Atacan,
her zaman olduğu gibi 5 Mayıs 2017 Cuma günü, kreşe gitmek için mutlulukla
evden çıktı. Okulda oyuncak günü olduğundan plastik bir av köpeğini çantasına
koydu.
Atacan,
okula götüreceği oyuncaklar konusunda çok özenli. Daha önce götürdüğü
oyuncaklarını götürmemeye dikkat ediyor. Bu konuda arkadaşlarının eğilimlerini,
beğenilerini, zevklerini kendince hesaplamakta. Kız, erkek ayrımı yapmadan
“Falan arkadaşım şundan, filan arkadaşım bu oyuncaktan hoşlanır.” diyerek okula
götüreceği oyuncakları seçer. Eğer arkadaşları oyuncaklarını çok sevip
oynamışsa onlara aynı oyuncaktan alarak armağan etmeyi düşünür.
Dün
sabah okula gittiğinde bazı arkadaşları kahvaltıdaymış Ata’nın. Oyun alanına
çıktı ve oynamaya başladı arkadaşlarıyla. Oyun sırasında Atacan’ın elinde
bulunan plastik araba, Arda’nın burnuna çarptı. Arda ağladı. Ata üzüldü.
“Yanlışlıkla oldu.” dedi. İnandıramadı arkadaşını. Ne yaptıysa olmadı. Arda’nın
gönlünü alamadı bir türlü…
Atacanlar,
günün ilerleyen saatlerinde spor alanına çıktılar. Yine oyun oynadılar
doyasıya. Ne yazık ki gün içinde ikinci kaza oldu. Can, Atacan’la Meriç’i
kovalamaya başlamış.
Atacan’ın
bir huyu var: Koşarken önünden çok, arkasına bakar. Bir de buna oyun sırasında
yaşadığı yüksek coşkuyu ve oyuna odaklanması eklendiğinde olacakları tahmin
etmek hiç de güç değil. Bu nedenle de önünde ne varsa çarpar ve canı yanar. Tüm
uyarılara karşın bu huyundan vazgeçmedi.
İşte,
dün Can, Atacan’ı kovalarken önündeki Çınar’ı görmedi ve onunla çarpıştı. İkisi
de ağladı kazanın sonunda. Ama Çınar’ın dudağı çok acımış ve çok ağlamış. Ata,
Çınar’ı kaza olduğuna bir türlü inandıramamış. Bu da içine dert olmuş.
Akşama
doğru eşim, Atacan’ı yuvadan almaya gitmiş. Hava güzel… Ilık bir bahar günü…
Böyle günlerde veliler çocuklarını yuvanın karşısındaki parkta oynatırlar.
Hatta bunun için çocuklar kendi aralarında sözleşirler bile… Atacan böyle
zamanları hiç kaçırmaz. Annesi, ona:” Hadi, parka gidelim.” diyor. O, mutsuz
bir sesle “hayır!” yanıtını veriyor. Annesi, nedenini soruyor. Atacan. Neden
olduğu iki kazayı anlatıyor. Arkadaşlarının ağladığını, kendisinin üzüldüğünü
söylüyor annesine üzgün, öfkeli bir sesle. Bana telefon açıyorlar. Aynı sözleri
bana yineliyor Ata.
Atacan,
eşime “Arda ile Çınar’ın canı yanmışken ve bana inanmamışlarken ben, parkta
oynayamam. Bugün cezalıyım anne!” diyor bilgiç bilgiç. Annesi, ona: “Bu cezayı
sana kim verdi?” diye sorunca o: “Ben, kendime ceza verdim.” diyor. Eşim, ne diyeceğini şaşırıyor. Telefona
sarılıp beni arıyor çabucak eve gelmem için. Ben de zaman geçirmeden eve
gidiyorum. Eve girer girmez Atacan, bana durumu anlatıyor. Ben de “Yanlışlık
olmuş, arkadaşların seni affeder.” diyorum. O: “Hayır, affetmezler…” diye
yanıtlıyor beni. “Pazartesi okula gidince olayın kaza olduğunu ikisine de
anlatırsın, sorun kalmaz.” diyerek yatıştırıyorum onu. Nafile… Üzüntüsü çok
derin… Gece uyuyuncaya dek söyleşiyoruz. Ona, yeni aldığım kitaplardan
birkaçını okuyorum. Neyse ki uyuyor.
Altı
yaşında bir çocuk neden olduğu kaza yüzünden kendini yargılayıp oyun oynamama
cezası veriyor özüne. Kendince bir adalet sağlamakta. Bilerek insanları kırıp
döken yetişkinlere, halka zulmeden siyasetçilere bakın! Ne özür var ne de ceza…
Büyükler olarak çocuklardan öğrenecek o kadar çok şey var ki…
Adil
Hacıömeroğlu
6
Mayıs 2017
Bu denli hassas çocuklar yetiştirip bir memleket dolusu kindar ve dindar siyasetçi öğretmen vs ellerine teslim etmek içimi acıtıyor. Atacanın ruhunu korumanız çok önemli.
YanıtlaSil