Dün,
kuşluk vakti bir arkadaşımı cep telefonundan aradım. “Günaydın! Nasılsınız?”
dedim. O da “Günaydın!” diyerek yanıtladı beni hırıltılı, biraz öfkeli bir
sesle.
“Konuşmak
için uygun musunuz?” diye sordum, biraz tedirgin, biraz da merakla. “Hayır! Hiç
uygun değilim, iyi de değilim. Konuşacak durumum da yok!” yanıtını verdi. Tam
da “Ne oldu?” diye soracaktım. O, konuşmasını sürdürdü. “Dişçideyim...” dedi
hırıltıyla. Ben de “Geçmiş olsun, sonra konuşuruz. İyi günler...” diyerek
telefonu kapadım.
Dişçidesin.
Belki de dişçi koltuğuna oturmuşsun. Cep telefonun niye açık be adam? Telefonun
kapatmadın ya da sessize almadın, arama olduğunda konuşamayacak durumdaysan
neden yanıtlıyorsun aramayı?
Geçen
Cumartesi günü düzeyli, bilgi dolu, her saniyesi dinleyenlerin/izleyenlerin ilgisini
dipdiri tutan bir toplantıdayız. Toplantı öncesi yönetici kişi, salondakileri
uyarıyor incelikle. “Arkadaşlar, cep telefonlarımızı kapatalım ya da sessize
alalım. Telefonların çalması ve aramalara yanıt vermemiz toplantıya katılanların
ilgisi dağıtıyor. Böyle olunca da toplantıda amaç gerçekleşmiyor. Üstelik bu
durum konuşmacıya da saygısızlık...” Salondakilerin çoğunun uyarı gereğince eli
cep telefonlarına gidiyor ve telefonlar devre dışı kalıyor.
Toplantı
başlıyor. Önce Emekli Deniz Binbaşı Vural Çavuşoğlu’nun güzel bir çalışması
olan “Gazi Hamidiye ve Akın Harekâtı” belgeseli izleniyor soluklar tutularak.
Arkasından Emekli Amiral Cem Gürdeniz’in su gibi akıcı konuşmasıyla “Türkiye’nin
Deniz Jeopolitiği” dinleniyor merak içinde. Sayın Gürdeniz’in konuşmasında
yalın bir tarih anlatımı var. Dinleyiciler ne su içiyor, ne de kıpırdıyor.
Herkesin gözü ve kulağı konuşmacıda.
O
da ne? Birden sessiz salon cırlayan bir telefon sesiyle doluyor. Yüzü ekşiyor
bir anda dinleyicilerin. Gözler öfkeleniyor, dudaklar kıpırdıyor...
Telefonu
çalan kişi, ağır hareketlerle telefonu alıp önce ekrana bakıyor. Kimin
aradığını gördükten sonra yanıtlıyor arayanı renksiz, ruhsuz ve robotik bir
sesle. “Toplantıdayım. Sonra ara!” Telefon kapanıyor. Arakasından bu sahne iki
kez daha yineleniyor. Dinleyicilerin öfkesi, telefonun her çalışında artmakta.
Be
adam, toplantıdaysan neden telefonun açık? Uyarılara karşın neden telefonla ilgili
önlemleri almadın? Önlem almadığın gibi, salonun en önüne kurulup telefonu da yanında
boş tutuğun sandalyeye koyuyorsun. Baştan belli ne yapacağın?
Toplantılarda
telefonun açık olması öncelikle bir özsaygı eksikliği. Toplantıda asıl amaç ne?
Konuşmacıyı dinlemek. O halde konuşmacıya saygı gerek, sonra da dinleyicilere...
Saygı;
toplum düzeninin, toplumsal yaşamın vazgeçilmezi... Saygı gösterirsen saygı
görürsün. Saygıyla büyür toplumsal emek. Saygı göstermek, içinde bulunduğumuz
topluluğu ciddiye aldığımızı gösterir. Umursamazlık toplumumuza egemen olmakta
hızla. Umursamazlıkla kendini büyük gösterme hastalığı var nedense. Bu durum,
aşağılık duygusunun yalın bir göstergesi. Nedense bu umursamazlık, eğitimli
demeyeceğim; ama öğrenim görmüş kişiler arasında daha yaygın. Ne yazık ki
insanlara öğrenim veriyoruz, ancak eğitim veremiyoruz. Bu durum da bir ayağı
topal kişilikler ortaya çıkarmakta.
Artık
cebimizde telefon var ya... Sabahtan akşama dek gerekli, gereksiz birçok
konuşma yapmak zorundaymışız gibi elimizden düşürmüyoruz bu tutsaklık aletini. Gece,
gündüz, çalışma saati, dinlence, sayrılık, özel anlar, toplantı... hiçbir şey
telefon görüşmelerimizi engelleyemiyor. Vara yoğa, gerekli gereksiz
konuşmaktayız neredeyse yirmi dört saat.
Toplumsal
yaşamın omurgasını oluşturan görgü kuralları her alanda unutulmakta nedense.
Çağımız, teknolojik tutsaklık çağı. Hızla gelişen teknoloji, bizi insan
köklerimizden koparmakta. Giderek robotlaşmakta insanlık. Çare mi? İnsan
köklerimize dönmek...
Adil
Hacıömeroğlu
19
Ekim 2016
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder