Mürefte’deki
yazlık ev, çocuklar için büyük bir özgürlük alanı. Çünkü doğa ile bire bir
ilişkideler. Ağaç, çiçek, böcek, solucan, kırkayak, kuş, kedi, deniz, yıldız,
ay, güneş, rüzgâr… Çocuklar, kent yaşamında göremedikleri ve büyük bir bölümünü
tanımadıkları varlıklarla iç içe yaşamaktalar. Bu, onlara hem mutluluk katmakta
hem de doğayı tanıma fırsatı vermekte.
Evin
bahçesi çocuklar için büyük bir nimet… Kan ter içinde akşama dek koşuyorlar.
Akşam olunca da kuş gibi tünemekteler buldukları bir yerde. Sandalye, koltuk,
şezlong, salıncak… Uyumak için yer önemli değil. Sabahleyin erkenden kalkıp
koşturmaca yine sürmekte. Bahçede zeytin ağaçları var. Dalları zeytinlerle
dolu. Küçücük, sert, yemyeşil… 32qZeytin gövdeleri çocukların tırmanması için
uygun. Genellikle bazı ağaçlar dimdik değil, Eğri büğrü büyümüşler. Bazılarının
gövdeleri adeta basamak gibi.
Günün
belli saatlerinde koşmacalar, türlü oyunlar bitince sıra zeytin ağaçlarına
tırmanmaya gelmekte. Bu konuda en başarılı Mercan (7). Jimnastik sporu yapmanın
kolaylığını ağaca tırmanırken yaşamakta. Zeytin ağacına çabucak çıkıveriyor.
Yere paralel bir dal bulunca önce ayaklarını dala doluyor, sonra kendini baş
aşağı bırakıyor. İleri geri sallanıyor, ardından elleriyle dalı kavrayıp
kendisini yukarı çekiyor. Bu hareket birkaç kez oluyor. Zeytin dalı, Mercan’a
barfiks oluyor. Atacan (6), Ada (6) da Mercan’dan aşağı kalmamak için ağacın
gövdesinde savaşım vermekteler. Ela (4) ise boyunun yettiği bir yerde oturup
diğerlerine yetişmeye çalışmakta.
Atacan,
yaşamında ilk kez ağaca tırmandı. İstanbul’daki denemeleri, hep başarısızlıkla
sonuçlanmıştı. Zeytin ağaçlarına tırmanması, gün geçtikçe gelişti. Artık yüksek
dallara çıkabiliyor. İlk başta ufak tefek düşmeler, dalların oluşturduğu küçük
çizikler oldu. En baştaki düşmelerde ağlaması, sızlanması çoktu. Şimdilerde bu
azaldı. Her düşme, bir deneyim. Hatalar, başarısızlıklar öğrenmeyi
hızlandırmakta.
Ağaca
tırmanmayı başardıkça özgüveni artmakta. Özgüven de onun ufak tefek düşmeleri
ve sıyrıkları görmezden gelmesini sağlamakta.
Çocukların
bir işi tek başlarına başarmaları çok önemli. Bu onlarda hem özgüveni
geliştirmekte hem de üretkenliklerini artırmakta. Özgüvenli kişi, bağımsız iş
yapabilme yeteneğini kazanmakta. Bağımsız iş yapabilme yeteneği olan birey,
özgün, yaratıcı çalışmaklar ortaya çıkarmakta. Bu nedenle çocukların
özgürlüğünü kısıtlayıcı müdahaleler, onların yeteneklerini törpülemekte. Ruhsal
gelişmelerini, yeteneklerinin ortaya çıkmasını olumsuz yönde etkilemekte.
Çocukların
en iyi öğrenme alanı oyun. Oyun içinde her çocuk yeni bilgiler, deneyimler elde
eder. Yetenekleri oyun içinde keşfedilir ve geliştirilir. Oyunu çocuğa
yasaklamak, onları en ağır cezaya mahkûm etmektir. Çocuklara oyunu yasaklayan
katı, gelenekçi, tutucu toplumlar yaratıcı insan eksikliği çekmekteler. Çünkü
yaratıcılığın ilk laboratuvarı oyun alanlarıdır.
Oyun,
çoğu zaman hayallerin gerçekleştirildiği yerdir. Çocuk, hayal ettiklerini
oyunda uygulama fırsatı yakalar. Hayallerinin gerçekleştiğini gören birey, mutlu
olur. Yeni hayaller kurar. Yeni hayal demek, oyunda yeni uygulamalar demektir.
Çocuğun
arkadaşlarıyla oyun oynaması bulunmaz bir fırsattır. Küme içinde oyun oynamak,
çocuğun birlikte iş yapma, paylaşma, iş bölümü, demokrasi, sosyalleşme, uzlaşma
kültürünü geliştirir. Kişi, sosyal ortamlarda daha hızlı öğrenir. Birlikte
oynanan oyun da bir sosyal ortamdır. Bu nedenle çocuklarımızın arkadaşlarıyla
oyun oynayacak ortamlar hazırlamalı. Onların bu sosyal gereksinmesini
karşılayıcı fırsatlar yaratmalı.
Atacan,
anaokulunda ilk arkadaşlarını edindi. Buradaki arkadaşlıkları; onun sosyal,
ruhsal gelişmesinde önemli rol oynadı. Bu yaz dinlencesinde dayısının kızlarıyla
olması onun yaşamında önemli bir dönüm noktası. Doğayı birlikte keşfetmekteler.
Oyunları birlikte kurmadalar. Arada hır gür olsa da uzun sürmüyor. Küsmeler
kısacık bir zaman dilimini kapsamakta. Küsmeyi de barışmayı da öğreniyorlar. Bu
durum, onlar için bir yaşam dersi. Oyunlarda farklı cinslerin rol paylaşımını
çok güzel yapmaktalar.
Bir
çocuğun yanında arkadaşları olunca büyüklere fazla gereksinmesi olmuyor.
Annesine, babasına: “Gel, oyun oynayalım.” demiyorlar.
Dün,
türlü oyunlar oynayıp koşturmacalarla iyice yorulduktan sonra akşam kararmaya
başladığında çocuklar yine ağaçlara tırmanmaya başladılar. Bahçenin tek
aydınlık noktası burası. Cıvıl cıvıllar… Kırlangıçlarla yarışmaktalar.
Kırlangıçlar, akşamın telaşındalar. Hızlı kanat çırpmalarla uçmaktalar. Son
yiyeceklerini yemenin peşindeler. Onları yuvalarında bekleyen yavruları var.
Evin üst balkonunda iki kırlangıç yuvasında hareketlilik artmış durumda.
Çocuklar
kırlangıçlar gibi… Ağaçlara çıkıp inmedeler sürekli. Bir saniye bile ara
vermiyorlar işlerine. Adeta zamanla yarışmaktalar.
Gece
oldu olacak. Atacan, zeytin ağacının çatallı gövdesinde. Ata biner gibi
oturmuş. Avaz avaz… Sevinçli… Oturduğu yerden kalkıp yere paralel bir dala
uzanıp maymunlar gibi sallanmak istemekte. Bunu da bağırarak söylemekte. Tam
dala tutunacakken minik Ela da aynı zeytin ağacının gövdesine tırmanmanın
peşinde. Ağaca çıkarken Ata’yı fark etmiyor. Onun ayaklarına yüklenince Atacan
dengesini yitiriyor. Ağacın kalın gövdesine çarpıp yere düşüyor. Bu çarpma
nedeniyle burnu yaralanıyor. Burnun sağ yanı sürtünme nedeniyle kanıyor. Her
zor durumda kaldığı gibi baba kucağının limanına sığınıyor. Eşim, hemen ilk
yardımı yapıyor. Kanamayı durduruyoruz. Atacan, ağlıyor. Onu susturmakta bir
dert. Elleri boynumda. Benim bir elim onun gövdesine yapışmış, diğeri
burnundaki tamponda. Öpüp kokluyorum onu. O yanaklarından süzülen gözyaşlarını,
akan sümüğünü benim tişörtüme silmekte. Ben, onu sakinleştirmeye çalışmaktayım.
Giderek sakinleşti. Ancak ağlaması düşük perdeden sürmekte.
Ela ile Mercan, Atacan’ın burnunun kanadığını
görünce birazcık korkmuş olduklarından oyunlarını sessizce sürdürmekteler.
Ancak yan gözle Ata’yı izlemekteler. Ada, Atacan’ın yanı başında. Diğerlerinin
gelmemesi Ata’nın ağırına gidiyor. “Benim tek dostum Ada!” diye ağlamaklı
sesiyle bağırıyor.
“Ela,
benden niye özür dilemiyor? Ona küstüm, bir daha konuşmayacağım onunla.”
diyerek söyleniyor. Ela, Ata için çok özel biri. Ata O’nu çok güzel buluyor. O
da Atacan’ın çevresinde fır dönmekte.
Ortalık
duruluyor, Atacan uyumak üzere kucağımda. Ela geliyor, birazda bizlerin
zorlamasıyla. Atacan’ın yanağını öpüp özür diliyor. Onun da beklediği an… Özrü
hemencecik kabul ediyor. Çok mutlanıyor. Erinç içinde yatmak için odasına çıkıyor.
Sabahleyin
uyanınca burnundaki morartı belirginleşiyor. İkide bir soruyor: “Adil, burnum
ne zaman iyileşir?” Ben, fırsatı kaza etmiyorum. “Süt içeceksin. Yumurta, et,
peynir, yoğurt yiyeceksin. Bu arada sebze ve meyve de tüketmelisin. O zaman
iyileşir burnun.” diyorum. Önerilerim inandırıcı olmadığından olacak ki Atacan,
yemek konusunda iştahsız. Bütün dikkati burnunda.
“Burnun
önemli değil, iyileşir, oynamayı sürdür.” dedim. Zaten böyle bir şey dememe
gerek yoktu. O, kahvaltıdan kalkar kalkmaz koşturmaya başladı bile. Muhteşem
dörtlünün bağrışları her yana bir ezginin güzelliğiyle yayılmakta.
Çocuk
işte… Düşe kalka büyüyecek... Oyun, en önemli vitaminleri. Bağışlayıcılık
onların doğasında var. Her şeyi, kaldığı yerden sürdürmekteler. Yaşam bir
çocuğun saflığı, iyi niyeti, bağışlayıcılığı, dostluğu, doğallığı, umuduyla
dolu olsa keşke…
Adil
Hacıömeroğlu
15 Temmuz 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder