Ağustos
başında Mürefte’deydik. Sessiz, doğası fazla bozulmamış, güzel insanların
yaşadığı bu belde, insana erinç vermekte. Kaldığımız evin küçük bir bahçesi
var. Bahçede yirmiye yakın zeytin ağacı. Gündüz ve gece denizin dalga sesleri,
bir müzik toyu vermekte. Kırlangıçların iskele çevresinde dönerek avlanmalarını
izlemek doyumsuz bir görüntü. Zeytin dallarında meyveler yemyeşil. Daldan dala
sıçrayan serçeleri, isketeleri izlemekten çoğu zaman yoruluyorum, çünkü
bakışlarım onların hızlarına yetişememekte.
Hava,
çok sıcak… Deniz buhar kazanı gibi… Karşı kıyılar ve Marmara adaları sisli bir camın
arkasından görünmekteler sanki. Asırlık zeytin ağaçlarının gölgesinde esen
poyrazın serinliğinde mutluyuz. Çoğu zaman kitap okumaktayım bu serinlikte.
Atacan’ın
doğa sevgisi üst düzeyde… Her türlü böceğin, kuşun, bitkinin adını ve
özelliklerini sormakta. Ona yanıt verebilmek için öğrenciliğimde bile
yapmadığım ölçüde ders çalışıyorum. Birlikte öğreniyoruz…
Gece
olunca konumuz değişiyor. Uzay, yıldızlar, gezegenler, kara delikler, Ay, göktaşları,
uydular konusunda ardı arkası gelmeyen sorular… Çatıdaki terastan, balkondan,
ışıksız arka bahçeden yıldızları ve Ay’ı izliyoruz. Ay’ın gökyüzünde yükselişi
ve evreleri çocuğun ilgi alanında.
Sabahleyin
güneşin doğuşunu izlemek için erkenden uyanıyor. Ben, çocukluğumdan kalma bir
alışkanlığım nedeniyle erkenden kalkmış, çoktan balkondaki yerimi almışımdır.
Güneşin ilk ışıklarıyla aydınlanan balkonda denize karşı hem kitap okuyor hem
de bu doğa olayını doyasıya izlemekteyim. Sabah, bana hep temiz ve umut yüklü
gelir. Sabahleyin kimseler uyanmadan tertemiz havayı içime doldurmak, günün ilk
ışıklarıyla gönlümü varsıllaştırmak, sessizlikle yüreğimi arındırmak, sabahın
erkenci kuşlarıyla usumu dinginleştirmek; kızıldan turuncuya, turuncudan
sarıya, sarıdan göz kamaştırıcı parlak bir beyaza dönüşen güneşin yaşam veren
yüzüne içten gülümsemek için erken kalkmayı yeğlerim. Birçok kişi şaşıracak,
ama bugüne dek sabahleyin öğrenciliğimde okula, çalışma yaşamımda işe gitmek
için çalar saatle uyandığım gün sayısı bir elin parmakları kadardır belki de. Güneşten
önce dünyayı teslim almak isterim. Yıllardır güneşle yarışırım, hem de bir gün
bu yarışı yitireceğimi bile bile. Olsun, şimdilik ben kazanıyorum ya…
Atacan,
güneşin doğuşunu izlemek için annesini uyandırma ve sabahı paylaşma konusunda
yalnızca bir gün başarılı olabildi. Eşim, sabah uykusunu çok sever. Bu nedenle
Atacan’la ben denize kuşbakışı bakan, güney cepheli balkonda güneşin doğuşunu neredeyse
birlikte izledik yaz boyu. Sorular birbirini kovaladı her sabah. Ben de
yanıtlamaya çalıştım bu meraklı afacanı.
Yaz
dinlencesinin başından beri civciv almamı istedi benden. Ağustosun ilk
haftasının cuma günü Şarköy’de kurulan pazara gittik. Alışverişimizi bitirmek
üzereyken civcivlerin nerede satıldığını öğrendik. İkimiz, kan ter içinde
civciv satıcısına ulaştık. Atacan’ın beğendiği beş civcivi satın aldık. Civcivler
açlık, susuzluk ve sıcakta sıkış tıkış bir arada olmaktan bitkin düşmüşlerdi
satıcının koyduğu kutunun içinde.
Karnımızı doyurmak için bir aşevine gittik. Hemen civcivlerin bulunduğu kutuyu açtık.
Şişe kapağına su koyduk öncelikle. Hayvanlar, doyasıya su içtiler kana kana.
Ardından kutunun içine bolca yem… Biz yemeğimizi yerken onlar yemlendiler.
Civcivleri
eve getirip bahçeye saldık. Önce ürkek, korkak, çekingen hareketlerle
birbirlerinden ayrılmadan kuytu köşelerde dolaştılar. Zaman geçtikçe günler
ilerledikçe komşu bahçeleri de keşfe çıktılar.
Atacan,
ilk günlerde civcivlere elleyemiyordu. Giderek alıştı onlara. Son zamanlarda
neredeyse gün boyu onlarla birlikte oldu. Güneşin doğuşunu izler izlemez onları,
bahçeye çıkarıp birlikte yemliyoruz. Civcivler çoğu zaman Atacan’ın kucağında,
elinde, hatta başının üzerinde uzun saçları arasında eşelenmekteler.
Civcivleri
aldığımız ilk gün, daha eve gelmeden onlara ad koyuyoruz: Böğürtlen, Karadut,
Limon, Kayısı ve Şeftali… Bu adları vermemizde onların renkleri, duruşları
etkili oluyor. Bol yem ve geniş bahçede akşama dek türlü böcek, karınca,
solucan yiyen civcivler bir ayda hızla büyüdüler. Kanatları, kuyrukları,
renkleri belirginleşti giderek.
Limon’u
bir kaza sonucu kaybettik. Atacan günlerce kendine gelemedi, üzüntüden
kahroldu.
Karadut,
baştan beri arkadaşlarından ayrı dolaşmaktaydı. Dinlencemizin sonuna doğru ne
yazık ki bir kedi, onu kapıp götürdü. Bu da Atacan’ı çok üzdü.
Dinlencemiz
bitmek üzere… En büyük sorun, civcivleri ne yapacağımız… Araba ile İstanbul’a
getirdik, diyelim. Nerede bakıp besleyeceğiz? Balkonda bu iş olmaz. Zaten
kanatlanan hayvanları orada saklamak çok zor. Mürefte’de tanıdığımız biri var:
Sami Bey… Evinin bahçesini balık ağlarıyla çevirmiş, orada tavuk besliyor.
Çalışkan bir adam, ekmeğini taştan çıkarmakta. Onu aradım, civcivlere bakıp bakamayacağını
sordum. Memnuniyetle kabul etti önerimi. İstanbul’a döneceğimiz günün kuşluk
vakti, büyüleyici kuşlarımızı genişçe bir kutuya koyduk. Ben, bir dükkâna girip
civcivler için en azından birkaç aylık yem alayım dedim. Bu arada eşim de bir
şeyler almak için başka bir dükkâna uğradı.
Atacan,
arabada civcivleriyle baş başa. Arabanın kapıları açık. Elimde yem paketleriyle
döndüm ki ne göreyim. Atacan’ın iki gözü iki çeşme… Şeftali, başının üstünde
eşelenmeden boynunu kısmış, durmakta. Böğürtlen, göbeğinin üstünde şaşkınca
gözlerini kısmış öylece bakmakta. Kayısı, kolunun üzerinde bir atmaca
duruşunda…
Atacan,
sırayla alıp teker teker öpüp kokluyor onları. Gözlüğünü yukarı doğru
kaldırmış, gözyaşlarının özgürce akmasını sağlamış durumda. İki elinde birer
civciv, gözyaşlarını onların tüyleriyle silmekte. Dakikalarca sürdü bu durum.
Eşim geldi bu arada. Çocuğun durumunu görünce o da duygulandı. Ne yapacağımızı
şaşırdık. Ben, dil dökmeye başladım. İçinde bulunduğumuz gerçekleri anlattım.
Birazcık ikna oldu. Civcivlerin bulunduğu kutu elimizde. Ağır adımlarla
yürüyoruz. Atacan’ın ağlaması biraz azaldı. Kısacık yol, uzadıkça uzuyor. Sami
Bey, bizi evin kapısında karşılıyor. Geç kalmamız karşısında meraklanıyor. Özür
dileyip kısaca neden geç kaldığımızı anlatıyorum. Onun da gözleri doluyor.
Atacan,
tavukların bulunduğu bahçeyi dolaşıyor, civcivlere ayrılmış bölümü geziyor.
İyice araştırıyor her yanı. Bahçede birkaç tane kümes var. Hepsinin içini,
dışını kontrol ediyor. Kedilerin girebileceği yerin olup olmadığına bakıyor. Yiyecek
ve içecek kaplarını iyiden iyiye inceliyor. Horoz ve tavukların civcivlere
zarar verip vermeyeceğini, onları koruyup korumayacağını sorup öğreniyor. Sami
Bey’in ve benim ikna edici açıklamalarımız onu yatıştırıyor. Ağlaması bitti,
gözyaşları kesildi.
Civcivlerin
bulunduğu kutunun başına gitti. Önce Kayısı’yı aldı. Öptü, kokladı, bağrına
bastı. Uzun uzun bir şeyler anlattı ona, sonra yere bıraktı. Kayısı,
kendisinden birazcık büyük bir civcivin yanına gitti. Birlikte yemleri
gagalamaya başladılar. Arkasından Böğürtlen göründü Atacan’ın minik ellerinde.
Onu da öptü, kokladı, uzun bir vedalaşma oldu. En sonunda duygusal bağını en
güçlü olduğu Şeftali’yi aldı. Uzun uzun öptü onu. Ona, bir ay sonra gelip
kendilerini göreceğini söyledi. Yüzüne, gözüne sürdü yumuşak tüylerini. Usulca
yere bıraktı. O, koşarak arkadaşlarının yanına gitti.
Atacan,
Şeftali’ye karşı neden daha çok ilgili? Onu diğerlerinden farklı kılan neydi?
Beş civcivi aldığımızda içlerinde en küçüğü, en bitkini Şeftali idi. Biz,
Şeftali’ye “prematüre” dedik. Atacan da prematüre olduğundan ona ayrı bir sevgi
ve yakınlık duydu. Şeftali, geçen zaman içinde yaşama dört elle sarıldı, çok
geçmeden diğerlerine yetişti.
Atacan,
civcivlerin adlarını Sami Bey’e söyledi. Onları, adlarıyla çağırması
gerektiğini öğütledi bilgiç bilgiç.
Atacan,
civcivlerle her gün söyleşirdi. Dışardan bakan biri: “Bu çocuk kimle
konuşuyor?” diye kendi kendine sormadan edemez. Onları bir dost, arkadaş, can
yoldaşı olarak gördü. Civcivleri aldığımız ilk gün, zaman yitirmeden onlara ad vermesi
çok önemliydi. Ad vermek demek; karşısındaki varlığa bir kişilik, benlik
yüklemektir.
Civcivleri
yeni yaşam alanına bıraktıktan sonra bir süre daha kaldık orada. Sonrasına
vedalaştık. Ayrıldık. İstanbul’a gelinceye dek konumuz civcivlerdi. Bir gün
sonra Sami Bey’i arayıp civcivleri sordum. Atacan, her gün aramamı söylüyor.
Anlaştık, iki günde bir arayayım, dedim.
Kabul etti. Neyse, zaman her şeyin ilacıdır. Bir süre sonra aramalarım
seyrelir sanırım.
Doğayı
sevmek, onun sırlarına ermek, canlılarla doğru ilişki kurmak yaşamı çok anlamlı
kılmakta. Çocuklarımıza hayvanlarla, bitkilerle dostluğu öğretmeli. Doğadaki
tüm varlıklarla uyumlu yaşamaya alıştırmalıyız onları. Doğaya saygı duymayan
kişi; kendine, başkasına saygı duyabilir mi? Doğayı sevmeyen biri, insanları
sevebilir mi? Hiç unutmayalım ki insan da doğanın bir parçası. Doğa olmazsa ne
insan olur ne hayvan ne de bitki…
Adil
Hacıömeroğlu
4
Eylül 2018
Bir çocuğun en güzel örneği anne - babasıdır, Atacan da bu konuda çok şanslı .Doğaya bakışınız , hisleriniz ,yaşayışınız ne güzel işlemiş minik yüreğine .Çocukların doğayla olan her teması onlar için tarifsiz zenginliktir. Güneşi kovalamanız ve anlatımınız ise muhteşem ötesi.Çok özendim ... Şehrin sisli, puslu,kirli saatleriyle uykuya yenik düşüyoruz maalesef ... Yakalamak lazım bu güzellikleri sizin gibi Atacan gibi ...
YanıtlaSilHayvanların bize ihtiyacı olduğu kadar bizim de onlara ihtiyacımız var.Özellikle çocukların gelişmesinde hayvan beslemek sorumluluk duygusunu geliştiriyor.Zihinsel zeka gelişimini destekliyor.Çocuklar empati kurma yeteneklerini öğreniyorlar.Çocuğun hayvanın canını acıtmadan onunla temas kurup beslemesi, bedenindeki değişimleri gözlemlemesi ruhunu besliyor.İnsan bir hayvanı gerçekten sevene kadar bir yanı uykudadır “diyor.Anatole France
YanıtlaSilDoğa ve hayvan sevgisi aile , arkadaş ve çevresiyle bütünleşiyor.
Çocukları her zaman çiçekle böcekle tanıştırmalı,
Sevmeyi sevmeli...
Sevmeyi sevdirmeli...
Her daim insana yakışan..da budur.Çocuklara küçük yaşta bu duyguyu verirsek , merhamet ve vicdanıyla ileride her türlü şiddete hayır diyen gençler yetişecektir. Hocam , Atacan sahiplenme duygusunu besinleyip , özümsemiş onlara kol kanat olmuş .Yüreğinize sağlık…Sağlıkla kalınız.🦋🐞🐣🐥🌱🍂🎋🐶🐰🦊Fulya Kırımoğlu
Atacan a papağan muhabbet kuşu veya kanarya alsaydınız.Evde en rahat bakabileceği kuşlar
YanıtlaSil