Bakırköy’de
bir alışveriş merkezindeki restaurant... Gece güzel... Poyraz esmekte
hafiften... Havada tatlı bir serinlik var. Kapalı ve açık alanlar tıklım tıklım...
Oturacak yer yok neredeyse... Boşalan masalar hemen dolmakta... İnsanların
konuşmalarının uğultusu, müzik sesini bastırmakta...
Gençler
çoğunlukta... Bazı masalarda hararetli tartışmalar yapılmakta... Gençlerin
bazılarının yorgun mu yorgun bir görüntüsü var. Sanki akşama kadar taş ocağında
çalışmışlar gibi. Omuzlar çökük, yüzler asık, kaşlar çatık...
Ne
yazık ki gençlerin çoğunun giyimi özensiz. Sıradanlık, egemen oluyor nedense...
Akşam yemeğine gittiklerinin farkında değiller sanki. Erkeklerin çoğu sakallı.
Sakallar bakımsız. Mevsimin ılıklığı karşısında siyah renkli giysiler
ağırlıkta. Nedense erkekler giyimde birbirine benzeme yarışındalar. Sert
görüntü takınmayı beceri saymakta çoğu...
Kadınların
makyaj ve giyimlerindeki özensizlik, erkeklerle yarışacak düzeyde... Beden
özelliklerini hesaba katmadan giyinmek, çoğu kadını gülünç göstermekte. Kadınların
çoğunun saç biçimi birbirinden kopya... Makyajda yaratıcılık çok az...
Keyifle
söyleşirken bir çift yan masaya oturuyor. Önce ağırlıklarını boş sandalyelerin
üzerine yerleştiriyorlar. İkisi de aynı anda cep telefonlarını alıyorlar ilgi
çekici bir çeviklikle. Kadın ve erkek sözleşmişler gibi aynı anda telefonların
içine gömülüyorlar. Gözler ekranlara kilitli...
Aynı
masada karşılıklı oturmuşlar gibi görünseler de ikisi de masadan uçmuş
durumdalar. Telefonda saklı âlemlerin içine gömülmüşler. Masa gittikçe
küçülüyor. Kadın ve erkek bir anda yok oldular sanki. Ortada, parmakları
sürekli kıpırdayan dört el... Kadın ve erkek yok olup masa küçüldüğünde telefonlar
büyüdü, büyüdü, büyüdü her yanı kapladı.
Garson,
tüm inceliğiyle “Hoş geldiniz!” diyerek önlerine iki kitapçık uzatıyor. Onların
ne garsonu görecek durumları ne işitecek kulakları ne de dermanları var.
Parmaklar hızla çalışmakta.
Garson,
sözlerini yineliyor şaşkınca. Eller, işini sürdürürken ikisi birde tek
gözleriyle garsona bakıyorlar. Anında siparişlerini verip telefon âleminin
içinde yitiyorlar.
Bir
süre sonra garson yemekleri ve içecekleri getirip özenle masaya yerleştiriyor.
Bir süre fark etmiyorlar masadaki değişikliği. Önce kadın bir göz atıyor
masaya. Arkasından erkek...
Kadın;
çatalı, bıçağı kâğıttan kılıfın içinden çıkarıp tabağın kenarına koyuyor
yavaşça. Erkek, yemeklerin geldiğini görünce elindeki telefonu aceleyle
bırakıyor masaya. Tabağın üzerine abanıyor vahşi bir kedi gibi. Yok, yok kedi
gibi değil... Bir sürüngen gibi desek daha yerinde olacak. Çünkü çiğnemiyor,
yalnızca yutmakta bütün bütün... Durmadan yiyor... Bir ara soluk alıp almadığı
konusunda kuşkuya kapıldım.
Kadın
yemeğe başlıyor usulca. Bir iki söz düşüyor dilinden masanın orta yerine.
Sözler, masanın üstünde sahibini beklemekte. Ancak onları kimse sahiplenmeyince
masanın soğuk zemininde can çekişmekteler...
“Söz,
can çekişir mi?” demeyin sakın. Çekişir... Hem de yürek ağrısıyla can verir.
Söz, ağızdan çıkınca yeri kulaktır. Eğer kulaklar tıkalıysa, yürek buzlu cama
dönmüşse göğüs kafesinde söz çoğu zaman buharlaşır ağız boşluğunda. Yok olur.
Peşine düşseniz de yakalayamazsınız onu.
Adam
durmadan yiyor, yiyor, yiyor... Kadın, bir lokma alıyor tabağından özenle. Özenle
çiğnemekte lokmasını... Gözleri, adama kilitlenmiş durumda... Erkek, duvar
olmuş durumda. Çevresindeki her şeyle iletişimini kesmiş. Yalnızca yemek
tabağıyla ilişkisi var.
Kadın,
ikinci küçük lokmasını atıyor ağzına. Gözleri yalvarır gibi bakmakta
karşısındakine. Bir ışık beklemekte... Ama ışık yanmıyor bir türlü.
Kadın
birkaç lokmayı tembelce çiğniyor. İçkisinden bir yudum alıyor isteksizce.
Yavaşça çatalı, bıçağı bırakıyor masaya. Telefonu alıyor eline. Parmaklar
hışımla dokunmakta tuşlara. Telefon göz, kulak, dil oluyor ona. Bir de yürek
olsa elindeki alette iş tamam olacak.
Erkek,
yemeğini yorgun bir maden işçisi edasıyla bitirdi. Arkasına yaslanıp derin bir
soluk aldı. Sonra kollarını yavaşça yana açarak gerneşti. Yüzü hareket etti
sağa ve sola. Arkasından peş peşe esnedi bir timsah umursamazlığıyla. Telefonu
aldı bıraktığı yerden. Tuşlara ağır hareketlerle dokundu. Gözlerini ovuşturdu
yumruklarıyla. Yeniden esnemeye başladı. Telefonu bıraktı. Garsonu çağırdı.
Hesabı ödedi bir çırpıda. Montunu giydi hızla.
Kadına
seslendi erkek. Demek ki dilsiz değilmiş. Kadın şaşkınlıkla baktı ona.
Umarsızca kalktı yerinden. Bolerosunu giydi. Şalını omuzlarına attı. Telefonu
çantasına koydu. Çantayı omuza asıp yürümeye başladı. Erkek de yürüdü ardından.
Aralarında birkaç adımlık uzaklık var. İkisi de sessiz ve dalgın gecenin içinde
yitip gittiler.
Garson
masada ne varsa hızla topladı. Erkeğin boş tabağının üstüne, kadının dolu
tabağını koydu. Bıyık altından gülümsedi tabak, barda, bıçak ve çatallara. Masa
saatlerdir ilk kez bir gülücükle aydınlandı. Aydınlık, gecenin içine koştu. Kapıdan
çıkarken o da yok oldu. Öksüz, yetim bir aydınlığın yazgısıdır yok olmak
karanlığın dehlizlerinde.
Camdan
geceye baktım. Poyraza selam verdim. Yıldızlarla konuşmak için vedalaştım
dostlarla. Gecenin içinde yelin serinliğini duyumsadım. İskeleye yürüdüm.
Denizin kokusu okşadı yüzümü. Ürperdim. Deniz aracına bindim. Sol yana oturup
kıyı boyunca İstanbul’a daldım. Yüz yıllara meydan okuyan tarihsel yapılar alıp
götürdü beni bir düş dünyasına.
Yaşamak
ne güzel! Hele İstanbul’daysan... Soluk almak, soluk vermek. Denize, balığa
doyamamak... Yıldızlarla dost olmak ne güzel... Her lokmayı dost sofralarda
çiğnemek ne güzel.
Adil
Hacıömeroğlu
12
Ekim 2014
Bir anı-öykü tadında yazı bu. Yer , Bakırköy'de alışveriş merkezi restaurantı . Özensiz giyimli gençlerin çoğunlukta oluşu dikkat çekiyor. Bir masadaki kadın ve erkeğin cep telefonundaki SANAL dünyaya dalışları , orada yitip gidişleri dikkati çekiyor. Sonra yemek yerken yadırganan hareketleri. Birer robot gibi duygusuz , duyarsız görünümleri.. Bu ikili yemek bitiminde yeniden telefonlarındaki sanal dünyada yitmekteler , neden sonra ; ilkin kadın , ardından erkek çıkıp gitmekteler. Sonra bu serüvenin yazarı deniz taşıtına gidiyor ; tatlı serin esintinin okşayışı içinde İstanbul'da yaşamın güzelliğini duyumsayarak... Sürükleyici , akıcı , dilin titiz kullanıldığı bir yazı bu.. Teşekkürler Sn. A. Haciömeroğlu !
YanıtlaSilÖZGEN KARA
Teknolojiyle, insana konuşmanın unutturulacağına en güzel örnek. İnsana insan olmayı unutturan en güzel örnek. Bu güzel örnek bize söz bırakmadı.
YanıtlaSilNe kadar acı...insanlar konuşmay ıunuttu...teknoloji canavarı hiç bir şey bırakmadaı...daha acısı geçen gün İstanbulda bir cafede kadın ve erkek yanlarındaki çocuklarıyla telefon yüzünden ilgilenmiyorlardı...çocuk gözlerinin içine bakıyor bir şeyler söylüyor ama nafile...harika bir öykü...emeğinize sağlık...
YanıtlaSilTeknoloji canavarlığı konusu olmuş yazınız. Güzel anlatımınıza ve yazınıza teşekkürler. Teknoloji yerinde ve zamanında kullanılmalıdır. İnsanlar özel anlarında, birlikteliklerinde bile teknolojiyi ön planda kullanmamalı, önce sevgi ve saygıyı unutmamalıdırlar.
YanıtlaSilGelişen teknolojiyle insanların hızlı tüketime alışmaları günlük hayatlarına da yansıyor.Birey sıradan, özgünlük yok,bilgiyi emek vermeden alıyor.Duygular kaybediliyor.Hayat sevdiğimiz insanlarla vakit geçirirken acele etmeden zamanın akışı içerisinde olduğu gibi kalabilmektir.Erkek Yemeğini hızlı tüketip duygu sarfetmeden masadan kalkıp eylemini yerine getirmeye çalışıyor.Kadın yemek yerken iletişim kuramıyor, telefon bilinçli yerinde kullanılırsa , eğitim de gelişen teknolojiyi takip etmede verimli olur.Hayatımızda bir şeyleri bizim için değerli kılan onlara verdiğimiz emektir.Hocam sosyolojik olgulara dikkat çekip bizlerle oaylaştığınız için sağolunuz.Saygılar.✍️👏🙏🏻🌺👩Fulya Kırımoğlu
YanıtlaSilİletişim=Algılama+Aktarma... İnsan algılamadığı bir şeyi aktaramayınca,bilinç kapalı olduğundan, fonksiyonel olarak işlev yapamadığından,insanlar cansız heykeller durumuna düşüyorlar.
YanıtlaSil