Telif
hakkı, günümüzde önemli bir tartışma konusu... Ne yazık ki düşünceye, üretime,
emeğe, yaratıya, alınterine değer vermeyen ve başkalarının sırtından geçinmeyi
alışkanlığa dönüştüren birçok kişi, telif hakkı denen kavramdan çok uzaklar.
Bir
şeyi, ilk kez kendisi düşünmüş gibi kitaplarına alanlar, bir buluşu kendi yapmış
gibi sahiplenenler tarih boyunca hep oldu. Bugün de bu kişiler var. Bazı anlı şanlı
yazarlar, ozanlar, bilim adamları, sanatçılar ne yazık ki başkalarının düşünerek
üretip yazdığı kitaplardan kaynak göstermeden bölümleri kendi kitaplarına almaktalar
açıkça. Başkalarının ürettiği sanat yapıtlarına imzalarını atmaktalar haksızca.
Burada anlatılan düşünceler, yaratılar ve buluşlar kendilerininmiş gibi
sahiplenmekteler. Buna güzel Türkçemizde “aşırma” diyoruz. Ancak bu yapılanın
açıkça düşünce hırsızlığı olduğunu burada söylemeliyim.
Bir
aydın ve yazar için düşünce namusu çok önemli, ayırt edici bir nitelik. Düşünce
namusu olmayan birinin aydın kimliği tartışmalıdır. Birinin emeğini çalarak,
aşırarak kitap yazmak dürüst birinin yapacağı bir şey değil. Ne yazık ki son
dönemlerde bu tür düşünce hırsızlarına sıkça rastlamaktayız.
Peki,
telif hakkı nerede gündeme geldi ilk kez?
Telif
hakkının, dolayısıyla üretip hak edenin hakkını teslim etmenin ilk olarak
başladığı yer Arap ve İslam coğrafyası. Şam, Bağdat, Semerkant, Fas, Tunus,
Kahire, Basra, Toledo, Rey medreselerindeki öğrenciler, Hazar Denizi ile
Atlantik arasındaki ülkeleri gezerlerdi. Buralarda yeni düşünceleri, bilimdeki,
gelişmeleri anlatırlardı. Bilgi, dergilerle değil; bu gezginlerin ağzından
yayılırdı değişik yerlere. Ağızdan ağıza yayılan bu bilgiler bilim, kültür,
sanat alanındaki yeni gelişmelerin yayılmasını kolaylaştırırdı. Bu koşullarda düşünce
hırsızlığı çok kolaydı aslında. Buna karşın bu öğrenciler, bu anlattıkları yeni,
özgün düşüncelerin kime ait olduğunu özellikle belirtirlerdi.
“Yahya
bin İsa bana, Ebu Bekir el-Bağdadi’den, herkese açık bir toplantıda Şeyh Said
bin Yakut’un açıkladığını duyduğunu anlattı… (Aktaran, Batı’yı Aydınlatan Doğu
Güneşi, Sigrid Hunke, Kaynak Yayınları, Birinci Basım: Aralık 2008, s. 286)” bu tür sözlerle düşüncenin kime ait olduğunu
belirtirdi konuşmacılar.
“Araplar
yabancı düşüncelerle kendi ağzını yakmaz. Başkasının kitabını dersinde temel
metin olarak kullanmak isteyen, önce yazarın yazılı iznini almak zorundadır.
Hiç kimse, ders verirken, öğretmenin yazılı onayı olmadan onun sözlü
açıklamalarını bile nakledemez. Hiç kimse, İslamiyet’ten önce de adet olduğu
gibi, bir şairin mısralarını, onun öğrencisi olarak bile söyleyemez, okuyamaz.
Bunun için şairin mısralarını söyleme ve yayma izni almış olması gerekir. İşte
düşünsel başarıya ve düşünsel mülkiyete böylesine derin bir saygı yerleşmiştir.
(Aynı yapıt, s. 286)” Görüldüğü gibi fikri mülkiyet, yani telif hakkı yalnızca
yazılı yapıtlarda değil, sözlü düşüncelerde de söz konusuydu.
“Her
yazar telif hakkının koruma altında olmasından yararlanır. Yalnızca yazarın
kendisi –ve ölümünden sonra mirasçıları- düşünsel yaratıcılığın ürünleri
üzerinde tasarruf sahibidir. Bunları oğullarına ya da oğullarını dışlayarak
yalnızca en iyi öğrencilerine bırakabilir. İzin ve onay konusunda çok cömert
olan bir profesörle ilgili olarak öğrencileri ‘o, toprağı, duyulan şeylerin
belgeleriyle, eğitimi de izin belgeleriyle donattı’ demişlerdi.
Okunan
ve duyulan şeyleri yaymak için gerekli her izin, aynı zamanda öğrenciler için
bir yetenek belgesi niteliğindedir. İzni alan, onunla birlikte, ders verme
hakkını da alır. Böylece, Arap yüksekokullarının kurumlarıyla birlikte Batı
üniversitelerine giren Arap ‘telif hakkı’ bir akademik unvan olan ‘lisans’ın da
kaynağıdır. Ve ‘bakalorya’nın kaynağı da Arapların ‘başkasının otoritesi ile
ders verme hakkı’ olabilir. (Aynı yapıt, s. 286)”
Yukarıda
anlatılanlardan anlaşıldığı gibi Batı, “telif hakkı, lisan eğitimi, bakalorya”
başta olmak üzere birçok çağdaş uygulamayı, Araplardan almış bulunmakta. Ne yazık
ki kimi bilisizler, Araplar hakkında ileri geri konuşmayı gelenek durumuna
getirdiler. Böyle yaparak ezilen bir halkın karşısında, emperyalizmin yanında
yer almaktalar.
Sözlerimi,
Sigrid Hunke’nin “Ama onlar (Yani Araplar-A.H.nin notu) Batı’ya yalnız boş kap
vermediler; şarap, yani eğitim malzemesi de gönderdiler.” sözleriyle bitireyim.
Bugün çağdaş eğitim denen batı eğitimin kökleri Arap topraklarında, tıpkı telif
hakkının olduğu gibi.
Adil
Hacıömeroğlu
25 Eylül 2025
Kalemine Efendi Kalan, Adil öğretmenim,
YanıtlaSilYazınız düşünceye, emeğe ve hakkaniyete yaptığı duyguyla ile yüreğe dokunuyor.
İlhamla ve samimiyetle kaleme alınmış bu eser, “hak” ile “vicdan” arasında köprü kuruyor.
Emeğinize, duruşunuza ve sözünüze teşekkür ederim 💐🙏🏻yazınız çok değerli.
“Düşünce namusu olmayanın yazarı da olmaz; hak etmeyeni sahiplenmek adaletsizliktir.”
Usunuza, yüreğinize sağlık📚👏👏❤️Var olunuz🙏🏻