Reşad
Ekrem Koçu’nun “Eski İstanbul’da Meyhaneler ve Meyhane Köçekleri” adlı
kitabının sayfalarını karıştırmayı sürdürüyoruz.
“Divan
ve halk şairlerinin muğbeçeler (meyhane çırağı), palikarlar için yazdıkları
gazel, şarkı, türkü, semai, kalenderi, destanları burada yayımlamaya kalksak
haftalar, aylar değil yıl boyu sürer de tükenmez. (sf.34)” Şimdi okuyucularımın
“Şairler, meyhanelerdeki erkek çalışanlara neden şiir yazarlardı?” sorusunu
işitir gibi oluyorum. Sayın Koçu’nun aylar, yıllar boyu yazsak bitmeyeceğini
söylediği şiirler, demek ki sıkça görülen dizelerdi. Bu şiirlerden bazı
örnekleri yazımızın ilerleyen satırlarında paylaşacağız.
Fatih
Sultan Mehmet, divan kâtibi Tokatlı Melihi’ye bir gün şu soruyu sorar:
“Sen
aslında o kadar yaşlı değilsin, dişlerine ne oldu?”
Melihi:
“Padişahım, ay yüzlülerin dudaklarına diş biledim durdum; ama öyle taş vurdular
ki ağzımda diş kalmadı. (sf. 35)”
Melihi’nin
ay yüzlüler dediği kimlerdi? Kimler olacak? Pedimuler, palikarlar... Yani
meyhane çalışanları...
Vezir
Hanı Meyhanesinin müdavimlerinden Ermeni saz şairlerinden Harabat Haçik’e
burada sözü verelim:
“Haçik’tir namımız harabat ehli
Anınçün severiz biz her güzeli
Çemberlitaş’tadır sevdiğim dilber
Mislini görmedim kendim bileli
Vezir Hanı Pandeli’min lanesi
Ande ruz ü şeb Haçik divanesi
Şebçırağın âşık ı pervanesi
Târ-i zülfü olmuş sazımın teli (sf.46)”
Yukarıdaki
dörtlükte şairi divane eden kimdir acaba?
Erzurumlu
Âşık İbrahim’den:
“Gel be yanıma gel be Sakız’ın nazlı
Rum’u
Gümüş topuk vurarak tuti dilli pedimu
Atayım aşkına bir nara-yı hey hey ki
ben
Söndürem meygedinin ortasındaki mumu
Çerağ-ı hüsnün yeter ruşen etmeye bezmi
At nahvet-i şebabı bırak çalım kurumu
Bakma yüzüme bel bel Vezir Hanı burası
Vezirane bahşişim, öttürürüm borumu
(sf.46-47)”
Yukarıdaki
dizelerde görüldüğü gibi şair, abayı bir meyhane çalışanına yakmış. Bu arada o
zamanki, İstanbul meyhanelerinde çalışanların çoğu güzellikleriyle ünlü Sakız
Adasından gelen Rum erkek çocuklar, gençler olduğunu belirtmeliyim.
“Kendim kıydım bu cana vebal kendi
boynumda
Yoktur kimsenin dahli cundabazlık oynumda
‘Hakkı’ gelip yaz dedi bu mücevher
tarihi
Son dem-i hayatımda hayal-i yar
koynumda (sf.50)”
Bu
dizeler, “Hakkı” adındaki sevgilisine kavuşamayınca kendini, Galata’da
Yağiskelesi’nde bir geminin direğine asan Derviş Gıyas’a ait. Gemi direğinde
asılı olan Derviş’in avucundan bu dörtlük ve ölüm tarihi yazılı bir kâğıt
vardı. Anadolu’da gençler, sevdikleri kızlara kavuşamadıkları için dağlara
çıkarken Payitaht’taki Derviş de erkek sevgili için kendini gemi direğine
asıyor. Erkek sevgilisi için intihar eden Derviş Gıyas, ne ilktir ne de son...
Osmanlı dönemi eski İstanbul’una baktığımızda bu tür olaylar sıkça görülür.
R.Ekrem
Koçu, kitabının 51.sayfasında o zamanki meyhanelerin çalışanlarından söz eder.
“... Hepsi malın gözü, gözlerinde ırz, namus sadece “para”... Bahşişini çok çok
cömertçe veren müşterilerini gece yatısı misafirliğine de davet ederlerdi”
Görüldüğü gibi o yıllarda eşcinsel ilişki yaygın. Meyhanede parayı veren düdüğü
çalmakta.
İstanbul
meyhanelerinin en önemli figürü köçeklerdi. Loncalı Köçek İsmail, 18.yüzyılın
ikinci yarısının en büyük şöhretiydi. Takma adı, “Kişmir Şah”tı. Tabi, şöhret
artınca âşıklar da çoğalmaktaydı. Dönemin şairlerinden Fazıl Bey,Kişmir Şah’ı
Galata meyhanelerinden birinde bekler, ama gelmez köçek oğlan. Sabrı tükenen
Fazıl Bey, Kişmir Şah için bir beyit yazar: “Hangi mecliste acep câm (kadeh) oldu/ Ol peri gelmedi akşam
oldu”
Fazıl
Bey, yine Galata’da demlenmektedir. Keyfi yerinde bu dizeleri döktürür: “Felek olursa müsaid kâhı/ Götürürdük
hanemize ol mahı” Köçeklere, meyhane çalışanlarına şiir
döktüren yalnızca Fazıl Bey değil tabi ki. O dönemin şairlerinin çoğu bu konuda
neredeyse birbirleriyle yarışırlar.
IV.
Murat dönemini, o devri yaşayanlardan müverrih Mehmed Halife’nin şu
satırlarından azıcık da olsa öğrenelim: “Sokaklar sarhoşlarla dolu,
kahvehaneler ve meyhaneler bir rezalethane, camilerde çubuk içerler, gündüz
hamamlardan avret çıkarıp kaldırırlar, köşe başlarında alenen zina ve livata
ederlerdi. (sf.65)” Bu sözlere yorum gerekir mi? Bu arada IV. Murat’ın İslam
halifesi olduğunu da anımsatalım. Örnekleri uzatmamıza gerek yok!
Yukarıdaki
örnekleri okuyan aklı başında bir kişi, Osmanlı İstanbul’unun nasıl bir ahlaka
sahip olduğunu kolayca anlar. Cumhuriyet ahlakının toplumumuzda yaratığı
erdemi, onuru fark eder. İkide bir Cumhuriyet’i, kurucularını karalanmaya
çalışanlara sözümüz şudur: Kendinizi, o zamanki insanların yerine koyun! Acaba
kim olmak isterdiniz o dönemde?
Adil
Hacıömeroğlu
13
Mart 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder