ATACAN’IN KOLU ALÇIDA

                                   
4 Ağustos 2017 Cuma günü yoğun bir iş temposu içindeydim. Sıcak bir gündü. Koşturmacalar, günün sıcaklığını daha çok duyumsamama neden olmaktaydı. Gün içinde eşimle birkaç kez konuştum. Buluşacağımız yeri kararlaştırdık. Ancak Atacan, bizim planlarımızı bozdu. Şaşkın Bakkal sahilinde bisiklet binmek istediğini söyledi annesine. Israr edince de eşim dayanamadı ve onun isteğine uydu ve sahildeki çocuk parkına gittiler.
Sahil tıklım tıklım... Çocuk parkında oynayan, koşan çocuklar… Kaydıraktan kayanlar, salıncakta sallananlar… Bisiklete binenler… Saklambaç, yerden yüksek oynayanlar… Paten ve scooterla kayanlar… Yürümeyi yeni öğrenen bebekler, anne ya da babalarının sıkı gözetiminde paytak paytak yürümedeler… Dedeler, nineler torunlarını gururla izlemekteler… Çocuk parkının yanında bulunan çay bahçesinde oturacak sandalye yok neredeyse.
Atacan, arkadaşlarıyla oynamakta. Her zamanki gibi koşmakta. Bu arada parkın ışıkları kesildi. Ortalık loş bir karanlık. Koşarken yandan scootera binen bir kız çocuğu Ata’ya çarpınca yere düşüyor sertçe. Çocuk canhıraş ağlamakta. Arkadaşları eşime koşuyorlar avaz avaz. Buz arıyorlar, yok! Belediyeye ait çay bahçesinde buz olmaz mı? Olmuyor işte…
Ben, işlerimi bitirip Bakırköy’de bir yorgunluk çayı içeyim derken telefonum çaldı. Eşim  “Atacan’ın kolu kırıldı her halde.” diye korku ve kaygıyla bağırmakta.
Ben: “Göztepe Eğitim Araştırma Hastanesi’ne gidin. Ben de oraya geliyorum.” dedim ve hızla hastaneye ulaşmak için yola çıktım. Ne kadar hızlı davranırsan davran, burası İstanbul. Hem de akşam saati… Raylı sistemi yeğliyorum.
Benden önce hastaneye vardılar. Ben gittiğimde Atacan’ın kolu alçıdaydı. Alçı henüz ıslak, daha kurumamış. Bu nedenle alçıyı, Atacan’dan korumak gerek. Kolunu havada tutuyoruz bir yere çarpmasın diye. Atacan, beni görünce gözleri parladı. Hemen boynuma sarıldı. Olayın nasıl olduğunu anlattı. Üzüntüsü çoktu. Ona moral verdim. Kolunun çok çabuk iyileşeceğini söyledim.
Otacılardan kısaca bilgi alıyorum. Bilek ve dirseğin üstündeki kemiklerde çatlak varmış. Otacılar, buna “yaş ağaç kırığı” demekteler. Kolay iyileşeceğini söylediler.
Hastaneden ayrıldık. Nöbetçi eczaneden ilaçları aldık. Eve geldik. Atacan şaşkın… Saat, çoktan 24.00’ü geçmiş. Kolu yüksekte olmalıymış. Salonda başköşeye oturttuk onu. Kolunun altına minderler koyduk. Birazcık söyleştik.  Uykusu gelmeye başladı. Salonda ona bir yatak yaptık. Eşim, üzgün ve yorgundu. Atacan uyuyunca ona da uyumasını söyledim. Ben televizyonu açtım, sessizce izlemeye başladım. Haberlerin tekrarları, belgeseller, spor programları… Gözüm daha çok Atacan’da. Kolunun üzerine dönme hamlesi yaptığı anda yerimden ok gibi fırlıyor, onu düzeltiyorum. Koluna zarar vermeden uyumasını sağlamak amacım. Sabah olmak üzere. Doğuya bakan salonumuzun içi yavaş yavaş aydınlanmakta. Güneş kendini göstermek üzere. Ufuk, kızıl bir deniz gibi boylu boyunca uzanmakta.
Uykuya teslim olmak üzereyim. Oturduğum koltuktan yavaşça kalktım. Atacan’ın terden hafifçe ıslanmış saçlarını elimle düzelttim. Elim alnına gidiyor ateşine bakmak için. Ateşi yok! Bu güzel… Kolunu kontrol ettim. Yavaşça yanına uzandım. Uykusuzluktan halsizleşmişim. Ancak uyuyamıyorum, çünkü çocuğu kontrol etmeliyim. Ya kolunun üstüne yatarsa…
Kolunun altındaki minderleri düzeltiyorum. Ona sarılıp uyumak istiyorum. Kolum nasıl olsa üstünde… En küçük devinimini duyumsarım ve uyanırım, diye düşünmekteyim. Kolumu duyumsayınca gözlerini açıp bana dönüyor. “Sen misin Adil!” diye mırıldanıyor. “Evet!” diye yanıtlıyorum onu. Çok geçmeden ikimizde uyumuşuz.
Aradan bir saat geçmeden uyanıyor Ata. Beni de uyandırıyor. Yükselen güneş, perdeleri açık salonun camından içeri süzülmekte tüm sıcaklığıyla. “Kolun nasıl, ağrın var mı?” diye soruyorum. O: “Acımıyor.” diyor. Televizyonun kumandasını alıp ikimizin de hoşlanacağı bir program buluyorum. Belgesel… Bu arada Atacan’ın sargısız olan elini ve yüzünü yıkıyorum. O, bana engel olmak istiyor. “Ben, yıkarım Adil.” demesine karşın.
Aradan dört gün geçti. Atacan tek kollu canavar gibi. Dur durak bilmiyor. Dün akşam yaşamında ilk kez ayak paça çorbası içti. Paça içerse kolunun hızla iyileşeceğini söyledik. Bu nedenle paçayı beğenmiş göründü. Çorbasını hızla içti. Koşar adımla sahile indik Ay tutulmasını görmek için. Bulduğumuz masaya kendisi sandalyeler taşıdı tek başına. Bize taşıtmadı. Oturduk çaylarımızı yudumlarken Ay tutulmasını izledik. Çevremizdeki birçok kişinin bu doğa olayından haberi yokmuş. Atacan sayesinde hepsi öğrendi ve herkes fotoğraf çekmeye başladı. Ay tutulması bitince yürüyerek eve döndük. Gece, onu kollarına alana dek söyleştik.
Zor ve sıcak bir yazda bir de kırıkla çıkıkla uğraşmak zor. Atacan’a gerçek bir eziyet. Her sabah şunu soruyor: “Kolumdaki alçıyı ne zaman çıkaracaklar?” Biz de “Yakında…” diyoruz. Bakalım o “yakında” ne zaman gelecek?
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       8 Ağustos 2017


1 yorum: