Önce
Mustafa Muğlalı, Ali Çetinkaya, Sabiha Gökçen, Abdullah Alpdoğan, Fevzi Çakmak,
İsmet İnönü hedefe oturtuldu. Adları Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet ile
özdeşleşmişti. Kimse sesini çıkarmadı. Mustafa Muğlalı’nın adını taşıyan
kışlanın adı değiştirildi ileri demokrasiye giden yolda. Hem de ana muhalefet
partisinin desteğiyle. Fevzi Çakmak ve Abdullah Alpdoğan’ın adlarını taşıyan
caddelerin, sokakların adlarının değiştirilmesi gündeme getirildi. Ses seda
çıkmadı kimseden. Hemen bazı sokak ve caddelerin adları değiştirildi
“katliamcı(!)” devlet görüntüsünü önlemek için.
30
Ağustos asker bayramıdır dendi. Kimse Büyük Taarruz’u askerin kazandığını
anımsamadı ki, bilmeyenlere anımsatsın. 29 Ekim, deprem bahanesiyle kutlanmadı.
Ardından 19 Mayıs’la ilgili karar açıklandı. Birkaç kişisel karşı çıkışın
ötesinde bir şey olmadı.
Milli
Güvenlik dersi, “askeri vesayetten kurtulma” adına feda edildi. İktidar
partisi, amacına ulaşmak için önündeki engelleri bir bir ortadan kaldırırken
muhalefet kış uykusunda. Zaten bu yıl kış çok soğuk ve kar yağışlı geçmekte.
Hele Ankara buz tutmada.
İlköğretim
okullarında her sabah sınıfları çınlatan “Andımız” kaldırılsın, dendi. Kimse
kalkıp da andın içeriğini bile aklına getirmedi. Dünyanın hemen hemen her yerinde
okullarda, işyerlerinde benzer antların, isteklendirme amacıyla söylendiğini
unutmamalı. Uygarlık tarihinin imbiğinden geçerek süzülen ve insanlık erdemleri
dediğimiz davranışları çocuklara öğütlemenin ne sakıncası olabilir ki? Amaç,
toplumsal davranış biçimlerimizi ve birlik duygumuzu yok etmek. Okullardaki
Atatürk köşelerinin kaldırılmasına karar verilmekte aynı kararnameyle. Yine
Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi de tarihe karışacak okullarımızda. Kısacası önce
özel okullardan başlamak üzere eğitim kurumlarımızdan Atatürk silinmekte. Her
gün yandaş ve liberal basın papağanları Atatürk aleyhine veryansın etmekteler.
Halkın belleği yalan yanlış, uydurma bir sürü söylentiyle kirletilmekte,
Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı zehirli tohumlarla yurt toprağına ekilmekte.
Dünü unutan yurttaş, bugünün yalan bombalarıyla yarın düşünemez oluyor.
Özel
okullarla ilgili KHK’da kamuoyunun gözünden kaçan çok önemli bir konu var. Özel öğretim kurumlarına verilecek adların
“Türkçe olması” şartı kaşla göz arasında kaldırıldı. Zaten Türkçe adlı
işyerleri tabelalarına özlem duymaktayız. Artık özel okul adları İngilizce,
Fransızca, Arapça, Farsça, Almanca… Olabileceği gibi, yerel dillerde de
olabilecek. Eğitimin “milli” karakteri önce dilde terk edilmekte. Dili yok
edilen bir ulusun ayakta kalma olasılığı olur mu?
Son bomba
ise Milli Eğitim Bakanı’nın dilinin altında. Bir özel televizyon kanalındaki
söyleşisini izliyorum, dil sürçmesi olmuştur, diyorum. Birkaç gün sonra bir
başka televizyon kanalında söylediklerini tekrarlıyor. “Normalde tamam, hamaset yaparak bir Türk’ün
dünyaya bedel olduğunu söyleyebilirsiniz; ama eğer sizin uluslararası
sınavlarda çocuklarınız otuz dört ülke içerisinde otuz üçüncü sıradaysa, o
zaman geriye dönüp bir bakmanız gerekir. Gerçekten de bu soruyu hep birlikte ve
tüm toplum olarak vermek zorundayız. Milli olmaktan neyi anlıyoruz? Eğer milli
olmaktan anladığımız şey, 19 Mayıs'larda çocuklarımızı askeri bir düzen
içerisinde yürütmekse, milli güvenlik derslerinde çocuklarımıza işte Türk
Silahlı Kuvvetleri'nin yapısını öğretmekse, yine Atatürk ilke ve inkılâplarını
1920'li yıllarda olduğu şekliyle öğretmekse biz bunları yapıyoruz aslında.”
Bunlar, bir şeyleri ters düz etmenin telaşıyla söylenen asıl niyeti de açık
eden sözler. Bakan Bey’in sözlerinden MEB’in önündeki “milli” sözcüğünün yakın
bir zamanda kaldırılacağını anlamaktayız.
İki
bakanlığımızın önünde “milli” sıfatı var. Birisi Milli Savunma Bakanlığıdır.
Emperyalizme karşı savaşarak kurulmuş bir ülkenin Savunma Bakanlığına yakışır
“milli” sıfatı. İkincisi ise Milli Eğitim Bakanlığıdır. Neden mi? Daha Kurtuluş
Savaşı yıllarında planlanan ulusal bir eğitimin uygulayıcısı olduğu içindir.
Lejyoner okullarıyla bilimden uzak medreseleriyle özgür bireylerin
yetiştirilemediği bir döneme son verilmiştir milli eğitimimizle. Anadolu’nun
unutulmuş çocukları Cumhuriyet’le aydınlığa kavuşmuştur. İlk kez bize özgü köy
enstitüleri modeli de milli eğitimimizin yapıtıdır.
İntihalci Bakan Bey, Kanada ve
Finlandiya’yı örnek göstermek, meslek okullarının öneminden söz etmekte
konuşmasında. Önce şunu sormak gerek eğitimiyle örnek olan bu ülkelerde intihal
yaptığı kanıtlanmış bir kişinin eğitimin başına gelmesi mümkün müdür? Bu
ülkelerde imam hatip benzeri eğitim yapan meslek okulları var mıdır? Yine
buralarda ders kitapları hazırlanırken dini referanslar mı, yoksa bilimsel
kurallar mı geçerlidir? Eğitimde ileri gitmiş ülkelerin başbakanları “dindar
bir gençlik yetiştirmeyi” mi amaçlamışlar?
Bakan Bey’in
öncelikle oturduğu koltuğun tarihçesini bilmeye gereksinimi var. Cumhuriyet’in
yarattığı eğitim sisteminin ileri ülkelerle nasıl boy ölçüştüğünü, dünya
çapında bilim, sanat, kültür adamlarının tüm yoksulluğa karşın nasıl
yetiştirildiğini öğrenmeli. Hiç kimseyi taklit etmeden, bizim olan bir eğitim
sisteminin okyanus ötesi telkinlerle sağ iktidarlarca nasıl kuşa çevrildiğini
unutmamalı.
Anadolu’nun
aydınlanmasının bel kemiği yatılı okul sistemiydi. Çünkü yoksullukla boğuşan
yurttaşımızın çocuğunu okutabileceği tek yer yatılı okullardı. Sağ iktidarlar
tüm Cumhuriyet kurumlarında olduğu gibi önce yatılı okulların içini boşaltıp
işlevsiz kıldılar. Sonrasında ise kapatıverdiler. Peki, devletin koruması
dışına itilen çocuklarımız ne oldu? Zeki olanlar tarikat ve cemaatlerin
kucağına atıldı. Olanak bulamayanların birçoğu mafyaya tetikçi yapıldı.
Güneydoğu’daki okuma olanağı bulamayan gençlerin bir bölümü ise bölücü örgütün
militanı oldu. İşte milli olmayan eğitimin geldiği yer. Şimdi son nokta
konuyor, adından “milli” sıfatı kaldırılıyor Eğitim Bakanlığı’nın.
Sıra neye
geliyor diye meraklananlara söyleyelim o zaman. Sıra, Atatürk’te. Bazıları
“milli” sözcüğünden, Atatürk’ten, Cumhuriyet’ten alerji duymaktalar. Yıllar
önce bir AB sözcüsünün isteği doğrultusunda Kemalizm’den vazgeçip Atatürk’ün
fotoğraflarını da devlet dairelerinin duvarlarından indirecekler. Muhalefet mi
ne yapıyor? Onlar, genel merkezlerindeki kavgalarında “meleklerin cinsiyetini”
tartışmaktalar. Bu tartışmalar, büyük kavgaları da çıkaracağa benziyor. Ülkemiz,
tek sesli, ileri demokrasiye yelken açarken uzun kış gecelerinde körler,
sağırlar, dilsizler çoğalmakta.
Adil Hacıömeroğlu
1 Şubat 2012
Not: 6 Şubat
2012 tarihli Ulus Gazetesi’nde
yayımlanmıştır.
Yazılarımın tümünü http://adiladalet.blogspot.com dan
okuyabilirsiniz.
Hocam artık sözün bittiği yerdeyiz. İçimiz karardı gerçekten. Ama birşey yazmak gerekiyorsa son paragrafa ilave olabilir belki. Kılıçdaroğlu paşamız kongreden sonra çizmelerini giyecekmiş. Kongresine kadar ülkenin zamanı kalmış mıdır orasını da bilemem. Esen kalın... ADNAN YİĞİTER
YanıtlaSil“Devlet çok güçlü olduğunda şiir susar” diyor. Baskı, takip ve denetleme, insanı ezer, içine kapatır. Bir insanın çevresinde ne kadar göz varsa, o kimse sindikçe siniyor, o denli sessizliğe bürünmek zorunda hissediyor kendisini…
YanıtlaSilYavaş yavaş geliyorlar..2023te herşey bitmiş olacak....yine de kimse karamsar değil... ne kadar rahatlar....bilmiyorlar görmüyorlar duymuyorlar..Halbuki Sevgili Atam uyuyan milletler köle olarak uyanırlar diye boşuna dememiş...bir kere duvara toslayalım ... çok önemli bir şey olsun ... belki o zaman uyanıp harakete geçerler diye düşünüyorum... Bilgehan Aktan
YanıtlaSilMilli olan ne varsa değiştirilip içleri boşaltılıp yobazlaştırılmaya çalışıyorlar ,bütün bunlar olurken de milletimiz sesini çıkarmıyor razı herhalde köle olmaya yada din adı altında yobazlaşmaya anlamakta güçlük çekiyorum artık nerden nereye gidiyoruz kimsenin umurunda değil...kaleminize sağlık...
YanıtlaSilSömürge olan bir ülke haline getiriliyoruz... Cahil yöneticiler kendilerinden daha akıllı ve kültürlü bir toplum olsun istemiyor. Herşey geriye doğru gidiyor..Cahil ve muhtaç bir toplumu yönetmek kolaylarına geliyor... Resmen buna rejim değişikliği denir bu kadar cüreti nereden buluyorlar sebebi çok basit sindirilmiş ve uyuyan bir toplumdan... Kaleminize sağlık ...
YanıtlaSilCelal KURUHASANOGLU / FR.
YanıtlaSilFransiz bilgin-dusunur Blaise Pascal(ol.1662) in bir sozu ile baslamak istiyorum yorumuma."Muslumanlarin en buyuk zaafi, dinini UYANMA ve SORGULAMA araci olarak degil de, UYUMA ve SUSMA araci olarak kullanmistir." Bizim halkta çalan-çirpan ihale yolsuzlugu yapan, yetim hakki yiyen, kurtulus savasindan sonra elde ettigi bayram kutlama gunlerini kaldirmak isteyenleri " benim dinimdendir, dinimden oldugu için sorgulamam gerekmez" anlayisina uygun hareket ediyor. çoktan beri yaziyorum. Muhalefetin muhalefet edecegi tum yollari kapaniyor. Dusunun muhalif 100'den fazla gazeteci tutuklu. Bunlara bilim adamlarini, ogrencileri, parti baskanlarini eklersek, zaten muhalefetin sesi kisilmis durumda bunun farkina varmak lazim. Konusamaz bir gençlik, sendikalarin tum artelleri kesilmis, sivil toplum orgutleri sokaga çiktiginda ozel yetkili mahkemelerce, " siz bugunku iktidari yikmak için yurudunuz, orgutsunuz" diye tutukluyor. Son zamanlarda universitede çikan uç bes muhalif ogrencinin durumu belli. Toplum tamamen susturulmus durumda, korkan toplum olduk. Milli'lik ilimli islam için onemli degil, ummetçilik onde gelir. Simdi de toplumu dizayn edip, dindar gençlik yetistirecektir. Ilimli, dinci genç ss'ler yolda. Sus sustukça sira size de gelecek sozu geçerliligini yitirmistir. çunku biz toptan sustuk (istisnalar kaideyi bozmaz) Guzel bir makale. çok okunmasi dilegimle... Selamlar...