15
Temmuz darbe kalkışmasından sonra en çok sorulan soru şu: Nasıl oluyor da
general, vali, profesör olmuş en yüksek orunları işgal eden kişiler, ilkokulu
bitirdiği bile şüpheli olan bir vaize kulluk eder? Kimle konuşsak aynı soru sorulmakta.
Bu sorunun yanıtı merak edilmekte.
Evet,
Cemaat lideri vaizin ilkokulu bitirdiği şüpheli. Dini bilgisi tartışmalı.
Yüksek düzeyde bir dinsel eğitimi yok. Dinsel kuralları, İslam ahlakını, Kuran
hükümlerini içselleştirdiği söylenemez. Çünkü Cemaat’in yaptığı işlere bakınca
yalan, iftira, ikiyüzlülük, kumpas... gibi toplumca kötü sayılan davranışlar
öne çıkıyor. Üstelik kendine bağımlı binlerce kişiyi, nasıl oluyor da ABD
hizmetine tereddütsüz sokması da ayrı bir merak konusu.
Halkın
bir türlü kabul edemediği koskoca generallerin, valilerin, profesörlerin... bir
cahile nasıl kul köle olduğu... Öncelikle bu general, vali ve profesörlerin
gerçekten aldıkları unvanları hak edip etmediği...
Çok
küçük yaşta (Çoğunlukla ortaokul çağında) tarikat ve cemaatlerin eline düşen
çocuklara, kayıtsız, koşulsuz, sorgulamaksızın itaat etmek öğretilmekte. Ayrıca
tarikat ve Cemaatlerce okutulan ve masrafları karşılanan yoksul çocuklar,
yaşamları boyunca şeyhlerine minnet duymaktalar.
Yatılı
sisteminin sağ iktidarlarca bilinçli olarak çökertilmesiyle okula gitmek
isteyen yoksul çocuklar çaresizliğe itildi. Çaresizlik içindeki aileler,
çocuklarının geleceğini kurtarmak adına tarikat ve cemaatlere teslim oldular.
Hiçbir zaman şu soruyu sormadılar kendilerine: Devlet varken neden tarikat ve
cemaatler çocuğumu okutuyor, bunun karşılığını nasıl ödeyeceğim? Evet, bunun
karşılığını yoksul aileler ödediler. Hem de çocuklarının yaşamlarının,
geleceklerinin mahvedilmesiyle... Üstelik güzel bir gelecek, mutlu bir yaşam
arayan bu çocuklar bir de ABD ajanı, vatan haini damgası yediler alınlarına. Bu
aileler, halkımızın yıllardır söyleyegeldiği “Gâvurun ekmeğini yiyenler, onun
kılıcını sallar.” sözünü de uslarına getirmediler.
Konuyu
dağıtmadan asıl noktaya gelelim. Toplum nezdinde saygın mesleklere sahip
eğitim-öğretim basamaklarını sabırla çıkmış insanlar, neden cahil birinin
peşindeler? Tarikat-cemaat düzeninde soru sorma, sorgulama, merak etme yoktur.
Oysa insanoğlu tarih boyunca merak ettiği için soru sormuştur. Aldığı yanıtlar,
onun öğrenmesini sağlamış. Öğrendikçe bilmediklerinin ne kadar çok olduğunu
anlamış. Bu nedenle soruları artmış. Sorular arttıkça buna koşut olarak
bilinçlenme süreci hızlanmış. Bilinçlenen kişi, sorgulamayı, körü körüne inanmamayı
kendine ilke edinmiş. Böylece de beyinlerde özgür düşünce filizlenmiş. Bu
filizler, zamanla kişinin beyninde dev bir ağaca dönüşmüş.
Merak
edip sorgulayan beyinler, bilim, teknoloji, sanat ve kültürün gelişmesinin
itici gücü, öncüsü olmuş. Uygarlığın, insanın, toplumun gelişmesinin temelinde
merak duygusuyla sorulan soru yatmakta. Tarikat cemaatlerde sorgulama
olmadığına göre uygarlıktan, gelişmiş bir insanlıktan söz edilebilir mi?
Yanlışı, doğrudan ayırt etmek olanaklı mıdır bu bağımlı düzen içinde?
Yüksek
orunlara erişmiş Cemaat mensuplarının neredeyse hepsi eğitim yaşamları boyunca
suç işlemeyi bir yaşam biçimi olarak edinmişler. Nerdeyse girdikleri tüm
sınavlarda soru hırsızlığıyla eşit olmayan bir yarışın galibi olmuşlar. Suç
ortaklığı, onların suskunluğunun nedeni olmuş. Hiçbiri de kalkıp “Müslüman adam
sınav sorularını çalar mı? Yıllarca çalışıp didinen, emek harcayan kişilerin
hakkını yer mi?” benzeri soruları kendilerine sormuyorlar. Çünkü İslam ahlakı
ikinci planda. Kuran hükümleri yok sayılmakta türlü düzenbazlıklarla.
Cemaat’in
kapıkullarının din yerine, safsataya inanmaları rastlantı değil. Ne yazık ki
ılımlı İslam adı altında yıllardır İslam’la ilgisi olmayan kurallar, düşünceler
dinmiş gibi topluma aşılanmakta. Biçimsellik, kılık kıyafet, dinidar görünme
yarışı İslam diye yutturulmakta. Ahlaklı, erdemli olma, yalan söylememe, hırsızlık
yapmama, haktan yana olma, sevgi, saygı, dostluk, yardımlaşma, toplumsal
çıkarları koruma, sahtekârlık yapmama, devletine-milletine bağlılık, özgür
düşünme... gibi davranışlar bir kenara itilmiş. Dinin küresel düzene göre
biçimselleşmesinin mimarı da ABD.
Türkiye’de
neredeyse tüm İslamcı gruplar, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığında
uzlaşmaktalar. Ulusumuzu bir arada tutan Atatürk ve Cumhuriyet’e karşı
yıllardır savaşmaktalar. Bu konuda çoğu zaman bölücülerle de birleştiler.
Toplumsal çözülmeye, değer sisteminin çökmesine yol açtılar. Cumhuriyet
kazanımlarını fütursuzca harcadılar. Özgür akıllı birey olma yerine, din adamı
kılıklı çıkarcı, fırsatçı şeyhin kapıkulu olmayı yeğlediler nedense. Onlara
birey olma hakkını tanıyan, insanca yaşama olanağı sağlayan Cumhuriyet’e
düşmanlıkları anlaşılır gibi değil.
FETÖ’ye
bakarak diğer Cumhuriyet düşmanı dinsel grupları aklamamalı. Sorgusuz sualsiz
şeyhe biat eden kişiyi; hem şeyhi hem de şeyhi yöneten küresel güç kullanır.
Kime karşı mı? Vatanına, milletine, ailesine karşı... Çünkü kişi benliğini,
özsaygısını yitirince robotlaşır, insan olma özelliklerini yitirir. Robotlar
düşünüp sorgulayamaz, ancak sahiplerince kullanılır.
Ekonomik
ve düşünsel olarak şeyhe bağlı kişiler vali, general, profesör olsa ne olacak?
Aklını, düşüncesini bağlı olduğu kişinin buyruğuna verenler, hangi diplomaya
sahip olursa olsunlar eğitimli birey sayılmazlar. Okuyacağı okullar,
meslekleri, evlenecekleri kişiler, arkadaşları, iş yaşamlarında neler
yapacakları hep şeyhlerince belirlenmek bu kişilerin. Bu nedenle yaşamları
boyunca kendileriyle ilgili hiçbir kararı veremeyenlerin kartvizitlerinde yazan
mesleklerini yaptıkları söylenemez.
Ruhlarını
ve bedenlerini şeyhe satmış kişiye (Bedenlerini vatanına, milletine, ailesine
değil; ABD ve şeyhine siper etmekteler.)
vali, general, profesör... demek, bu meslek sahiplerine hakarettir. Bu
nedenle kapıkullarıyla özgür bireyleri birbirine karıştırmamak gerek.
Adil
Hacıömeroğlu
7
Ağustos 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder