“Abdullah
Özkucur, Adnan Binyazar, Ahmet Köklügiller, Ahmet Uysal, Ali Aslan, Ali
Çiçekli, Ali Dündar, Ali Kemal Gözükara, Ali Yüce, Arif Baş, Arif Gelen, Bahar
Dadaloğlu, Behzat Ay, Cesarettin Ateş, Dursun Akçam, Emin Özdemir, Emin Türk, Enver
Atılgan, Esef Işık, Fakir Baykurt, Fehmi Salık, Galip Candoğan, Hacı Angı, Hasan
Kalender, Hasan Kıyafet, Hasan Turan, Haşim Kanar, Hazım Zeyrek, Hüseyin Avni
Tatar, Hüseyin Başaran, İbrahim Osmanoğlu, İbrahim Şimşek, İbrahim Yıldız, Kemal
Bayram Çukurkavaklı, Kemal Burkay, M. Adem Solak, Mahmut Makal, Mahmut Yağmur, Maksut
Doğan, Mehmet Başaran, Mihneti (Vehbi Polat), Mecit Aşkın, Mustafa Şanlı, Nadir
Gezer, Nebi Dadaloğlu, Osman Bolulu, Osman Darıcı, Osman Şahin, Pakize
Türkoğlu, Recep Bulut, Refet Özkan, Saffet Çalışır, Selahattin Şimşek, Şevket
Yücel, Talip Apaydın, Turan Aydoğan, Ümit Kaftancıoğlu, Veli Yazar, Yakup
Kepenek, Yusuf Gür, Yusuf Ziya Bahadınlı… (Bu adların belirlenmesinde Fakir
Baykurt’un Unutulmaz Köy Enstitüleri kitabından yararlandım.)” Burada saydığım
kişiler, köy enstitülerinin on dört yıllık döneminde yetiştirdiği yazarlardan
belirleyebildiklerimiz. Daha niceleri var kim bilir?
Bir
okul düşünün, köy çocuklarını yatılı olarak alıp yetiştiriyor. Lise düzeyinde
bir eğitimden sonra öğretmen olarak ülkemizin dört bir yanına gönderiyor. Bu
köy çocuklarının içinden sayısız yazar çıkıyor. Ayrıca bilim, sanat alanında
yetkin kişiler kendini gösteriyor bu okullardan. Peki, bunca yetkin, başarılı
insanı yetiştiren nedir?
“Okumada,
yazmada ve konuşmada güzellikten çok doğruluk aranmalıdır; gerçekte güzelliğin ilk
koşulu doğruluktur; bunu sağlamak sanatçı yetiştirmenin de en sağlam yoludur.
(1943’te yayımlanan köy enstitüleri eğitim programının Türkçe dersleri ile
ilgili yönetmeliğinden aktaran Fakir Baykurt, Unutulmaz Köy Enstitüleri,
Literatür Yayınları, 5. Basım, Eylül 2019, s. 104)” Eğitimin toplumsal amacına
ulaşması, toplum yararına olması için önce doğru bir izlencesi olmalı.
Görüldüğü gibi Türkçe derslerinde yazıp konuşmak, okumak isteyen öğrencilere
öncelikle yapıtların doğruluğunu öncelemeleri gerektiği vurgulanmakta.
Türkçe
dersleriyle ilgili başka ne anlatılmakta sözü edilen yönetmelikte?
“Enstitülerde
öğrencinin ders dışındaki okumalarını düzenlemek hem zorunlu, hem de öbür
okullara kıyasla daha kolaydır; çünkü öğrenci kendisine verilen yapıtları
okuyabileceği gibi her gün öğretmeniyle ilişki kurma olanağı bulacaktır.
Önerilen yapıtlar derslerde konu edilen sorunlarla, öğrencini iş ve düşünce
hayatı ile ilgili olmalıdır. (Aynı yapıt, s. 104)” Burada görüldüğü gibi kitap
okuyan öğrenci, bu yolla öğretmeniyle ilişki kurabilecek. Öğretmenle öğrenci
arasındaki köprü okunan kitaplar…
“Yazma
çalışmalarında güdülecek amaç, öğrencinin kendi anlayış ve anlatış
özelliklerini koruyarak açık, düzgün ve özentisiz bir anlatım ile yazmalarını
sağlamak olmalıdır. Köy enstitüsüne gelen öğrenci çoğunlukla gördüğünü,
düşündüğünü ve bildiğini eksiksiz ve fazlasız anlatmaya o kadar alışkındır ki, bu
meziyetleri korumaya çalışmak başlı başına bir yazı eğitimi olacaktır; çünkü
eksiksiz ve fazlasız anlatım yazı sanatının en üstün aşamasıdır. Seçilecek
konular öğrenciyi gördüğünü olduğu gibi göstermeye, kendini ve çevresini
tanıtmaya, duygu ve düşüncelerini aydınlatmaya, bildiklerini belirli bir nokta
çevresinde toplamaya, dileklerini tam ve açık olarak anlatmaya yönlendirici
olmalıdır. Enstitüyü bitiren öğrenci bütün yazı çeşitlerini deneyebilmelidir.
Serbest yazılarda öğrencinin şiirden çok öykü, anı, betimleme, özetleme gibi
düzyazı türlerine yöneltilmesi yerinde olur. (Aynı yapıt, s. 104)” Yönetmeliğin
bu bölümünü okuyanlar, bu anlatılanların yazar yetiştirmek için yazıldığını
kolayca anlayabilir. Demek ki, öğrencinin içindeki cevheri ortaya çıkarmak için
doğru izlenceler oluşturulmalı.
“Asıl
edebiyatın insanın yaşadığını anlatması olduğu fikri verilmeli ve öğrenci not,
anı ve mektuplarla yaşamını anlatma alışkanlığı kazandırılmalıdır. (Aynı yapıt,
s. 104)” Buradan da anlıyoruz ki enstitülerde öğrencilerin ilk baştan toplumsal
gerçekçi yazma anlayışını benimsemeleri için onlar yüreklendirilmekte. Onlara
yol gösterilmekte.
Enstitülerde
özgür bir okuma ortamı var. Buna koşut olarak özgür bir tartışma ortamının
bulunması, öğrencileri düşünsel olarak geliştirmekteydi. Ayrıca bu okuma ve
tartışmalar, onlarda özgüven oluşturuyordu.
Enstitülerde
yabancı dil de öğretilirdi. Köy Enstitüsü ya da Yüksek Köy Enstitüsünü bitiren
bazı kişiler, özellikle Fransızca kitapları, Türkçeye çevirecek kadar yabancı
dil öğrenirlerdi. Günümüzde öğrencilerin çoğu, neredeyse ilkokuldan başlayarak yabancı
dil görmelerine karşın yabancı dildeki bir kitabı, dilimize çevirmeyi bırakın; en
yalın dileklerini bile öğrenimini gördükleri dilde anlatamamaktalar.
Köy
enstitülerinden sayısız yazarın yetişmesi bir tansık ya da rastlantı değil;
bilimsel, ulusal, çağcıl ve laik bir eğitimin doğru izlencelerinin sonucudur.
Ayrıca okuma alışkanlığı, enstitülü öğrenciyi yazmaya yöneltiyordu. Bu okulların
eğitim amacı, öğrencilere yazma sorumluluğu da yüklüyordu. Dersler, sınıf
geçmek için değil; öğrenmek için işleniyordu. Ayrıca eğitim sistemi, korkuya
değil; sevgi, saygı ve güvene dayalıydı.
Köy
enstitüleri, on dört yılda altmışa yakın yazar yetiştirdi. Bu yazarların bir
kısmının yapıtları yabancı dillere çevrildi. Ünlerei dünyanın dört bir yanına
yayıldı. Bu, bir Türkiye değil; dünya rekoru. Hem ülkemizde hem de dünyada bu
denli kısa bir sürede bu kadar çok yazar yetiştirmiş bir okul türü var mı
acaba? Bu yazarların hemen hepsi, ülkemiz gerçeklerini yazdılar. Köylerimizdeki
yoksulluğu, yoksunluğu, adaletsizliği dile getirdiler. Uygarlığın uğramadığı
köylerimizdeki sorunları ve bunların çözüm yollarını anlattılar yapıtlarında.
Ülkemizin köylerden başlayacak bir kalkınma, gelişme seferberliğine önayak
olmak istediler. Bunları yazarken sorumlu yurtseverliklerinden ödün vermediler.
Bu da ülkemiz egemenlerinin hoşuna gitmedi. Bu nedenle köy enstitülerine savaş
açtılar. Aslında bu savaş; köylerimize, köylülerimize ve dolayısıyla ülkemize
karşı bir savaştı. Egemenler, bu savaşı emperyalistlerin desteğiyle kazandı.
“Okuyan,
yazar; okumayan yazamaz.” gerçeğini her an anımsamalı.
Dileğim
şudur ki, Atatürk’ün yolundan giden bir ülke yönetimine sahip olmak. Böylece
Atatürk’ün halkçı-devletçiliği ışığında köy enstitüleri anlayışını yeniden
canlandırmak. Böylece hem emperyalist boyunduruktan hem de geri kalmışlıktan
kurtarmak ülkemizi. İçinde yaşadığımız olumsuz koşullarda bundan daha iyi bir
dilek mi olur?
Adil
Hacıömeroğlu
26
Ağustos 2025
Kaleminiz Efendi Kalan,Adil öğretmenim”
YanıtlaSilOkumak, yazmanın ilk harfidir; Köy Enstitülü yazarlar bununla değil, yaşamın özünü anlatmakla yazdılar. ’Okuyan yazar olur; okumayan, yazamaz’ sözü, onların kaleminin frekansıydı.”
Okumanın yazıyla buluştuğu yer yazı yazmanın sadece teknik değil, hayata, topluma, bireye dokunan bir süreç olduğunu vurguluyor..
Köy Enstitülü yazarların özgünlüğü ve samimiyeti yaşayanı anlatma çabaları ve dürüst anlatımlarıyla güçlü bir etki yarattıklarını okuyunca fark ediyoruz.
“Okuyan yazar olur; okumayan yazamaz” gerçeği yazınızın sonunda öne çıkan bu ifade, emek, birikim ve ilhamla yoğrulduğunu dokunaklı bir biçimde hatırlatıyor.
Usunuza, yüreğinize sağlık, bilge öğretmenim kaleminiz var olsun.👏👏📚🍀🌺
Pratikle ,emek vererek alınan bir eğitim ve köy enstitüleri yetişen değerler, ABD'nin gözune çivi gibi ve 1950 de maalesebatmıs Türkiye Nato'ya sokularak ; eğitim ve yaşam herturlü kontrol altına alınmış.Bizim düşmanımiz Nato'dan ayrılmadıkça bu böyle gider.
YanıtlaSilAydınlığa giden yolu begenmeyenler karanlığın çukurunu yaşamaya tutsak olurlar
YanıtlaSilTür ronesansi denebilen Köy Enstitüsü gerçegi ne yazık ki hiç anlaşılamadı.