10
Nisan 2020 günü akşamı, hafta sonunda iki günlük sokağa çıkma yasağı olacağı
açıklandı. Bu açıklama önce internette son dakika haberi olarak yayımlandı,
sonra da televizyonlarda alt yazı geçti. Bu tür açıklamaların cumhurbaşkanı ya da
ilgili bakanca açıklanacağı herkesçe bilinir. Böyle önemli bir kararın sorumluluk
taşıyan ilgililerden önce, biçimsizce açıklanması dikkat çekicidir. Belli ki
birileri, her fırsatta kargaşa ortamı yaratmak için bilgi sızdırmıştı. Bu
nedenle bu bilgiyi sızdıran kişi, kim ise açığa çıkarılmalıdır. Devletin içinde
beşinci kol faaliyeti olmaz.
Sokağa
çıkma yasağı duyulur duyulmaz sosyal medyada, zamanlama tartışması başladı. “Yok
efendim, bu saatte sokağa çıkma yasağı duyurulurmuymuş. Daha önce neden
duyurulmamış…” Şunu peşin olarak söyleyeyim ki hangi saatte olursa olsun bu
kargaşa yaşanırdı. Özellikle gündüz duyurulsaydı market raflarında hiçbir şey
kalmazdı.
Neden
mi?
Ülkemizde
24 Ocak 1980’de düşünülen 12 Eylül’de uygulamaya geçen liberalizm. Toplumumuzu
yalnızca ekonomik alanda değil; sosyal, kültürel, aktöresel, sanatsal, bilimsel…
tüm alanlarda önemli değişikler yarattı. Sosyal dayanışmacı, yardımlaşmacı bir
kültürden gelen insanımız; liberalizmin ben odaklı toplumsal düzene evrildi.
Bencillik, toplumsalcılığın önüne geçti. Birçok kişi, Özal dönemini anlatmak
için “Kır şişeyi, dön köşeyi.” Tümcesini kullanırlardı. Bu dönemde para kazan
da nasıl kazanırsan kazan, anlayışı egemen oldu topluma. Rüşvetçiliğin arttığı,
gayrimeşru kazancın yaygınlaştığı bu dönemi Özal’ın dediği “Benim memurum işini
bilir.” sözüdür.
1980’den
başlayarak hükümetler bilerek köyleri, Anadolu’yu boşaltarak nüfusu kentlere
yığdı. Anadolu ve Trakya’nın neredeyse tüm kentlerinde var olan fabrikalar yok
pahasına elden çıkarıldı ve giderek üretimden çekildi. Tarım, düşmanca
uygulamalarla yok edildi. Üretemeyen insanlar, kent varoşlarına sığındı. Buralarda
ucuz emeği oluşturdular. Sanayi ve tarımın yerini hizmet sektörü almaya
başladı.
Kentte
bahçesiz, komşusuz, balkonsuz evlere hapsolan ve kentte işe gidiş gelişlerin
çok zaman alması, çalışma sürelerinin uzun olması nedeniyle sosyal ilişkiden uzaklaştı
insanlarımız. Kentte yalnızlaştı. Dünyayla bağlantısı, ilişkisi giderek sanal
ortama kaydı.
Bencilliği,
kaygı ve korkuyu besledi. Her an işini, kendince yaşadığı konforu, evini,
arabasını, eşini, çocuğunu yitirme kaygısı hep güçlü olarak var oldu bilinçaltında.
Bu durum özgüvensizlik, çaresizlik, umutsuzluk yarattı. Bu da yeni kentlinin
saldırganlaşmasına neden olmakta. Bir korna sesinden bile sinirlenip levyeyle
karşısındaki insanları dövmenin nedeni bu. Ne yazık ki bu olaylar çoğalmaya
başladı.
Liberalizmin
yarattığı yeni kentli insanın en önemli özelliği, hazırcılık… Her şeyi satın
almakta. Marketler, hazır gıda dükkânları, internet üzerinde ayağına gelen
siparişler, ayaküstü beslenme alanları, her şeyin bulunduğu AVM’ler… İşte bütün
bunlar, insanları hazırcılığın rehavetine götürdü. Sabah kahvaltıları unutuldu.
Akşam yemekleri yenmez oldu. Ailecek yemek yemenin sosyal yanı tarih oldu.
Ailecek yenmeyen yemekler, dostlarla da yenmez oldu. Yense ne olur? Herkes dostunun,
arkadaşının, aile üyelerinin gözüne bakarak yemiyor yemeği. Elinde telefon hiç
tanımadıklarıyla yazışıyor, sanal âlemden bilgileniyor. Böyle olunca da
sosyalleşme sona ermekte. Sanal âlem düşünüyor bizim yerimize. Bu nedenle bizim
düşünmemize ne gerek var? Sosyal medya aracılığıyla tüm dünyada tek boyutlu bir
toplum yaratılmak istenmekte. Yine de bu tek boyutluluğa direnenler var.
Evlerde kiler, ambar yok! Ailenin hemen gidip
bir şeyler toplayıp sofrasına getireceği bahçesi, tarlası bulunmuyor. Tabağı
elinde çocuğunu koşturup evinde olamayan kumanyayı isteyeceği komşuyu çoktan
yitirmiş. Duvarlarla çevrili bir yaşam…
Sokağa
çıkma yasağı açıklandığında marketlere koşmanı bilinçaltı yukarıda
anlattıklarımız. Oysa iki gün evde kalacak yurttaş. İki günde aç susuz kalsan
bile ölmezsin. Ancak liberalizmin yapıtı olan yeni kentli bunu düşünecek
durumda değil. Çünkü bunu, sanal âlem söylemiyor ona.
Neler
alınıyor marketten torba torba? Kolilerce kola, gazoz, cips, kuruyemiş,
bisküvi, çikolata, sandviç, patlamış mısır, biraz alkollü içki…
İnsanımızın
bir kısmı yaşadığı ülkeye yabancılaştı. Kendi insanını, ülkesini tanımaz oldu.
Türkiye, yeryüzünde açlıktan ölünecek en son ülkedir. Liberalizmin tüm saldırılarına
karşın yine de özümüzdeki insanlığı yok edemedi. İşte budur bizi umutlu kılan
ve geleceğe umutla baktıran… Bunun içindir ki geleceğimiz aydınlıktır.
Sanmayın
ki dün gece yaşadıklarımız yalnızca Türkiye’de oluyor. Uygar dediğimiz batılı
ülkelerde, dün yaşadıklarımızın on katı, belki de yüz katı yaşanmakta benzer
durumlarda.
Bir
sözüm de muhalefete… Muhalefet demek, sorumsuzluk demek değil. Bu ülke
hepimizin… Batarsak birlikte batar, çıkarsak da birlikte çıkarız. Hükümete
muhalefet ediyorum diye devlete, ülkeye muhalefet etmek olmaz. Bu durum giderek
ihanete varır. “İktidara giden yolda her şey mubahtır.” anlayışı çok yanlış.
Dün bunu FETÖ’cüler, Ilımlı İslamcılar yaptı; karşı çıktık, ihanete varışını
anlattık dilimiz döndüğünce. Bugün de bu anlayışa karşı çıkacağız. Dön bak
çevrene ey muhalefet. Libya’ya bak! Kaddafi’yi döverek öldüren muhalifleri gör!
Irak’a da bak! Saddam heykeline terlikle vuranlara, heykelin boynuna ip
geçirenlere, heykeli alkışlarla yıkanlara iyi bak! Onlar da muhalefetti. Şimdi
görüyor musun Irak ve Libya’yı?
Umutsuzluğa
yer yok! En zor koşullarda “Türk Devrimi”ni yapan bir ülkeyiz. Çağımız Atatürk
çağı. Bütün dünya, tabi Türkiye’de Kemalizmi keşfediyor yeniden. Liberalizmi yeneceğiz
bu topraklarda. Yedi düveli yendikten sonra bunun sözü mü olur?
Adil
Hacıömeroğlu
11
Nisan 2020
Hocam harika yazmissini, ellerinize saglik, selamlar.
YanıtlaSil