AKP’LİLERİN NAKİT SEVDASI
SARIGÜL’ÜN MUHTEREMİ
ANAYASAYA AYKIRI, AMA ONAYLARIM
AKP’NİN YAPTIĞI YOLSUZLUK DEĞİLMİŞ
DİKTATÖRÜN, YATAK ODASI MERAKI
GÜL, ERDOĞAN İLE ÇEKİŞİYORMUŞ
GÜL’Ü CUMHURBAŞKANI SANANLAR
İKİLİ SİSTEM AKP’YE YARIYOR
AKP’nin
iktidara gelmesiyle eskinin birçok siyasal partisi TBMM’ye giremedi. Giderek bu
partiler, siyasetin dışında kaldı. Siyaset, AKP ve CHP odaklı ikili sisteme
döndü. Bu durum, AKP’nin istediği bir şeydi. Koşullar ve AKP’nin bazı taktiksel
tavırları bu sistemi pekiştirdi.
Neden
ikili sistem? AKP, Millî Görüş geleneğinden gelen bir oluşum. Bu tabanın
tümünün desteğini alsa bile yüzde yirmiyi geçemez. Bu da onun iktidar olmasına
yetmez. O zaman nereye dayanacak? Öncelikle merkez sağa ve az da merkez sola...
AKP’nin
iktidar olmasıyla merkez sağın laik seçmeninin bir kısmı CHP’ye kaydı.
CHP-DSP’nin özellikle yoksul kesimlerdeki seçmenin önemli bir bölümü, AKP’ye oy
verir duruma geldi. Anlaşılacağı üzere sağdan sola, soldan sağa seçmen kayması
söz konusu kısmen de olsa.
AKP,
geleneksel olmayan seçmen tabanını tutmak için hep kamplaştırma siyaseti izlemekte.
Sürekli ya ben ya CHP ikilemini topluma sunmak için özel bir çaba harcamakta.
Çoğu zaman bu siyasal tuzağa ne yazık ki CHP yöneticileri de düştü, günü
kurtarmak adına da olsa. Toplum kamplaştıkça AKP, iktidarını sağlamlaştırdı.
İktidarı sağlamlaştıkça da Cumhuriyet kurumlarına saldırdı fütursuzca.
2007
seçimleri, ikili sistemin oluşturulmasında önemli bir dönüm noktası. Türkiye
tarihinin en büyük muhalif gösterileri oldu seçimler öncesi. Cumhuriyet
mitingleri... AKP’nin dizleri titredi bu mitingler olunca. Kendileri bile
ayakta kalacaklarına inanmadılar bir süre.
Ankara
mitingi (14 Mayıs 2007) ilkti ve Cumhuriyet’in korunması duyarlılığı ve “Ne ABD
ne AB, tam bağımsız Türkiye!” sloganıyla tam bağımsızlık düşüncesi egemendi
Tandoğan’a.
İkinci
miting, İstanbul Çağlayan’daydı (29 Nisan 2007). Burada “Ne şeriat ne darbe!”
söylemi öne çıktı. Bu söylem, AKP’yi rahatlattı. Çünkü gündem, Cumhuriyet’ten
darbeye evrilmişti.
Beşinci
miting (13 Mayıs 2007), İzmir Gündoğdu Meydanı’ndaydı. Burada CHP-DSP
yöneticilerine “Birleşin!” çğs yapıldı alanı dolduran büyük çoğunlukça. Anlaşılacağı
üzere solu birleştirme gösterisine dönüştü İzmir mitingi.
Oysa
Cumhuriyet’i korumak hem solun hem de sağın görevi. Cumhuriyet yanlısı sağı,
AKP saflarına itmek mantıklı bir manevra değil. İzmir mitingi ve sonrasındaki
gelişmeler ne yazık ki AKP’ye yaradı. Özellikle DYP ve ANAP’ın erimekte olan
tabanı tamamen yok oldu. Seçim barajını geçebilecek bu güç, TBMM’ye giremeyince
AKP oyunu artırdı. İkili çark, AKP’yi güçlendirirken CHP yerinde saydı, tüm
birleşmelere karşın. Yıkılacağını düşünen AKP, iktidarını koruduğu gibi,
oylarını da artırdı.
“Birleşelim,
parçalanmayalım...” demek, kulağa hoş gelir. Doğru zamanda yapıldığında doğru
sonuçlar da verir. Ancak seçimleri incelediğimizde siyaset sahnesinden silinen
DSP’nin oyları tamamen CHP’ye; ANAP’ın oyları da tamamen DYP’ye gitmemiştir.
Yani siyasette 2+2=4 yapmıyor genellikle. Bazen üç (Az da olabilir.), bazen de
beş (Fazlası da olabilir.) edebiliyor. Basit bir matematikten hareket etmek
çoğu zaman yanıltıcı olmakta.
Bugün
de “Aman oyları bölmeyelim.” denmekte. Seçmen baskı altına alınmakta.
Muhaliflerin CHP dışındaki bir partiye oy vermeleri neredeyse ihanet olarak
algılatılmakta. Toplumda ikili sistemin derinleşmesi için büyük çaba
harcanmakta. AKP’den kayma olasılığı olan oylar CHP’ye (Günün koşullarında)
gelmiyor. Başka bir seçenek olmayınca da yeniden, kerhen de olsa AKP’ye dönüyor
bu seçmenler. O zaman yeni çekim alanları olmalı, yoksa yaratmalı. AKP’nin
memnun olmayan seçmenin oy verebileceği bir siyasal oluşum olmalı. Bu solda da
olabilir sağda da... Çünkü kamplaştırılan seçmenin rakip saflara katılması çok
kolay değil.
Sıkça
denmektedir ki “Oylar bölünürse AKP kazanır yine.” AKP’nin yüzde elli oy alarak
kazanmasıyla yüzde otuz oy alarak birinci olması arasında çok fark var.
Oylarının büyük bir bölümünü kaybetmiş bir AKP, iktidarını sürdüremez ve bu bir
yenilgidir. Yenilen kişi, bir daha doğrulatamaz belini. Bu nedenle seçmeni iki
parti arasına sıkıştırmamalı. Seçmen sıkışınca AKP tabanından uzaklaşamıyor.
Seçime giren ikili sistemin dışındaki diğer partilerin alacağı küçük orandaki
oylar AKP’ye bir gedik açacaktır.
Dikkat
edilirse AKP ve lideri, sürekli olarak ikili sistemi dayatmakta. CHP
yöneticileriyle CHP’yi destekleyen bazı gazeteciler de bu tuzağa düşmekteler ne
yazık ki.
Türkiye
ikili sistemin dışına çıkmalı. İttifaklar mı? Yapılmalı, yapılacağı kadar. İttifakla,
doğru bir siyasal izlence çerçevesinde olmalı. Ancak ittifaklar, her zaman
istenen sonucu vermemekte. Yerel seçimlerde AKP hezimete uğratılmak isteniyorsa
ikili sistemden kaçınmalı. Her parti alabileceği kadar oy almalı. AKP’den
kopacak her oy çok değerli. Kim koparırsa koparsın, kimin hanesine yazılırsa
yazılsın.
Adil
Hacıömeroğlu
18
Şubat 2014
GAZİ MUSTAFA KEMAL
CHP’NİN KAÇ MİLLETVEKİLİ VAR?
TARAF PROJEYMİŞ, ÖYLE Mİ?
YÜREK ÇAĞLAYANIN AKTIĞI YER
CHP’YE TUZAK
KURU SIKI ATMA, YASALARI UYGULA
O, İNANIYOR YA...
Ninem (babaannem) iyi bir hafızdı. Dini bütün bir kişiydi. Babası, Oflu hocaların birçoğunun yetişmesini sağlayan Dereyurtlu Molla Mehmet’ti. Kuran okumayı ve dinsel bilgilerin çoğunu babasından öğrenmişti. Nefesinin kuvvetli olduğu söylenirdi. Kocakarı ilacı yapmakta ustaydı. Çocuğu olmayan kadınlar, ruhsal rahatsızlığı olanlar, saralılar, kısmi felçliler, uykusuzluk çekenler, baş ağrısından kurtulamayanlar, romatizması azanlar, gece karanlığından korkanlar, kötü düş görenler, kocası ya da oğlu hayırsız olanlar, kocasının ilgisizliğinden yakınan kadınlar, iştahsız çocuklar, gece yatağını ıslatan yetişkinler, ineği yeterince süt vermeyen kişiler, yaralılar, hazım ve boşaltım sorunuyla uğraşanlar, yük taşımaktan bel fıtığına tutulanlar, gurbetteki eşinden haber alamayan taze gelinler, daha usunuza gelebilecek onlarca hastalığın umarıydı o.
Ninemden umar uman dertliler, bizim
eve gelir. Kışın ocağın başında, yazın kapı önünde oturan ninemin önüne bir
iskemleye saygıyla otururdu. Her gelen derdini biraz da abartarak üzüntülü bir
yüz ifadesiyle anlatırdı. Ninem, arada sorular sorarak karşısındaki kişiyle
iletişimini ilerletirdi.
Kimi zaman utangaç gelinler, kızlar kaynanaları
ya da anneleriyle gelirlerdi. Bu durumda derdi dillendirmek, büyüklere düşerdi.
Arada gelinler, kızlar utangaç bir tavırla söze karışır, düzeltmeler yapardı.
Anneler ya da kaynanalar anlattıkça yanlarındaki tazeler, daha da üzüntülü bir
duruma sokarlardı kendilerini.
Konuşmalar sırasında ninemin olumlu
telkinleri gözden kaçmazdı. Hep moral verirdi karşısındakine. Sabırla dinler,
bir sorun çözücü edasıyla konuyu anlamaya çalışırdı.
Sorunu dinledikten sonra ninem,
içinde kaynar su olan güğümü önüne alır. Güğümün üstüne bir parça ekmek koyar. Bazen
tarak da konurdu güğümün üstüne. Ya bir ekmek bıçağını ya da kuşağından
çıkardığı çakısını eline alarak okuyup üflemeye başlardı. O, okuma başladığında
herkes sessizliğe gömülürdü. Umar arayanlar, heyecanlı bir yüz ve yaşlı
gözlerle onu dinlerlerdi. Ninem, bıçağı ekmeğe sürüp buharda tuttuktan sonra
karşısındakinin eline, yüzüne, bedenine sürerdi. Arada “Tüh, tüh!” diyerek
okuyup üflemesini sürdürürdü. Bıçağı her sürüşünde, karşısındaki irkilip geri
çekilirdi.
Yaralı, ağrılı yerlere ekmek içi,
haşlanmış patates, sobada ısıtılmış lahana yaprağı, yoğurt, toprak, türlü otlar
sarardı. Sarımsak vazgeçilmez ilaçtı onun için. Neredeyse tüm yaralara,
ağrılara, saçkıran olmuş yerlere sürdürürdü sarımsağı.
Rendelenmiş sabun, yumurtanın
beyazı, buğday unu karışımına biraz zeytinyağı döker karıştırırdı. Karışımı
forotika beze (kendir liflerinden yapılan yöreye özgü bir kumaş) sararak çatlak
ya da kırık kemiklerin üstüne örterdi. Sargı, bir hafta özenle korunurdu. Bir
hafta sonra hasta gelir, sargıyı ninem özenle açardı.
Korkusu olanların ilacı başkaydı.
Kaynamakta olan güğümdeki suyu bir lengere boşaltırdı birden. Boşaltır
boşaltmaz güğümü, lengerdeki suya sokardı ve sıcak su gerisin geri güğüme
dolardı. Aslında güzel bir fizik deneyiydi bu. Böylece kişinin korkusu alınırdı.
Okuma işi bitince yoğun bir telkin
faslı başlardı. Moralleri düzelmiş olarak herkes yanından ayrılırdı. Üzüntülü
gelen kişilerin yüzlerindeki sonsuz mutluluğu görmek olanaklıydı ayrılış sırasında.
Sağaltımcının, sağlık kuruluşunun
olmadığı bir yerde böylesine ruhsal bir otamanın umarsız kişilere bir nebze
olsun umut verdiğini unutmamak gerek.
Ninem yaptığı kocakarı
ilaçlarından, okuyup üflemelerden hiçbir karşılık istemezdi. Onun için bir
hayır duası her şeyin üstündeydi. Yine de dertli ya da hasta olanlar ninemle
vedalaşırken türlü vaatlerde bulunurlardı. “Derman bulursam, sana ... gün tarla
işlerinde yardım edeceğim. İyileşirsem şu armağanı alacağım.” diyenler çoktu.
Derman bulanlar sözlerinde dururlardı. Çünkü vaadini tutmadıklarında, daha
beter bir derde gark olacaklarına inanırlardı. Bu nedenle de sözler yerine
getirilirdi. Harcanan emeğin karşılığını vermeyi bir vicdan borcu bilirdi
herkes.
Bir gün nineme: “yaptığın ilaçların
etkisine, nefesinin iyileştirici gücüne inanıyor musun?” diye sordum.
O: “Onlar inanıyor ya...” diyerek
yanıtladı beni. Evet, onların inanması önemliydi. Okuma yazma bilmeyen ninem, bana tinsel sağaltımın önemini kavratmıştı ilk gençlik yıllarımda. Olumlu erkenin
gücünün nelere kadir olduğunu anlatmıştı kısacık yanıtıyla. Bana, yaşamım
boyunca unutamayacağım bir dersti bu. Günümüzde
olumlu erke üzerine konferanslar veriliyor. Büyük paralarla bu işi yapan
kişiler dolaşmakta ortalıkta.
İnanmak; mutlu olmanın, başarmanın,
zorlukların üstesinden gelmenin anahtarı değil mi?
Adil
Hacıömeroğlu
11
Şubat 2014