21
Ağustos 2017 akşama doğru Büyükada’ya gitmeye karar verdik. Evden çıktık. Önce
ekmek aldık martılar için. Çünkü şehir hatları vapuruyla gidecektik Ada’ya.
Martılar, bıkmadan usanmadan vapuru izlerler. Vapurla adaya gider, dönüş seferinde
yine Bostancı’ya gelirler. Martılar sanki vapurların koruyucusu gibidir. Gerek
Boğaziçi’nde gerekse Ada seferlerinde martılara ekmek atmak büyük bir zevk
yolcular için.
Martıların
temel besin kaynağı balık… Ancak denizlerin aşırı kirlenmesi, avlanmadaki
kuralsızlıklar denizleri kuruttu neredeyse. Bundan da en çok etkilenen
denizlerin başında Marmara gelmekte. Türkiye’nin iç denizi olan Marmara,
ülkemiz için büyük bir varsıllık ve güzellik. Ne yazık ki Marmara’da yaşayan
birçok balık türü yok oldu. Balık yok olunca martılar çöp kutularında
aramaktalar kısmetlerini. Asya-Avrupa arasında işleyen vapurları, Boğaz’da
sefer yapan deniz araçlarını, Adalar’a gidip gelen şehir hatlarının gelinlerini
izleyerek yolcuların atacağı simit, ekmek, poğaça, bisküvilerde aramaktalar
kısmetlerini. Bu nedenle vapura binmek söz konusu olduğunda martılar için ekmek
almak zorunlu bir görevmiş gibi bizim için.
Atacan,
martılara ekmek atma işini çok sevdi. Günlük güneşlik günlerde vapura binme
isteğini söyler ısrarla. “Adil, Eminönü’ne gidelim mi?” der. Bu önerideki
birinci amacı vapura binmektir. İkinci amacı martılara ekmek atmak… Üçüncü
amacı ise Mısır Çarşısı’nı gezmektir. Mısır çarşısında satılmak için
akvaryumlarda, kafeslerde bekleyen hayvanları izlemek onun büyük zevki. Mısır
Çarşısı’na gidince Ata Japon balığı, ben de sebze fidesi alırız mevsimine göre.
Bu arada Yeni Cami önündeki güvercinleri hiçbir zaman unutmadığımızı
söylemeliyim. Bunun içindir ki Atacan’ın Eminönü’ne gitme önerisini çoğu zaman
içim kıpırdayarak beklerim.
Ekmeğimiz
elimizde vapura binmek için yola çıktık. Kısa sürede Bostancı İskelesi’ne
vardık. Turnikelerden geçtik. Yolcu bekleme yeri tenha. Sanırım yolcular, daha
sık sefer yapan deniz motorlarını daha çok yeğlemekte. İskelenin önündeki boş
alanda martılar var. Uçup konmaktalar sık sık ciyaklayarak. Atacan sabırsız…
Hemen ekmeği parçalayarak martılara atmaya başlıyor. Kuşlar, alt alta üst üste
ekmek kavgasındalar. Atacan’ın keyfi yerinde. Kolu alçıda olduğundan martıların
hızına yetişemiyor.
Fazla
beklemeden vapur geldi ve biz Atacan’la hızla arka güvertedeki yerimizi aldık.
Eşim, sağa sola sapmadan kolayca bizi buluyor. Çünkü bizim nerede oturacağımız
kestiriyor hemencecik.
Rüzgarın
serinliğini tenimiz emmekte . Deniz sakin… Martılar gecenin telaşında… Vapurun
arkasından gelen tek tük martı var. Kalan ekmeğimizi ufak parçalara ayırıp
kuşlara atıyoruz. Atacan’ın keyfi yerinde…
Vapur,
Büyükada’ya yanaştı özenle. Ata, elimden tutup beni kaldırıyor. Hadi, çabucak
inelim, arkada kalmayalım.” diyor heyecanla. Neredeyse koşar adımla iniyoruz
vapurdan. İskeleden yukarı doğru yürüyoruz. Amacımız kısa bir akşam yürüyüşü
yapmak. Faytonlar gelip gidiyor yanımızdan. Atacan’ın kolu alçı da ya,
soruyorum ona: “Yorulacaksan, yürümek istemiyorsan faytona binelim.” Önerim
karşısında yol kıyısında beklemekte olan faytonlara uzun uzun baktı, atları
inceledi.
“Binmeyelim!”
dedi hüzünle.
“Neden?”
diye soruyorum.
“Atların
da canı var. Çok yorulurlar biz binersek. Yazık değil mi?”
Israr
ediyoruz faytona binmek için. Atacan kararlı binmemekte. Atların eziyet
çekeceğini düşündüğünden reddediyor ısrarlı önerimizi.
“Atların
gözlerini niye kapatıyorlar?” diye sordu.
“Atların
gözlerindekine, atgözlüğü denir. O gözlükler, atların yalnızca önlerini
görmelerini sağlar, yan tarafları göremiyorlar bu biçimde. Bu yolla yalnızca
faytonu çekip, önlerini görmeleri istenmekte işlerine odaklanmaları için.” diye
açıklıyorum durumu.
O,
buna çok üzülüyor. “Bir canlının gözleri kapatılmaz. Gözler, canlılar görsün
diye var. Atlar, bizim gördüklerimizi göremiyor şu anda. Bu, doğru değil.”
diyor üzüntülü bir sesle.
“Atgözlüğü
demişken şunu da söyleyeyim sana Atacan. Bu sözün bir de değişmece (mecaz)
anlamı var. ‘Çevresinde olup bitenleri iyi algılayamayan, sabit düşünceli
kişiler’ için, ‘Olaylara atgözlüğüyle bakıyor.’ deriz.” Diye açıklıyorum.
Her
yan at pisliği kokmakta. Atların idrarının keskin kokusu insanları rahatsız
etmekte. Büyükada’nın geniş meydanından karşıdan karşıya geçmek neredeyse
olanaksız. İdrarların üstünden atlayarak ya da uzun adımlarla geçmek beceri
işi. Faytonlar, özellikle sıcak hafta sonlarında neredeyse hiç durmuyorlar. Son
yıllarda Adalar’ın ziyaretçileri arttı. Özellikle Arap turistlerin ilgisi yoğun.
Bu nedenle atlar çok yorulmaktalar. Büyükşehir ve ilçe belediyeleri popülizm
yapmadan bu soruna doğayı bozmadan, akılcı çözümler bulmalılar. Elektrikle
işleyen toplu taşım araçları ivedilikle devreye girmeli. Faytonların bir bölümü
tarihsel bir yaşantıyı anımsatmak açısından varlığını sürdürebilir.
Son
yıllarda hem yerli hem de yabancı ziyaretçilerin Adalar’a ilgi göstermesi,
fiyatları uçurmuş durumda. Bazı esnaflar kaliteye önem vermemekteler. Ne yazık
ki müşteriyi kazıklamak kimilerince beceri sayılmakta. Satıcı kâr ediyor, ama
Türkiye zarar ediyor bu anlayıştan. Bu nedenle yerel ve merkezi yönetim sıkı
denetimler yapmalı. Altın yumurtlayan tavuğu (turizm) kesmemek gerek.
Adalar,
İstanbul’un gözbebeği… Gözbebeğini köreltmemeli. Özellikle yapılaşma konusunda
sıkı önlemler alınmalı. Pis koku, Adalar’a yakışmıyor. Hele bu çağda hayvanlara
eziyet kabul edilebilir bir şey değil. Atacan’ın duyarlılığı yayılmalı tüm
yurttaşlara. Yayılmalı ki dilsiz dostlarımıza eziyet etmeyelim.
Adil
Hacıömeroğlu
22 Ağustos 2017
‘
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder