EĞİTİMDE EŞİTSİZLİK VE İLKESİZLİK


Türkiye’nin II. Dünya Savaşı sonrası ABD’ye yanaşmasıyla tam bağımsızlığımızı yitirmeye başladık. ABD ile 1947’de Truman, 1948’de Marshall ve 27 Aralık 1949’da eğitim anlaşmaları imzalandı. Bu anlaşmalar, öncelikle ekonomik alanda dışa bağımlılığı getirdi. Ulusal sanayimizin önü kesildi. Başta uçak sanayi olmak üzere birçok alanda fabrikalar peş peşe kapanmaya başladı. Bu teslimiyete uygun kişilerin yetiştirilmesi de önemliydi emperyalizm için. Bu nedenle Washington yönetimi eğitimimize de el attı yaptığı anlaşmayla.

Cumhuriyetin kuruluşuyla başlayan eğitimde devrimci süreç sonlandırıldı 1949 eğitim anlaşmasıyla. Sistem, tepetaklak edildi. “Milli, bilimsel, çağdaş ve laik” eğitimimizin önce “milli” kimliği sonra da “bilimsel” niteliği ortadan kaldırıldı. Ülkemiz koşullarına göre geliştirilen bize özgü eğitim örneğimizden vazgeçilerek Atlantikçilerin dayattığı sistem, onun yerine kondu. Eğitim sistemimiz, yıllar içinde ve yeni gelen hükümetler ve bakanlarla sürekli değiştirilerek yazboz tahtasına çevrildi. Eğitim sistemimize ilkesizlik egemen oldu. Aynı partinin üyesi olan iki ayrı bakan bile birbirine ters uygulamalar yaptı. İlkesizlik, kararsızlık, amaçsızlık, tam bağımsızlık ülküsünden uzaklaşılması nedeniyle eğitimde büyük bir savrulma yaşanmakta yıllardır.

Amerika’dan dayatılan eğitim önekleri uygulanmaya başlandı. Ülkemiz, ABD’nin deneme tahtasına döndü. Bu yolla eğitim karmaşası egemen kılındı. Cumhuriyet eğitimi ile tektip insan yetiştirildiği suçlaması yapıldı. ABD’nin dayattığı eğitim sisteminin ise demokrasi ve özgülüğün temelini oluşturacağı yalanıyla kandırıldı ulusumuz. Özellikle bu süreçte iktidarda bulunan siyasetçiler, Amerikancı eğitimi öve öve bitiremediler. Onun erdemleri(!) üzerine söylevler verdiler halka.

Türk halkı, cumhuriyetle başlayan okullaşmayı, çağdaş eğitimi çok sevdi. Bu eğitim biçimine, öğretmenlere çok inanıp güvendi. Halkımız yoksulluğun, Ortaçağın, geri kalmışlığın, adam yerine konmamanın pençesinden cumhuriyet eğitimiyle kurtulacağının bilincindeydi.

Türk toplumunda sınıfsal ayrımlar kalın çizgilerle ayrılmamıştı

12 Eylül 1980’de yapılan Amerikancı darbe ile Evren-Özal iktidarı geldi. ABD dayatmaları iyice artarak sıklaştı. Bu dayatmalar, Evren’in demir yumruğuyla halka benimsetildi. Artık her şey demokrasi(!) içindi. Oysa bu sözde demokrasi ve özgürlük zehre sarılmış bir şekerdi. Topluma, hızla yedirilmekteydi. Toplum bu zehirli şekeri yedikçe elindekini avucundakini yitirmekteydi, en başta da özgürlük ve demokrasisini. Ne yazık ki toplumun önemli bir kesimi, demokrasi ve özgürlükten “boş boş konuşmayı, el kapısında dilenci olmayı, çalışmadan iyi yaşamayı, topluma ve yasalara karşı hesap vermemeyi, güçlülerce kullanılmayı, amaçsızca gezinmeyi, değerlerini yitirmeyi, batının çürüyüp kokuşmuş kültürünü geçer akçe sanmayı, güçsüze düşman olup güçlüye tapınmayı, varsılı övüp yoksulu aşağılamayı, düşkünü görmezden gelmeyi, ezilenin sırtına basıp yükselmeyi, engelliyi yük olarak görmeyi, yaşlıyı ayak bağı saymayı, kendi topraklarına özgü olanların geri olduklarını düşünmeyi, doğunun her konuda başarısız olduğunu yaymayı, batınınsa tarih boyunca hep başarıdan başarıya koştuğunu ballandıra ballandıra anlatmayı, Asyalı bilim ve sanat adamlarını görmezden gelmeyi, emperyalizmin dünyanın dört  bir yanında yaptığı insan kıyımlarını perdelemeyi, sömürüyü sömürenin hakkı olduğunu kabullenmeyi” anladı. Bu nedenle de kendine, halkına, ülkesine sırtını döndü çoğu.

Serbest piyasacı liberal anlayış, toplumun iliklerine öylesine işledi ki aydın saydıklarımız, içinden çıktığı topluma yabancılaştı. Bu yabancılaşma, giderek kendi halkına nefrete, küfre, düşmanlığa dönüştü.  Bunun en belirgin yaşandığı alan da okullar oldu. Ne yazık ki ilkesizlik, eşitsizlik eğitim sistemine egemen oldu. Daha önce de yazmıştım, devlet okullarının ticarethaneye dönüştüğünü. Okul koruma dernekleri altında velilerden paraların toplandığını. Bazı okul müdürleri, bu işi gizli kapaklı yapmakta nedense. Şu anda okullarda yeni kayıtlar başlamış durumda. İstanbul’da ilçelere, aynı ilçedeki mahallelere göre velilerden alınan kayıt paraları farklı.

Devletçiliği serbest piyasacılığa feda ettik edeli okullara yok denecek düzeyde ödenek göndermekte bakanlık. Her şey, bütün harcamalar, velinin sırtına yüklenmekte. Okullar, velilerin gelir durumuna göre ayrılmış durumda. Yoksulların hepsi bir arada kentin kıyısında köşesinde, uzakta kalmış semtlerinde. Olanaksızlıklar içinde başarıyı yakalama çabası içinde birçok öğrenci.

Varsıl semtlerin bazı okullarındaki müdürler, neredeyse her yıl oturduğu odanın biçimini, rengini, döşemelerini değiştirmekte. Hatta. Bazı okulların müdürü değişince odadaki her şeyi değiştirmekte. Çünkü yeni müdür demek, yeni oda, yeni eşya demek. Nasıl olsa paralar gelmekte bolca velilerden. Atalarımız: “Abdalın yağı çok olursa gâh borusuna çalar, gâh gerisine.” sözünü, boşuna söylememiş. Sözünü ettiğim müdürler de yağı bol bulunca önce koltuğunu ve odasını yenilemekte.

Eşitsizlikler diz boyu eğitimde... Yönetici ve öğretmen atamalarından başlayan eşitsizlik ilgi çekici. Yönetici olarak atanmada başarı söz konusu edilmiyor nedense. Çoğu yönetici, sınıfta öğretmenliği beceremediği için yönetici olup kurtulmakta öğretmenlikten. Bundan da anlaşılacağı üzere yöneticilerin çoğu öğretmen sayılmaz. Öğretmenliği beceremeyen birinin okul yönetmesi hem gülünç hem de acıklı bir şey değil mi?

Yönetici olmak için iktidardaki siyasetçilere yaklaşmak gerek. Onlarla iyi geçinecek ortamlar bulmalı. Bu konuda çaba gösterip zaman harcamalı. “Evet fendim, sepet efendim” diyerek siyasetçinin gönlünü almalı. “Bu konuda çok haklısınız.” gibi onaylayıcı sözler söylemeli. Eğilip bükülmeli, ceketi iyi iliklemeli. Gerçekçi değil; mevsime göre renk, yele göre yön belirlemeli. Benliğini, işini yapacak siyasetin benliğinde eritip yok olmalı.

Son yıllarda MEB, ilkesizlik içinde debelenmekte. Her yıl izlenceler değişmekte. Böyle olunca da başta öğretmenler olmak üzere veliler ve öğrencilerce pek ciddiye alınmamakta aldığı kararlar. Herkeste “Nasıl olsa yakında değişir bu alınan karar.” düşüncesi egemen. Kendi izlencelerine kendisi inanmayan bir MEB’e öğretmenler, öğrenciler, veliler niye inansın?

Türk eğitim sisteminin çağın ölçülerine ulaşması için yapılacak tek şey, cumhuriyetimizin ilk yıllarındaki anlayışa kavuşturulması. Devletçiliğin, eğitimin tüm alanlarına egemen olması. Eğitim izlencelerinin sürekli değiştirilmesinden vazgeçilmeli. İzlenceler öngörülü kişilerce hazırlanmalı. Eğitim gibi ciddi bir alan, yazboz tahtasına çevrilmemeli. Önce kalıcı ilkeler saptanmalı. Sonrasında da eğitimdeki eşitsizlikler bir bir ortadan kaldırılmalı.

                                                         Adil Hacıömeroğlu

                                                         12 Haziran 2024

3 yorum:

  1. Maalesef ki eğitim sistemimiz can çekişmekte gün be gün. Hiç bir şekilde iyileştirme çabası göremiyoruz. Sizin de değindiğiniz gibi Ulusal bir eğitim sistemimiz yok. Dayatmalara maruz kalmış, sürekli değişen, bu yöntem olmadı şunu deneyelim mantığı ile yap boza dönmüş bir sistemde debelenip duruyor çocuklar. Doğal olarak anne babalar da tabii. Çünkü endişeliler.
    LGS gibi çok saçma bir sistem getirdiler ki akıllara zarar. Geleceği sınavlara bağlanan çocuklar için adil bir eğitim sisteminden söz etmek mümkün mü?
    Okullarda eğitim yetersiz. İmkanı olan çocuğuna kurs ve özel ders desteği ile katkıda bulunuyor. Peki imkanı olmayan ne yapacak?
    Eğitim sistemimiz nitelikten yoksun. Bu konuda çalışmalar, uygulamalar hayata geçirilmeli bir an önce.
    Aksi halde ne eğitim kalacak ne de sistem...

    YanıtlaSil
  2. Saygıdeğer Adil Bey kaleminize sağlık. Makalenin girişindeki tespitleriniz herkes tarafındannbiliniyor. Ama hatırlamamız bakımındanistifade ettim. Son bölümlerde biraz magazin olmuş. Ayrıntı. Fakat sistem işidir. Herkes yazıyo çiziyo Yerine ne koyacaksın? dendiğinde yok. #Poliwindow takibe alır mısınız? Ünal Yılmaz Eğitim Gönüllülleri Dernek Başkanı saygılar

    YanıtlaSil
  3. Okumayan
    Akletmeyen
    Düşünmeyen
    Bir toplum ideolojilerin oyuncağı olur. Okumuş yada cahil olması fark etmez istişare kültürü olmadıkça zerre ilerleme olmaz.
    Bu gün TBMM ne bakın parti ayrımı olmaksızın tümünde profesörler doçentler ve doktorlar doludur.
    Ama baktığınızda toplum faydasına neredeyse hiç bir çalışma yasa teklifi yoktur, kendi menfaatleri söz konusu olduğunda tümünün birleştiğini görürsünüz.
    Bizim problemimiz iyi doktor iyi polis iyi asker vs yetiştirmek makam mevki para sahibi olmaları için her şeyin mübah olduğunu öğretiyoruz.
    Ama İYİ İNSAN YETİŞTİRMEK İÇİN EN UFAK ÇABAMIZ YOKTUR.
    Tamam kabul iyi hakim iyi asker iyi doktor olsunlar .
    Ama önce İYİ İNSAN OLMAYI ÖĞRETELİM,Adil Öğretmenim yüreğinize dağlık👏👏👏Fulya Kırımoğlu

    YanıtlaSil