Geçenlerde
bir devlet dairesine gittim. Kolayca halledilebilecek bir işim vardı. Zamanım
kısıtlıydı. İvedi olarak yetişmem gereken bir randevum vardı. Bir arkadaşımla
buluşacaktım. Sözleştiğimiz bir saat vardı ve benim sözümde durmam gerekirdi.
Çünkü bir kişiyi bekletmenin çok kötü bir şey olduğunu bilirim. Sözümü tutmam
için de deniz otobüsüne yetişmeliydim.
Devlet
dairesinin genişçe salonunda bankolar var. Bankoların arkasında çalışanlar.
Artık kuyruğa girmek yok! İçeri girince numara alıyorsunuz. Karşınızdaki ışıklı
panoda sıra numaraları sırayla yazıyor. Hangi bankoya gideceğinizi yazarak
yurttaş yönlendiriliyor.
Gözüm
saatimde... Sık sık kontrol ediyorum zamanı. Sıra numaram yazılı küçük kâğıdı
kutsal bir hazine gibi tutmaktayım elimde sıkıca. Nihayet, “Tık!” diye bir
sesle birlikte numaram yazıldı panoda. Koşarak gittim bankoya. Ne güzel... Tam
zamanı... İşimi bitirip deniz otobüsünü kaçırmayacak, randevuma zamanında
yetişeceğim.
Görevliye:
“İyi günler... Kolay gelsin!” diyerek derdimi anlatmaya başladım. Görevlinin
elinde cep telefonu... Durmadan bir şeyler yazıyor. Arada bir şeyler okuyor.
Okuduğunda bazen gülümsüyor, bazen de yüzü asılıyor. Ben derdimi anlattım
sandım. Nerdeee... Görevli telefonun içine gömülmüş, çıkamıyor ki dışarıya; beni
dinlesin!
“Bakar
mısınız?” dedim. Kafasını kaldırdı hafifçe. Parmakları durmadan yazıyor bu
arada. Uykudan uyanmış gibi şaşkın. Görevlinin gözleri bende, parmakları
telefonda. Bir robot hızıyla yazıyor durmadan. Yeniden anlatmaya başladım
derdimi. Donmuş bir çift göz karşımda. Anlamadığını, anladım.
“Lütfen
beni dinler misiniz?” diye sertçe çıkıştım. “Sizin yüzünüzden geç kalacağım ve
günüm mahvolacak.” dedim. O “Sizi dinliyorum.” diyerek tersleyici bir yanıt verdi
bana. Ben de “Deminden beri iki kez anlattım sorunumu, dinleyip anladığınıza
göre o zaman yapın işimi.” diye yanıtladım onu. Kızardı, bozardı, ne diyeceğini
şaşırdı. “Gençtir, mahcup etmeyeyim.” dedim kendi kendime. Zor durumunda
imdadına yetiştim. Yeniden sakin bir sesle anlattım derdimi. Kimlik bilgilerimi
istedi. Elleri hemen bilgisayarına gitti. Tuşlara dokunmaya başladı. Sorular
sordu, yanıtlar verdim. Bir gözü bilgisayar ekranında, diğer gözü telefonda.
Gelen iletileri okumakta. Eli işte, aklı oynaşta yani.. “Ya, sabır!” diyorum.
Zaman
akıyor bir yandan. Deniz otobüsünü kaçırdım, kaçıracağım. “Tamam mı, halloldu
mu işim?” diye küçük bir uyarı yapayım, dedim. Demez olaydım. “Beyefendi, biz ne
yapıyoruz burada? Sizin sorununuzu çözmeye çalışıyoruz.” diyerek tersledi. Ben
de biraz kızgın ve üzgün “Benim işim bilgisayar ekranında mı, yoksa telefonunuzda
mı?” diye yanıtladım onu. Cüretkâr çalışan, bu yanıttan memnun olmadı. Suçu
açığa çıkmış birinin telaşıyla beni suçlamaya başladı. Derdimi anlatamadığımdan
dem vurdu. Psikolojideki yansıtma yöntemi gereğince suçlu, beni suçlamakta. Neyse
görevliyi ikna ettim, bir öğretmen sabrıyla. Sıkıldı, utandı. Hoşgörü denizimin
dalgaları arasında yitip gitti utancı.
Ben,
işim bitsin diye beklerken diğer görevlilere göz attım. Hepsi üç aşağı, beş
yukarı aynı. Kiminin cep telefonu elinde, kimininki bilgisayarın hemen yanında.
Ama gözler hep telefon ekranında.
Sonuç...
İşimi zor da olsa halloldu. Deniz otobüsünü kaçırdım. Randevuma yetişemedim.
Arkadaşıma mahcup oldum. Gerçi devlet dairesinde cebelleşirken aramış,
arkadaşımı bilgilendirmiştim; ama nafile... Bu durum karşısında, arkadaşımdan
özür dilemek düştü bana da...
Cep
telefonu tutsaklığı, günlük yaşamımızı etkilemekte. Kişiler arasındaki yüz yüze
iletişimi yok etmekte. Birçok kurumda, işler durma noktasına gelmekte. Toplum,
neredeyse cep telefonları aracılığıyla yönlendirilmekte. Toplumsal bilinç de bu
yolla oluşturulmakta. Düşünmek, araştırmak mı? O, eski bir alışkanlık... “Yeni
Türkiye”de böyle alışkanlıklar yok!
Adil
Hacıömeroğlu
25
Ekim 2016
İşin oluruna bakmak gerekir.
YanıtlaSilBir yere gittiğimde sıraya bakarım 400 kişi var.
Oh ne güzel tam benim sevdiğim ortam...
İşimi 10 dakikada halleder çıkarım.
Bu olayların bazı teknikleri vardır.
Başarılar.
Milletvekilleri,askerler,bürokratlar,memurlar;göreve başlamadan önce "Görevlerini doğrulukla yapacaklarına ilişkin,namusu ve şerefi üzerine yemin ederler" Bu yeminden çıkan sonuç; Görev =namus,şeref... Goreve başladıktan sonra,bu sorumluluk bilincinde ,yemine sadık kalınmış olunur.
YanıtlaSil