Köy
enstitülü babam, öğretmenliği büyük bir yurt ülküsü olarak görürdü. Bu nedenle
bu ülküyü yerine getirmenin yeri olarak yalnızca sınıfını görmezdi. Onun için
yaşamın her alanı bir sınıf ve eğitim yeriydi. Eğitimin yeri ve zamanı olamazdı.
Öğrenme; her durumda, koşulda, yerde yapılabilirdi. Eğitimi dört duvar arasına
sığdırmak, işin doğasına aykırıydı ona göre. Yaşamın olduğu her yerde eğitim
sürdürülmeliydi.
Okul
dağılırdı. Çoğu zaman Hayrat’ta (O zaman bucak merkezi, şimdi ilçe) kalmaz,
köyümüze giderdik özellikle bahar ve güzde. Çünkü köyde yapılacak işler vardı.
Onları elbirliğiyle yapmamız gerekirdi.
Köyümüzden
ortaokula gelenler ve yakın köylerden ilkokul arkadaşlarımızla yola koyulurduk
hep birlikte. Yolumuz yaklaşık üç kilometreydi. Yol, genellikle yokuş yukarıydı
köye giderken. Bu yürüyüşlerimize çoğu kez babam da katılırdı. O dönemin
öğrencileri meraklıydı, soru sorarlardı. Öğretmenin dışında öğrenme araç ve gereci
yoktu. Bucak merkezinde kütüphane bulunmazdı. Evlerde yardımcı kitap,
ansiklopedi olmazdı. Ailelerin ekonomik koşulları buna uygun değildi. Onların
gücü, ancak çocuklarının temel gereksinmelerini karşılayarak okula göndermekle
sınırlıydı. Zaten velilerin çoğu eğitimsizdi. Eğitimli olsa da çocuğuna
ayıracak zaman bulamazlardı. Her mevsim
yapılacak bir iş vardı. Ailenin geçimi için işlerin zamanında yapılması
gerekmekteydi. Bu koşullar altında öğrencinin biricik öğrenme kaynağı,
öğretmendi.
Öğrencilerin
çoğu babamı beklerlerdi, onunla yürümek için. Yürümekteki amaç, ona soru
sormaktı derslerle ilgili. Örneğin, matematikten anlaşılmayan bir konu varsa
soru sorulurdu. Karatahtaya gerek yoktu. Çünkü karatahta topraktı. Babam, yere
çömelir, toprağı düzeltirdi eliyle. Bir çubuk alırdı eline ve soruyu yazardı.
Bu arada farklı yaşlardan ve sınıflardan öğrenciler çevresini alırdı birden.
Soruyu çözümlerken ayakta dikilen, çömelen, aradan kafasını uzatan, eğilip
görmeye çalışan çocuklardan birine soru sorup onu çözüme ortak ederdi.
Özellikle soruyu soran kişi, anlayıncaya dek çözümler sürerdi benzer sorularla.
Başka sorular gelirdi, diğer çocuklardan. Sabırla çömeldiği yerden konuyu
anlatır, örnek soruları çözerdi. Diğer derslerden sorulan sorularla ilgili de
yöntemi aynıydı.
Eğer
çocukların soracağı bir şey yoksa. O, çevremizdeki bitki ve hayvanları anlatırdı
hepimize. Doğadaki varlıkların ilişkisi üzerine konuşurdu uzun uzun. Herkes
ilgiyle dinlerdi bu konuşmaları.
Günlerin
kısa olduğu zamanlarda akşam birden olurdu. Yassı pillere takılan ampuller
yanardı ateşböceği gibi. Eğer yağmur yağmıyorsa gökyüzü yıldızlarla dolardı. Bu
önemli bir fırsattı öğrenciler için. Babam, bu kez hepimize yıldızları
tanıtırdı. Onların adlarını öğretirdi. Yıldız kümelerini, parmağıyla gösterirdi.
Yıldızların devinimlerini, uzayın ne olduğunu anlatırdı. Herkes gözünü
kırpmadan izlerdi onu. Bir tek sözcük kaçırmamaya çalışırdık.
Babam,
yol boyu anlatırken bazı öğrenciler evlerine ulaşırdı. Kimi zaman dalgınlıkla
kimi zaman da konuyu yarım bırakmamak adına bizimle yürümeyi sürdürürlerdi. Sonradan
gerisin geri yürürlerdi. Böylece yolları uzardı.
Bizim
evin sapağına geldiğimizde birçok öğrenci üzülürdü. Çünkü yürüyecek yolları
vardı daha. Onların evleri daha uzaktaydı. Öğrenme yüklü bir yolculuk sona
eriyordu burada. Babam, hepsine “İyi akşamlar!” deyip ayrılırdı. Onlar, bir
bilgi kaynağını yitirmenin gönül kırıklığıyla yollarına giderlerdi. Sabah olduğunda
bu çocuklar, erkenden gelip bizim evin ana yola bağlanan patikanın ağzında
beklerlerdi bizi. Yine toplanırdık her adımda. Konuyu genellikle ortaokul
öğrencileri açardı sorularıyla. Babam üşenmez, bıkkınlık göstermezdi. Bir sözcüğün
öğrenilmesi karşısında derin bir mutluluk duyardı.
Bir
gün elindeki meyve dallarıyla yol boyunca yabani meyveleri aşılamayı öğretti
çocuklara. Onları görevlendirdi. Kimin bahçesinde hangi tür meyveyi aşıladığını
mal sahiplerine söylemelerini istedi.
Dinlence
zamanlarında köyde çocuklar çevresini alır soru sorarlardı. Onların sorularını
sabırla yanıtlardı. Soruyu soran anlayıncaya dek sürdürürdü anlatımını. Bu işi,
tüm işlerinin önüne koyardı. Çünkü onun her durumda, her alanda öğretmenlik
yapmasıydı asıl görevi. “Dinlencedeyim.” demezdi. Çünkü öğrenmenin dinlencesi
olmazdı ona göre. İnsan düşüncesi, algısı, merakı, sorgulaması dinlenceye
girmezdi. Bu nedenle susayana su, acıkana yemek, öğrenmek isteyene bilgi
verilmeliydi.
Kimi
zaman tarla ve bahçe işlerinde ailecek elbirliğiyle çalışırdık yaz sıcağında
kan ter içinde. Arazimizin üç yanı yoldu. Yoldan geçenler, selam verip kolaylık
dilerlerdi işimizle ilgili. O; selamı alır, hemen yol kıyısına giderdi. İşle ya
da başka bir konuyla ilgili soru sorulduğunda kendi işini unutur, karşısındakinin
sorularını yanıtlardı. Sorular hayvancılık, tavukçuluk, meyvecilik ve benzeri
konulardan olurdu.
Bir
köy enstitülü öğretmenin sınıfa sığmadığına tanıklık ettim merakla. Onu, örnek
almaya çalıştım. Halkın eğitilip aydınlanmasını her şeyin önüne koyan bir
ülkücülüğün heyecanını, yürek atışlarını duyumsadım çoğu zaman. Ne yazık ki bu
ülkü, beceriksiz, bilgisiz, güdümlü siyasetçilerce boğuldu. Ülkemizin
aydınlanması, yarasaları rahatsız ettiği için köy çocuklarının güneşi
enstitüler yok edildi. Topraklarımızın üzerinde parlamakta olan binlerce parlak
yıldız, karadeliklerce yutuldu. Türkiye’m bu karanlığı hak etti mi ne dersiniz?
Adil
Hacıömeroğlu
14
Ocak 2022
Karanlığı hiç bir toplum haketmiyor. Akılcılığın ön plana alınıp, aydınlık geleceklere koşmak her toplumun hakkı. Bu yüzden de eğitim ve öğretimin öncülüğünde yola devam. MUZO
YanıtlaSilEğitimin günümüzde yeni gelişen teknoloji ve sosyal yapıyla uyumlu hale getirilmesi gerekiyor. Okul binaları, derslik düzeni gibi bir çok konuda devrimci bir başkalaşımı başlatmak lazım. Bu konuda geleneksel yapıyı korumak gençliği de okuldan ve eğitimden soğutur. Daha hayatın içinde, üretken, günümüz bilimsel ve düşünsel tartışmalara kaynaklık edebilecek bir eğitim olmalı.
YanıtlaSilGünümüzden geriye doğru yorumlamak isterim yazınızı.Bugün binalarımız , sayısız materyal, defter kitap , araç gereç var iken meraksız ve öğrenme ihtiyacı olmayan büyük bir kitle var.Dönem sonu itibariyle okullara tekrar testlerinin olduğu kalınca iki kitap seti dağıtıldı.Sınıflarda yaptığım gözlemlendi bir iki öğrenci sayfaları açıp baktı.Kitapların yararları ile ilgili ne dediysem de ilgi çekmedi.Üzüldüm çünkü onlara kendi öğrenciliğimde öğretmen ve çok zor edindiğim ders kitabı haricinde kitabımızı olmayışı da etkili olamadı.Şimdi dönüp geçmişe baktığımda çok yönlü eğitim verebilecek eğitimciler ve yaşamın içinde olduğumuz her yerden bilgi beceri alabilmemizdi. Günümüzde çok fazla bilgi kaynağı varken bu kadar bilgisiz olmak _davranmak neyin sonucu bilemedim.
YanıtlaSil