halkı sokağa çıkarmamak, eve
kapatmak için uğraş verilmekteydi. Terör karşısında sinmiş, başını evinin
penceresinden çıkaramayan bir yurttaş topluluğu olsun isteniyordu. Bu nedenle
yalan haber yayma yarışı başladı.
Yalan
kolay yayılır her yana. Çünkü şekere sarılmış zehirdir. Şekerin tadı, çeker
insanı. İnsan şekerin tadıyla kendinden geçerken yavaş yavaş zehirlendiğinin
farkına varmaz.
Sosyal
medya ve fısıltı gazetesinde yalan balonları uçurulurken geçmişe gittim, bazı
anılar gözümde canlandı.
1983’ün
Temmuz’unda askerlik görevimi yapmak için kısa dönem (dört ay) er olarak
Antalya Topçular’a gitmiştim. Askerliğimizin birinci haftası dolmuştu ki bir
haftalık şeker bayramı izni verildi. Herkes sevinçle izne gitti. İzin bitiminde
yeniden teslim olduk birliğimize. Teslim olmamızla erken terhis haberleri
yayıldı. Neredeyse herkesin Ankara’da, Genelkurmay’da bir tanıdığı vardı. “Neymiş
efendim, falanca bölükteki birisinin Genelkurmay’daki yakını söylemiş, erken
terhis olacakmış. Ama sakın kimseye söylemeyin!” Bu tür sözler döner dolaşır,
yalanı söyleyene gelir, o da inanır kendi yalanına. Kimse de çıkıp şunu
söylemiyordu: “Yahu kardeşim bu askerlik topu topu dört ay, neyin erken
terhisi?”
1999
depreminin şaşkınlık zamanıydı. Koca İstanbul neredeyse sokakta gecelemekteydi.
Apartmanların küçücük bahçelerinde, duvar diplerinde yataklar, mini mutfaklar
kuruldu. Yapıların yıkılmasından korkan yurttaşlarımız evin içinden kaçıp
apartmanların duvarlarının diplerine sığınmaktaydılar. Bu, ilginç bir durum
tabi ki...
Günün
konusu, deprem... Herkesin dilinde deprem... Halkımızın arasından nice deprem
uzmanları(!) çıktı o zamanlar... Sosyal medya halkımızın gündeminde olmadığından
fısıltı gazetesi, asıl belirleyiciydi kamuoyunun oluşmasında. Neredeyse
herkesin Kandilli’de tanıdığı önemli biri vardı. Kandilli’de tanıdığı
olmayanların da türlü üniversitelerin deprem profesörleriyle araları sıkı fıkıydı(!).
Tabi,
insanların yetkili, önemli kişilerle tanışıklığı olunca istihbaratları da çok
oluyor. “Bu gece sabaha karşı şiddetli bir deprem olacakmış. Yan apartmanın bahçesinde
konuşurlarken işittim. Kandilli’den haber gelmiş onlara.” Buna benzer yalanlarla
dolu yüzlerce balon uçurulurdu dakikalar içinde. Bu nedenle de yurttaş şaşkın, ne
yapacağını bilmez bir durumda yazgısına boyun eğmiş olarak gününü miskince
geçirirdi duvar diplerinde. O günlerde hep evimde yattım. Beşinci kattaki
balkonumdan gökyüzünü doya doya seyrettim. Çünkü sokak lambalarının dışında
ışık yanmadığından loş gecede yıldızları görülebiliyordu rahatlıkla. Arada
sırada yükselen balonlardaki yalanları işitip eğlendim, kimi zaman da üzüldüm
bu duruma.
Bugüne
geldik, kentlerde bombalar patlamaya başlayınca fısıltı gazetesi harekete
geçti. Neredeyse herkesin MİT’te, poliste bir tanıdığı var. Her saat
kendilerine özel bilgiler geliyormuş o kişilerden. Yayılan yalan haberler o kadar
çok ki zaman zaman semt adlarında gülünç karışımlar ortaya çıkmakta.
İstanbul’un
neredeyse her semtinde canlı bombaların dolaştığı yalanı, kötü bir koku gibi
kapladı sosyal medya ve fısıltı gazetesini. Otobüs duraklarında çocuklarını
çekiştirerek bekleyen anneler, hastane bahçelerinde canlı bombaların nerelerde
dolaştığını kanıtlarla anlatan hasta yakınları, uzak illerden İstanbul’daki
yakınlarına telefonla istihbarat bilgileri(!) ulaştıran akrabalar,
arkadaşlarına sessizce önemli bir bilgiyi veriyormuş gibi fısıltıyla konuşan
yalan yayıcılar, kendisini önemli göstermek için güya ketum davranarak
dişlerinin arasından anlaşılmaz sözcüklerle konuşur gibi yapan kimi görevliler,
telsiz elinde caka satarken kendisine yaklaşanlara büyük devlet görevlisi
edasıyla son gelen bir haberi(!) ciddiyetle anlatan bazı özel güvenlikçiler,
dolma sarmaktan, börek yapmaktan yorulup canı sıkılan ve gece gündüz canlı
bomba kovalayan ev kadınları, mahalle kahvesinde uyur, uyanık pinekleyen
emekliler, yolculuk sırasında kulaklıkları takarak cep telefonuna yumulmuş,
sanki Arşimet gibi bir buluşa imza atacakmış tavırlarıyla dünyadan uçmuş dalgın
gençler... Hepsi fısıltı gazetesinin gönüllü muhabirleri... Otobüste, trende,
metroda, dolmuşta, metrobüste, vapurda...
her yerde fısıltı gazetesi gündem yaratmakta.
Yalan
haberler, ardı sıra düşmekte insanların beyinlerine bomba gibi. İnsanları canlı
bombalar değil de bu yalanlar öldürecek nerdeyse. Neyse ki toplumumuzda
sağduyusunu yitirmemiş insanlar çok. Bombalar patladığında korkmadığını
haykıran aydınlarımız, siyasetçilerimiz, yurttaşlarımız var.
İstiklal
Caddesinde bombanın patladığı yer bir gün sonra çiçek bahçesine, Türk bayrağı
denizine dönüştü. Küçücük pusulalara, kocaman kâğıtlara yurttaşlarımız “Korkmuyoruz!
Buradayız!” diye haykırışlarını yazmışlar. Terörün ve onu destekleyenlerin
üzerine üzerine yürümüşler el birliğiyle. Sosyal medyanın, kimi basın-yayın
organlarının, fısıltı gazetesinin çabalarını boşa çıkarırcasına cesaretle öne
fırlamış sağduyulu yurttaşlarımız. Terörün psikolojik savaşını boşa çıkarmak
için sokağa çıkmış, caddede yürümüşler.
Terörün
istediği şey, insanların boyun eğmesi. Sokağa çıkamaması... Günlük yaşamın
durması... Terörü evde oturarak değil, onu sokağa çıkıp alanları doldurarak yenebiliriz.
O zaman ne duruyoruz? Hep birlikte haykıralım: KORKMUYORUZ!
Adil
Hacıömeroğlu
23
Mart 2016
HAKSIZLIK ETMİŞSİNİZ BE HOCAM
YanıtlaSilNicedir korku toplumu yapıldığımız bir gerçek. Ama bahsettiğiniz konulara bakarak güleriz ağlanacak halimize misali eğlenceli olmuyor da değil hani. Haksızlık etmişsiniz dememdeki kasıt da Avrupa'dan bugün gelen haberler. Bakın Belçika Portekiz maçını Portekiz'e aldılar. Bir çok AB hükümetlerinden sokaklara fazlaca çıkılmaması istendi. Oysa biz ne kadar da tedbirliyiz. Biz önlemimizi olay olmadan alıyoruz. Deprem olmadan deprem olacak diyoruz evlerimizi boşaltıyoruz. Dolayısıyla bir depremde kayıp vermiyoruz!!! Terörü tüm şehirlerimize yayıp, sokaklara çıkmayı azaltıp vereceğimiz kayıpları asgariye indiriyoruz. Savaşı çıkmadan dillendirip evlerimize erzağı stoklayıp aç kalmıyoruz. Bunun neresi kötü Allah aşkınıza. Bir de birilerinin ne zaman gideceğini dillendiren oldu mu, değmeyin keyfimize...