İnsanlar;
tüm canlılar gibi doğar, büyür ve ölür. Bu durum, doğanın değişmez yasasıdır.
Bu yasanın değişmesi demek; dünyanın, dolayısıyla canlılığın yok olması demek.
Tarihin
bilinen en eski dönemlerinden beri insanlar, ölülerini özel bir titizlikle
gömerler. Dünyanın neresinde, hangi kültür ve inançta olursa olsun yaşayanlar,
ölülerine saygı duyar. Bu, bir başka deyişle ölen kişiyle olan yaşantıların
unutulmazlığıdır. Ölülere saygı duymak, bir nevi yaşamakta olan kişilerin kendi
varlıklarına saygıdır. Bu saygı, kuşaklar boyunca sürüp gider. Çünkü köksüz
ağaç olmadığı gibi köksüz insan da olmaz.
Ülkemizde
özellikle dinsel bayramların arife günlerinde neredeyse herkes mezarlıklara
koşar. Bu, hem dinsel hem de insani bir görev olarak görülür. Yapılan ziyaretin
amacı, ölülerle bayramlaşmadır bir nevi. Mezarların üstündeki yabanıl otlar,
dikenler koparılıp toplanır. Çiçekler düzenlenir, sulanır. Böylece sonsuzluğa
göçmüş yakınların bayrama düzenli ve bakımlı girmesi sağlanır. Bayramda herkes
temiz ve varsa yeni giysilerini giyer de ölüler yattıkları yerde unutulur mu?
Genellikle
genç yaşta eşlerini toprağa vermiş ve yaşamın onulmaz, sayısız zorlukları,
acılarıyla karşılaşan kadınların iki gözü iki çeşmedir gidiş gelişlerde.
Onların gönüllerinde eşler hiç ölmemiştir. Hep yanı başlarındadır. Güçlüklerle
karşılaştıklarında, çözümsüz işler karşılarına çıktığında, umutsuzluklarının
arttığında, derdini paylaşacak bir dost bulamadıklarında başvuracakları yer
mezarlıktır. İçlerini oraya dökerler. Umarı orada ararlar. Mezardaki eş,
canlanıp dinliyormuş gibi anlatır, anlatır, anlatır… Bir yandan gözyaşlarıyla
toprağı sularken diğer yandan da elleriyle mezarlığın toprağını okşarlar. Bu
okşanan aslında toprak değildir. Okşanan; toprağın altında yatan eş, evlat,
anne, baba, kardeş ve diğer yakınların sevilmeye doyulamayan tenleridir. Onlara
karşı beslenen özlemin dolup taştığı yerdir mezarlar.
Çocuklarının
yaptığı yaramazlıkları, göstermiş oldukları uyumsuzlukları, aile düzenine
verdikleri zararları mezarda yatan eşe gözyaşları içinde söylenen ağıtların
dizelerinden dökülen yakınmalarla dile getirir yüreği yanık kadınlar. Sanki
mezardaki, anında kalkıp gelecek ve aile içindeki otoriteyi, düzeni kuracak…
Tabi bunun olanaksız olduğu bilinir. Bu yakınmalar, bir iç dökmedir, tinsel bir
erinç ve arınmadır.
Yaşamın
bin bir güçlüğü var. İnsanoğlu, her gün çözümlenmesi gereken bin bir sorunla
karşılaşır. Yaşam yolu, usa gelmeyecek engellerle örülüdür. Bu engeller, kimi
zaman insanı bunaltıp umarsız bırakır. İşte, bu umarsızlığın umarıdır mezarlık
ziyaretleri.
Kendisine,
malına, aile düzenine, yakınlarına zarar verip emeklerini boşa çıkaran
komşuların da şikâyet yeri mezarlıkta yatan büyüklerdir. Karşılaşılan toplumsal
güçlükler de burada anlatılır ağıtların üzüncüyle. İnsanoğlunun içinde birikip
büyüyen bütün özlemler burada dile gelir. Mezarlıklar birçok kişinin tinsel
sağaltım yeri olur böylece.
Arife
günü mezarlıklara gidilmesinin nedeni, üzüntülerin bayram gününe taşınmaması
içindir. Bayram, sevinçlerin, mutlulukların, kavuşmaların, barışmaların,
yakınlaşmaların olduğu gündür. Bayram günü, acıları öne çıkarmak, bayramın
anlamına uygun olmaz. Ancak bayram günü yakınları gelmeyen, unutulan kimi
kişilerin bayramı zehir olur. Artık, onun için bayram anlamını yitirir. Gözyaşları
sel olur akar. Yakınmalar, yakarışlar arşı alır.
Bazı
kişiler, bayram namazı sonrasında mezarlıklara uğrar. Dua edip tinsel erinç
yaşanır bu yolla. Ciddiyeti, ağır başlılığı, metanetiyle tanınan güngörmüş
erkekler tek başlarına yaptıkları bu ziyaretlerde gözyaşlarına boğulur. Genç
yaştaki oğlunu toprağa vermiş bir babanın bayram sabahı, oğlunun yattığı
toprağa sarılarak hıçkırıklarla ağladığına tanıklık ettim çocukluğumda. Bu
baba, bayram sabahı tek başına gitmişti oğluna. Gözyaşlarını saklamak içindi
bu. Ancak insanın içindeki biriken acı, üzüntü çoğu zaman engel tanımıyor.
Günlerdir biriken özlem, ayrılık acısı
oğlunun toprağına gözyaşı ve hıçkırık olarak dökülmekte.
Arife
ve bayram günlerinin dışında da mezarlık ziyaretleri yapılır. İnsanlar geçmişleriyle
yaşar. İnsanların ölüleriyle yaşadıklarını da söyleyebiliriz. Geçmişimiz,
belleğimizdeki tatlı anılardır. O anılar, çoğu zaman bizlere yeni umutları
filizlendiren kaynaklardır. Bu kaynağın kurumasına kolay kolay izin vermez
kişi.
Ölülerle
konuşan kişi, aslında kendisiyle konuşmakta. Amaç içini dökmektir. Ölen kişi,
tinsel olarak hep yanımızdadır. Onun varlığı somut değil, soyuttur. Aslında biz
onların öldüklerine hiçbir zaman inanmayız. Bir gün, bir yerden çıkıp geleceklerini
düşünürüz çoğu zaman. Zaman gelir onların anıları silikleşir belleklerde, ama
yok olmaz. İnsanoğlu unutmazsa ve umut etmezse yaşayabilir mi?
Adil
Hacıömeroğlu
19
Temmuz 2021
Hocam arife günü yaptığımız kabir ziyaretlerimizde bayram öncesi ölmüş lerimize dualar hediye edilir. Kabirlerine sular dökülür , çiçeklerin bakımı yapılır. Bayramdan kısa bir süre önce rahmetli babacığımı ve dedemi, büyüklerimi ziyaretimde onunla kabri başında konuşmuştum .Geçmiş güzel anılarımızı hatırlar sanki beni dinliyormuş gibi hissine kapılırım. Kabir ziyaretlerini dedelerimizi , ninelerimizi akrabalarımızı babamla ziyaret ederdik.Türk toplumunda mezarlıklar kutsal yerlerdir. Dua edilir , gürültü yapılmaz , çöp atılmaz , temiz tutulur, yeşilliğin belli çiçeklerin ekildiği yerlerdir. Babam vefat ettiğinde Trabzon’ da görev yapıyordum kurban bayramının ilk gününün gecesinde , yine ani vefatıyla sanki beni duyuyor gibi konuşmuştum . Trabzon, dan gül fidesi getirip dikmiştim . Malum olsun bütün geçmişlerimize dua her yerden ulaşıyor . Gidip ziyaret edip,dua etmek , konuşmak bizim ruhumuza iyi geliyor.Bizleri bize anlatıp anılarımızı yeşertip , yaşatıyorsunuz .Adil hocam sağolunuz.👏🍀🌿🌲💦🙏🏻🌺Fulya Kırımoğlu
YanıtlaSil