ENDONEZYA’NIN KILAVUZU ATATÜRK, SİZİNKİ KİM?


Endonezya Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto, 10 Nisan 2025 günü TBMM’de milletvekillerine konuştu. Genellikle Meclis’teki çalışmalarda rahat koltuklarında uyumayı yeğleyen vekillerimizin Subianto’nun tarihsel konuşmasını dinleyip dinlemediğini, dinleyenlerin söylenenleri ne denli anladığını bilemem.

Konuk Cumhurbaşkanı Subianto: “Ben şahsen Türkiye Tarihinin bir hayranıyım. Türkiye tarihini öğreniyorum, çalışıyorum. Türk tarihi, gerçekten bana ilham veriyor. Sizin tarihiniz bana ilham veriyor. Gençken bir ikonum, hayranlık duyduğum biri vardı. Benim kahramanım, ikonum gençken Mustafa Kemal Atatürk’tü.” diyor gururla. Bu sözleri dinleyen vekillerin kılavuzu kim acaba? Atatürk’ü her ortamda karalamayı marifet sayan kimi vekillerin bu sözler karşısında az da olsa yüzleri kızarmış mıdır? Atatürk’ü çağı geçmiş biri olarak göstermeye çalışanlar, bir iç hesaplaşmaya gitmişler midir? İngiliz-ABD yapımı sahte dinsel bilgilerle Atatürk’ü ulusun gözünden düşürmek için çabalayıp bu yolla emperyalizme hizmet etmeyi görev edinenler, Türkiye’ye ihanetlerini az da olsa anlamışlar mıdır? Altıok’ta anlamını bulmuş Kemalizm’i savunmak yerine, batılı emperyalistlerin dayattığı sözleri papağan gibi yineleyenler, Sayın Subianto’nun sözlerini dinlerken yaptıkları aymazlığı az da olsa anlayabildiler mi?

Çok uzaklardan gelip TBMM’de konuşan Konuk Cumhurbaşkanı, “Türkiye tarihinin bir hayranı olduğunu” söyledi. Onu dinleyen birçok vekilin Cumhuriyet tarihimizi kötüleme yarışı içinde olduklarını belirteyim. Prabowo Subianto; Damat Ferit, Şeyh Sait, İskilipli Atıf, Şeyhülislam Mustafa Sabri, Seyit Rıza’nın değil; Atatürk’ün ve Türkiye tarihinin hayranı. Bu bakış açısı, emperyalizmin telkinleriyle kış uykusuna yatan birçok siyasetçiyi uyandırmış mıdır acaba?

Konuk Cumhurbaşkanı sözlerini şöyle sürdürdü TBMM kürsüsünde: “Fatih Sultan Mehmet de yine idollerimden, kahramanlarımdan biriydi.” demekte. Sayın Subianto’nun idolü, İngiliz gemisiyle kaçan Vahdettin değil; Osmanlının dahi padişahı Fatih.

“Eğer Cakarta’da benim makamıma ve evime gelecek olursanız, göreceksiniz ki, evimde ve ofisimde Mustafa Kemal Atatürk’ün bir heykeli var.” Sayın Cumhurbaşkanı’nın evinde ve işyerinde Atatürk’ün heykeli var. Çünkü Gazi Paşa, onun esin kaynağı. Bu sözler karşısında Atatürk heykellerine put diyen sorumsuzların, densizlerin, İngiliz muhiplerinin düşüncelerinde bir değişiklik olmuş mudur acaba?

“Bizler için, yalnızca Endonezya’da değil; aslında ben küresel Güney’den söz ediyorum. Özellikle gelişmekte olan ülkelerden söz ediyorum. Tüm bu ülkelerde Mustafa Kemal Atatürk, bir idoldür ve bir örnektir, cesaretin bir temsilidir, bir lider örneğidir, bir vatansever örneğidir ve bir vazgeçmeme örneğidir, azim örneğidir.” diyerek onu dinleyenlere Atatürk’ün kim olduğunu kısaca ve çarpıcı bir biçimde anlattı Sayın Prabowo Subianto. Atatürk’ün yerine, çapsız ve yapay liderler yaratanları uyardı dostça. Dünyanın neresinde olursa olsun Atatürk’ün ezilen ulusların önderi olduğunu vurguladı anlayana.

Atatürk’ü anlayamayan ya da anlamak istemeyen iktidar ve muhalefet partilerinin gözlerini açmak istedi Sayın Subianto. Türkiye’nin içerde ve dışarda gittikçe büyüyen ve çözümsüz bekleyen birçok sorununu Atatürk’le çözersiniz. Türkiye’nin bütünlüğünü, ulusun birliğini Atatürk’le korursunuz. Hakça bölüşümü, kalkınmayı, gelişmeyi Atatürk’le sağlarsınız. Komşularla iyi ilişkileri onunla kurarsınız. İslam dünyasında saygınlığınızı, onunla sağlarsınız. Emperyalizmle nasıl savaşılacağını ondan öğrenirsiniz.

Atatürk’ü anlayıp içselleştiren bazı ülkelerin neler yaptıklarına bakınız. Türkiye’nin Atatürk’e dönme zamanı gelmiş de geçiyor bile. Kurtuluşu Brüksel’de, Washington’da aramayın. Kurtuluş, Cumhuriyet’imizin kuruluş ilkelerinde, Atatürk’te.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  11 Nisan 2025

TAM BAĞIMSIZLIK MI, MANDACILIK MI?


4-11 Eylül tarihleri arasında Sivas Kongresi’nde en çok tartışılan konu, mandacılıktı. Türkiye’nin büyük devletlerin mandasını olmasını savunanlar, kendi aralarında ikiye bölünmüştü ABD ve İngiliz severler olarak. Mustafa Kemal Paşa, “Ya istiklal ya ölüm!” diyerek gece gündüz dur durak bilmeden delegelerin her biriyle konuşarak mandacılığın ulusumuzu tutsak edeceğini anlatıp onları ikna etmeye çalıştı. Kongre’de uzun tartışmalar yapıldı. Tıbbiyeli Hikmet (Boran), gençlik adına söz alarak mandacılığı reddetti. Böylece mandacılık, tarihin tozlu sayfalarının arasında unutuldu.

Mandacılık, tarihin tozlu sayfaları arasında kalsa da yeniden diriltilebileceğini düşüne Atatürk, fırsat buldukça mandacılığın bir ulus için ölümcüllüğünü, tam bağımsızlığın ise varlığımızı sürdürmenin yaşamsallığını birçok konuşmasında vurgulama gereği duydu. Zor koşullardan geçtiğimiz içinde bulunduğumuz günlerde Atatürk’ün 6 Mart 1922’de, Büyük Millet Meclisi Gizli Oturumunda Konuşmasının bir bölümünü anımsamamız gerekir.

“Efendiler, düşmanlarımızın ne mahiyette olduklarını ve düşmanların Türkiye üzerindeki hırslarının ne kadar ezeli olduğunu nazarı âlinizde açıklayabilmek için müsaadenizle buna dair birkaç söz söyleyeceğim. Hepimizce malumdur ki, Avrupa’nın en mühim devletleri Türkiye’nin zararı ile, Türkiye’nin gerilemesiyle teşekkül etmişlerdir. Bugün bütün dünyaya tesir icra eden ve millet ve memleket hayatımızı tehdit altında bulunduran en kuvvetli açılımlar Türkiye’nin zararı ile açılım bulmuştur. Eğer kuvvetli bir Türkiye mevcut olsaydı, denilebilir ki, İngiltere’nin bugünkü siyaseti mevcut olmayacaktı. Türkiye Viyana’dan sonra Peşte ve Belgrat’ta mağlup olmasaydı, Avusturya-Macaristan siyaseti işitilmeyecekti. Fransa, İtalya, Almanya dahi aynı kaynaktan ilham almış olarak hayat ve siyasetlerine açılım ve kuvvet vermişlerdir. Efendiler, her şeyin zararıyla, her şeyin imhasıyla yükselen şeyler, bittabi o şeylerden zarar görmüş olanı alçaltır ve hakikaten Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Türkiye bilakis gerilemiş ve düşme vadisinde yuvarlanadurmuştur. Türkiye’yi imhaya müteşebbis olanlar, Türkiye’nin imhasında menfaatlar ve hayat görenler münferit kalmaktan çıkmışlar, aralarındaki menfaatları denkleştirerek birleştirmişler ve ittifak etmişlerdir. Bunun neticesi olarak birçok zekâlar, hisler, fikirler Türkiye’nin imhası noktasında yoğunlaştırılmıştır. Bu yoğunlaşan şey, asırlar geçtikçe gelecek nesilleri adeta tahripkâr bir anane şeklini almıştır bu ananenin Türkiye’nin hayat ve mevcudiyeti üzerinde devamlı tatbikatı neticesi olarak en nihayet Türkiye’yi ıslah etmek, Türkiye’yi medenileştirmek gibi birtakım görünüşteki vesilelerle,  bahanelerle Türkiye’nin dahili hayatına, dahili idaresine girmişler ve nüfuz etmişlerdir. Böyle müsait bir zemin hazırlamak kudretini, kuvvetini kazanmışlardır. Halbuki efendiler, bu kudret ve bu nüfuz Türkiye ve Türkiye halkında mevcut olan ilerleme cevherine zehirleyici ve yakıcı bir sıvı ilave etmiştir. Bunun tesiri altında olmak üzere milletin ve bilhassa ricalin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık hayat bulmak için, hali iyileştirmek için, insan olmak için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan alma gibi birtakım zihniyetler açılım buldu. Halbuki hangi bağımsızlık vardır ki, yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin. Tarih böyle bir hadise kaydetmemiştir. Tarihte böyle bir hadise kaydetmek teşebbüsünde bulunanlar acı neticelerle karşılaşmışlardır. İşte Türkiye’de, bu fikir yanlışıyla, bu zihniyet yanlışıyla malul olan birtakım ricalin yüzünden her saat, her gün, her asır biraz daha çok gerilemiş ve daha çok düşmüştür. Efendiler, bu düşüş, bu gerileme yalnız maddiyatta olsaydı hiçbir ehemmiyeti yoktu. Ne yazık ki, Türkiye ve Türkiye halkı ahlaken düşüyor (Bravo sesleri) ve bu halet incelenirse görülür ki, Türkiye Doğu maneviyatı ile başlayan ve Batı maneviyatı ile sona erdirilen bu yol üzerinde bulunduğumuzu ve ona yaklaştığımızı zannettiğimiz takdirde Batı asli mayası olan Doğu maneviyatından tamamen kopuyoruz, yalnızlaşıyoruz. Efendiler, hiç şüphesizdir ki, bugün bu memleketi, bu milleti mahvolma ve yok olma çıkmazına sevk eden başka netice beklenmez. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Cilt: 12, Kaynak Yayınları, İkinci Basım: Ekim 2005, s. 312-313)”

Atatürk’ün yukarıdaki konuşması, büyük bir tarihsel önem taşımakta. Yüce Önder, bu konuşmasında adeta tarih ve siyaset dersi vermekte. Batı’nın asıl manevi mayasının Doğu’ya dayandığını belirtmekte Atatürk. Avrupa’ya hayranlıkla bakıp kendi ulusal değerlerini küçümseyenlerin kırk kere düşünmesi gereken bir saptama bu. Tarih bilmeyen, tarihten yararlı ve gerekli dersleri almayan siyasetçilerin ülkelerini uçuruma götürecekleri çok açık. Ülkelerinin geleceğini, bağımsızlığını, kalkınmasını, kişinin kendi siyasal geleceğini Avrupalı emperyalistlere bağlayanların nasıl bir aymazlık içinde oldukları açıkça belirtilmiş konuşmada. Hiçbir ülke bağımsızlığını, varlığını dış güçlere güvenerek sağlayamaz. Bu konuda güvenilecek tek güç, kendi ulusu.

Yıllardır ülkemizi yönetenler, bugün siyasette boy gösterenler batılı emperyalistlerden yardım isteğinde bulunmaktalar. Atatürk’ten sonra işbaşına gelenler, emperyalist merkezlerin ağzına bakarak ülke yönettiler yıllarca. Yönetime gelmek isteyenlerin birçoğu ise kurtuluşu batılıların yardımında bulmak istemekteler.

Dün olduğu gibi bugün de ulusumuzun yolunu Atatürk aydınlatmakta. Her siyasetçinin, her yurttaşın Atatürk’ü iyi öğrenmesi gerek. Onun kurduğu CHP’nin İngiliz emperyalizmi ve işbirlikçilerini yurdumuzdan savaşarak kovduğunu hiç unutmamalı. CHP’nin bugünkü genel başkanının “kardeş parti” dediği İngiliz İşçi Partisi’nden yardım istemesi büyük bir gariplik. CHP’nin iktidar olmak için İngiliz İşçi Partisi’ne de New York Times gazetesine de gereksinimi yok! Onu iktidara taşıyacak tek güç, Atatürk. Yeter ki onun düşünceleri, devrimleri içselleştirilip doğru kavransın.

Ülkemizi tam bağımsız mı yapacağız, yoksa batılı emperyalistlerin mandası durumuna mı getireceğiz? Siyasette yanıtlanması gereken asıl soru budur.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  9 Nisan 2025

 

KIZIL KAYALAR


Şeker Bayramı dinlencesi dokuz gündü bu yıl. Bu nedenle birçok kişi dinlenme, gezme, kitap okuma fırsatı buldu. Bayram dinlencesinin önemli bir bölümünü Ankara’da geçirdim annemin yanında. Trenle gidip trenle döndüm İstanbul’a. Trenle Ankara’ya giderken iki kitap almıştım yanıma. Okumak için Çin Devrimi’nin romanı olan Kızıl Kayalar’a (Luo Kuangpin-Yang Yiyen, Kaynak Yayınları) öncelik verdim ve Ankara yolunda trende okumaya başladım bu kitabı.

Niye mi Kızıl Kayalar?

Çin Devrimi’nin romanı, ilk kez 1976’da Türkçeye çevrilip basıldı. 12 Eylül 1980 darbesi öncesi edinmiştim bu kitabı. Ancak darbe sonrası evimizde yapılan aramada, yasak kitap olduğuna karar verilerek alınıp götürüldü diğer kitaplarımla. Bu nedenle okuyamamıştım onu. İki buçuk yıl önce yeniden satın aldım devrimin romanını ve bu bayramda okuma fırsatı buldum. İstanbul’a dönerken kitabı okumayı sürdürdüm. Bostancı’da trenden inmek üzereyken kitabı bitirdim.

Kızıl Kayalar, etkileyici ve derslerle dolu bir kitap. Devrim, Çin Komünist Partisi’nin öncülüğünde yıllarca süren bir savaşın sonunda yapıldı. ÇKP’nin ulusal çıkarları ve emekçi haklarını önceleyen izlencesiyle hem emperyalistler hem de feodal egemenler yıkıldı. Japon işgalcilere karşı yıllarca sabırla sürdürüldü bağımsızlık savaşı hem de Guomindang’ın tüm yıkıcılığına karşın. Halkı kucaklayan bir anlayışla savaşın içinde büyüdü devrimci hareket.

1945’te, II. Dünya Savaşı bitti ve Japonya yenildi. Japon işgalcilerin yerini, ABD emperyalizmi aldı. Guomindang’a silah yardımı yaptı. Amerikan askerleri de Çan Kay-şek’in yanında savaştı halk güçlerine karşı. ABD’liler, Guomindag’ın ihanet çetelerine bir insanın usuna gelmeyecek ve hiçbir vicdanın kabul etmeyeceği işkence yöntemleri öğrettiler. İhanet çeteleri de bu yöntemleri gözlerini kırpmadan uyguladılar kendi halklarına.

ÇKP üyeleri, Guomindang’ın paralı askerlerince yakalandığında bazılarını başları kesilip sepetlere dolduruldu. Gözaltına alınan kişiler yargılanmadan yıllarca tutukevlerinde zor koşullar altında alıkondu. Tutukevlerinde birçok yurtsever, kurşuna dizildi. Bazıları da güneş görmeden, aç ve susuz, bir insanın asla yaşayamayacağı çok pis, sağlıksız ortamlarda yaşamlarını yitirdi.

Gözaltına alınan yurtseverler, çelik iğneli lastik kırbaçlarla dövüldü. Taze yaraların üstüne yakı yapıştırıp sonrasında çekip çıkarıyorlardı bunları. Yakı çekilince insan derisi büyük acıyla soyuluyordu. Bu işkenceleri öğreten ise Amerikalılar.

Guomindag, yenilip çekildiği yerleşim yerlerini ateşe vererek can ve mal yitimine neden oluyordu. 2 Eylül 1949’da, Çunking’den çekilirken kentin bir semtini ateşe vererek tümden yok etti. Bu yangında on bini aşkın kişi yanarak yaşamını yitirdi. Bu yangının sonunda on binlerce insan da evsiz kaldı.

Birçok Çinli devrimci, asit kuyularına atılarak can verdi. Ayrıca ABD’nin Guomindang görevlilerine verdiği alev silahlarıyla birçok devrimci yakılarak yaşamını yitirdi. ABD birlikleri de Guomindang’la yan yana savaştı Çin halkına karşı. Birlikte büyük insanlık ayıplarına, işkencelere, insan kıyımlarına imza attılar.

Burada, ABD ile ilgili bir çift söz söylemeli yeri gelmişken. Amerika kıtası keşfedildiğinde Avrupa’dan birçok suçlu, toplumdan dışlanan kişi buraya yerleşti. Kıtanın yerlileri Kızılderilileri hunharca kırıma uğrattılar. Ayrıca Afrika’dan çalışmak için Yeni Dünya’ya getirilen Afrikalı kölelere insanlık dışı dışlamalar ve kıyımlar yapıldı. Bu iki olgudan anlaşılacağı üzere ABD’nin kuruluş harcında kırım, kıyım, kan var. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD’nin dünyada öldürdüğü insan sayısı, Hitler’i fersah fersah geride bırakır. Tam savaş biterken Hiroşima ve Nagazaki’ye attığı atom bombalarıyla binlerce kişiyi yakarak öldürdü. Çin, Hindiçin, Afrika, Latin Amerika, Batı Asya’da taraf olduğu çatışmalarda milyonlarca insanı toprağa düşürdü. Başta Türkiye olmak üzere birçok ülkede yaptırdığı darbelerle sayısız insanın ölümüne neden oldu. Şu anda da dünyadaki akan kan, ABD eliyle olmakta. ABD yönlendirmesi ve desteğiyle birçok ülkede devrimcilere, ulusalcılara, insanlık ülküsü peşinde koşanlara, ülkesinin çıkarları için savaşanlara insanlık dışı işkenceler yapıldı. Para tanrısına tapınan bu ülkenin egemenleri, dünyanın dört bir yanını yağmalamakta.

1 Ekim 1949’da Çin’in önderi Mao Zedung, Pekin’de yaptığı açıklamada Çin Hak Cumhuriyeti’nin kurulduğunu duyurdu bütün dünyaya. 30 Kasım 1949’da ise Guomindang’ın elinde kalan son toprak olan Çungking de kurtarıldı. Çan Kay-şek ve yandaşları Tayvan adasına kaçıp orada kendi yönetimlerini kurdular.

İşte, 1949’da emperyalistlerin boyunduruğundan kurtulan Çin, 76 yıl sonra büyük bir kalkınmayla kendini dünyanın efendisi sanan ABD’ye her alanda meydan okumakta. Devletçi ekonomisiyle vahşi kapitalizmin sömürüsüne üstünlük kurdu. Dünyanın tüm ezilenlerine kurtuluş yolunu göstermekte. Önemli olan emperyalizme karşı verilen savaşın ideolojisinden, izlencesinden şaşmamak.

Türkiye’nin emperyalist boyunduruktan kurtuluşu, kalkınması, halkın hakça bölüşümü, yurttaşın insanca yaşaması için Kemalizm’e sımsıkı sarılması gerek. Dünyanın hiçbir yerinde emperyalizmin reçeteleriyle ileri gitmiş bir ülke yok. Çünkü emperyalizm, dünya halklarının kanlarını emmek, ülkeleri sömürmek için var.

Kızıl Kayalar, tarihsel derslerle dolu. Bu nedenle okunmalı.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  7 Nisan 2025