EVET Mİ, HAYIR MI 12?

                                               
29 Mart 2017 günü Pendik’teydim. Yaklaşık otuz yıldır görmediğim eski bir arkadaşımın ziyaretine gittim. Arkadaşımın taksi durağı var orada. Taksi durağının çalışanları, sürücüler. İçtenlikli bir ortam... Herkes ekmeğinin peşinde…
Yemek, çay derken ister istemez söyleşi, siyasete kayıyor. Siyaset denince de gündem: halkoylaması… Durakta dönüşümlü olarak on beşe yakın kişiyle konuştuk. Dönüşümlü dememin nedeni şu… Müşterisi çıkan taksici ayrılıyor aramızdan. Müşteri beklemeye gelen ise katılıyor aramıza.
Birkaç kişinin dışında herkes evetçi… Hem de çok hararetli savunmaktalar başkanlık sistemini… Aslında başkanlık sistemini savunmuyorlar, savundukları Erdoğan. Halkoyuna sunulan anayasa değişikliğinin içeriğiyle ilgili fazla bilgileri yok. Televizyonlardan dinledikleri yarım yamalak bilgilerle savunmaktalar görüşlerini. Savunurken de daldan dala atlamaktalar. Bir konunun üzerinde tartışma huyları yok! Bir konuya girdiklerinde özellikle CHP ve Cumhuriyet aleyhinde ne işitmişlerse hepsini bir çırpıda söyleme eğilimindeler. Okuma, araştırma, yorumlama alışkanlıkları olmadığından lider diye benimsedikleri kişilerin söyledikleri onlar için kutsal metinler gibi…”Lozan, on iki ada, iç isyanların bastırılması, istiklal mahkemeleri, darbeler, Misak-ı Milli…” aklınıza ne gelirse her şey tartışma konusu oldu.
Zor olsa da bir konu üzerinde odaklanarak tartışmayı sağladık saatler sonra. Halkoylamasında “evet” oyu verecek olmalarındaki ana neden Erdoğan’ı ABD ve AB’yi dize getirdiğini düşünmeleri. RTE’nin “Ey Hollanda, Ey Almanya…”   diye başlayan söylevleri onları etkilemekte. Almanya, Hollanda krizleri evet oylarını artırmışa benziyor. RTE’nin bu ülkelerle olan gerilimi bilerek tırmandırmasının nedeni de bu durumu görmesidir.
Konuşmalarımız sırasında RTE’nin, Fırat kalkanı ve PKK’ya karşı verdiği hendek savaşının ABD’ye karşı bir tavır olduğunu, desteklenmesi gerektiğini söyledik. Ancak RTE’nin sağlam bir duruşunun olmadığını Atlantik ile Avrasya arasında sürekli yalpaladığını vurguladık. Düzeysiz konuşmalarıyla Türkiye’yi dünyadan tecrit ettiğini belirttik.
Başkanlıkla ilgili halkoylamasının Türkiye’yi “evetçi” ve “hayırcı” olarak böldüğünü dile getirdik. Oysa bugünlerde en çok birliğe gereksinimimiz var. Emperyalizmin ülkemize ve bölgemize yönelik saldırıları ancak birlik halinde püskürtülür. Cumhurbaşkanı da milletin birliğini temsil eder en üst noktada. Ama birliği temsil etmesi gereken cumhurbaşkanının, milleti “evetçi” ve “hayırcı” olarak bölmesi yakışık alır mı?
Ziyaretim altı saati aşmıştı. Bir de baktık ki hava çoktan karardı. Saat yirmi olmuş. İzin isteyip kalktım. Vedalaşmamız içtenlikliydi. Yeniden çağırdılar beni. Ardımda birçok soru işaretini bıraktığımın farkındaydım.
Pendik’ten Bostancı’ya dönüşüm epey zaman aldı. Akşam saatleri… Cadde ve sokaklarda in cin top oynamakta. Minibüs müşterisi yok. Bindiğim minibüs neredeyse her sokağın başında durup yolcuların yolunu gözlemekte. Ama ne yazık ki yolcu bulamıyor. Tabi, bu arada minibüsçü ile sohbetimiz ilerliyor. Genç sürücüye: “Yolcu niye yok?” diyorum.”
O: “Kriz var abi…” diye mırıldanıyor.
Ben: “Devleti yönetenler ‘Kriz yok!” diyorlar.”
O: “Onlara kriz yok, kriz bize.”
Ben: “Halkoylamasında evet mi, hayır mı diyelim?” diye sordum.
O: “Ben oy kullanmayacağım abi. Bugüne kadar hiç oy vermedim.” dedi.
Ben: “Neden?” dedim.
O: “Oy versem de bir şey değişmez.” diyerek yanıtlıyor beni.
Ben, bir oyun neleri değiştirebileceğini uzun uzun anlattım. Sonunda oy vermeye gideceğini söyledi. Gözleri parladı. Kendisinin vereceği oyun gücüne inanmanın özgüvenini duyumsadım duruşunda.
Bostancı’ya gelmiştik. İneceğimi söyledim. Biraz buruldu sanki… “Hayırlı işler!” diledim.
O da: “Sağol abi, hayırlı olacak inşallah!” diyerek gülümsedi.
İndim minibüsten el salladım ona. Mutlulukla yanıtladı beni. Ben de neşeyle evin yolunu tuttum. Eve gelip birkaç lokma bir şeyler yedikten sonra bilgisayarımı açtım. Facebook’ta birçok arkadaşlık isteği var olduğunu gördüm. Bunlardan üçü taksici arkadaşlardan… Memnuniyetle onayladım arkadaşlık isteklerini. Erinç içinde uyuyabilirdim artık. Ben de öyle yaptım.
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       3 Nisan 2017



EVET Mİ, HAYIR MI 11?

                                               
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 28 Mart 2017 günü Sarıyer İlçesinde bulunan Hacıosman metro durağındaki hayır çadırını ziyaret etti. Bu çadırın üzerinde parti adı yazmasa da CHP’ye ait olduğu bilinmekte. Erdoğan’ın hayır çadırına gitmesi altın bir fırsattı. Ne yazık ki bu fırsat değerlendirilemedi.
Erdoğan, soruyor hayır çadırında bulunanlara: “Niye hayır diyorsunuz?”
Yanıt: “Çağdaş bir yaşam için hayır!”
Tam da RTE’nin istediği bir yanıt.
Erdoğan : “Çağdaş bir yaşam yok mu şu anda?”
Yanıt: “Bence yok!”
Bu tartışma, “Çağdaş yaşam bence yok!” “Bence var!” biçiminde günlerce sürebilir ve bir sonuca ulaşmaz. Tam da Erdoğan ve AKP’lilerin istediği bir tartışma… Kutuplaştırıcı, ikna edici olmayan, AKP tabanına “hayır”ı anlatamayan bir tartışma biçimi.
Hayır çadırındakiler, karşı çıkışlarını sürdürüyor: “Demokrasi, Cumhuriyet, Atatürk ilkeleri, kadın hakları…” üzerinden. Bunlar soyut kavramlar… Bu söylemle AKP tabanında “evet” oyu verecek yurttaşlar, “hayır”a  ikna edilemez.
Erdoğan: “On dört senedir bu ülkeyi yönetiyoruz. Biz geldiğimiz zaman bu parlamentoda kaç bayan vardı?
Yanıt yok! Bu on dört yıl boyunca AKP’deki kadın milletvekili sayısı, ne yazık ki CHP’de olanlardan daha çok.
Hayır çadırındaki bir yurttaş, “AKP döneminde Türkiye’de birlik beraberliğin çöktüğünü” söylüyor. Buna karşılık olarak Erdoğan: “Bana şu olay bizi böldü, parçaladı diyemiyorsun.”
Yanıt: “Somut olarak şudur; Yavuz Sultan Selim köprüsü isminin verilmesi Alevi yurttaşlarımızı aşırı derecede üzmüştür…” Bu yanıt tam da RTE’nin istediği şey. Yavuz’un tarihsel kişiliği üzerinden yükleniyor. AKP tabanındaki kararsız seçmene Sünnilik üzerinden iletilerini gönderiyor. Bu arada hiç yeri değilken Kılıçdaroğlu’nun Alevi olduğunu da sözlerine ekliyor. AKP’li kararsız seçmene; “Bakın, ‘hayır’ oyu verirseniz oyunuz Kılıçdaroğlu’na gider.” iletisini ulaştırıyor. Zaten RTE’nin, AKP’nin en iyi yaptığı şey mezhepçilik… Hem Türkiye’de hem de Ortadoğu’da… Türkiye nüfusunun neredeyse yüzde doksanını oluşturan Sünni kesimin büyük bir bölümü için Yavuz Sultan Selim, olumsuz bir figür değil. Tersine bir kahraman fatih olarak benimsenir Yavuz. Tartışma zemini, böylece Erdoğan’ın istediği noktaya geliyor hızla.
Erdoğan’ın “Niye hayır diyorsunuz?” sorusuna, çadırdakiler: “Sayın Cumhurbaşkanım, size ABD_FETÖ’nün kurduğu başkanlık tuzağını bozmak, sizi ve Türkiye’yi bu tuzaktan kurtarmak için “Hayır!” diyoruz. Ayrıca sizin de bildiğiniz gibi hayır da hayır vardır. Hayır işlemek sevaptır” deselerdi tartışma nereye giderdi, Erdoğan bu kadar rahat olur muydu? Ayrıca bu tümce AKP tabanını, “hayır”a ikna etme konusunda etkili olmaz mıydı?
“Birlik beraberliğin bozulduğu” konusuna gelince… Türkiye’nin ABD tetikçisi FETÖ ve PKK ile savaştığı bir dönemde, ekonomik krizin ülkemizi sıkıştırdığı bir zamanda halkoylaması Türk Milleti’ni “evetçi ve hayırcı” olarak böldü. Bu halk oylamasının zamanı mıydı? Bizim böylesi bir dönemde birliğe, sizin de dediğiniz gibi 15 Temmuz ruhuna ihtiyacımız var değil mi Sayın Cumhurbaşkanım?” denseydi, RTE’nin verecek yanıtı olabilir miydi?  Böylesi bir yaklaşım, halkoylamasını Sarıyer’de bitirirdi.
Kılıçdaroğlu, RTE’nin çadır ziyareti konusunda “Oradaki insanlar da Sayın Cumhurbaşkanına umarım saygısızlık yapmamışlardır.” diyerek çadırdaki partililerine güvensizliği ifade etmiştir. Çünkü düşünsel alandan çok, kişisel alanda sürdürülen bir iktidar-muhalefet mücadelesinde saygısızlıkların çokça olması büyük bir olasılık.
Sarıyer’deki CHP çadırı, ayağına gelen kısmeti tepmiştir. CHP, muhalefet stratejisini gözden geçirmeli ve üyelerini Türkiye’nin gerçek gündemiyle ilgili siyasal bir eğitimden geçirmeli.
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       30 Mart 2017





EVET Mİ, HAYIR MI 10?

                                               
24 Mart 217 Cuma günü Bakırköy’de bir avukat yazıhanesindeyiz. Avukat Bey, önceden İstanbul’un bir ilçesinde MHP ilçe başkanlığı yapmış. Ülkücü hareket içinde doğup büyümüş adeta. Milliyetçi-ülkücü çizgisinden hiç sapmamış. Ailecek ülkücüler… Kardeşlerinden bazıları MHP ve Ülkü Ocakları’nda yöneticilik yapmış.
Selam sabahtan, hal hatır sormadan sonra hemen konuya giriyor çaylarımızı yudumlarken. “Durum nasıl?” diye soruyor.
Ben: “İyi…” diyorum kestirmeden ve bir soruyla karşılık veriyorum: “Sizin cenahta durum nedir? Ülkücülerin yüzde kaçı ‘Evet!’ der?”
Avukat arkadaş, hiç düşünmeden yanıtlıyor beni: “Ülkücü hareketin yüzde seksenden fazlası hayırcı…”
Ben: “Hayır’ın yanında yer almak şeri yok eder.” diyorum gülümseyerek. “Türk Milleti hayırda birleşiyor.” tümcesini de sözlerime ekliyorum. O, kahkahalar atıyor benim bu sözüm karşısında.
“Ülkücüler, halkoylamasında ‘Hayır!’ diyerek Genel Başkan Bahçeli’ye ters düşmüş olmuyorlar mı?” diye sordum.
Avukat Bey: “Hayır!” diyor kararlı bir sesle. “Biz, genel başkanımızın işaretiyle ‘Hayır!’ diyoruz.” sözünü söylerken ben biraz şaşkınlıkla soruyorum ona: “Nasıl oluyor bu?”
O, Bahçeli’nin anayasa değişikliği TBMM’den geçtikten sonraki açıklamasını anımsatıyor bana. “Bahçeli, ‘Benim tek oyum var, o da evet olacaktır.” demedi mi?
“Evet, dedi.”
“İşte, bu sözüyle Bahçeli, tabana ‘İstediğiniz gibi oy verebilirsiniz.’ iletisini verdi. Tabanı serbest bıraktı. Ülkücüleri bağlayıcı konuşmadı. Bize, ‘Evet oyu verin!’ demedi.” diye açıklamada bulundu avukat arkadaşım.
Avukat Bey’in dedikleri kendi içinde mantıklı. Söyleşimiz bittikten sonra yazıhaneden vedalaşarak ayrıldım. Bir alışveriş merkezine gittim. Burada bir pastanede uzun süredir görmediğim ülkücü cenahtan üç arkadaşım derin söyleşide. Selam verdim. Beni görünce ayaklanıp masalarına davet ettiler. “Muhabbetinizi bozmayayım.” dedim. “Olur mu Hocam, tam size göre bir muhabbet, buyurun!” dediler. Oturduk. Konu, halkoylaması doğal olarak… Devlet geleneklerinin değiştirilmek istenmesi kaygılandırmakta herkesi. Bu duruma, millet olarak karşı koymak gerektiği üzerinde durduk. “başkanlık sistemi” dayatmasının emperyalizmin isteği olduğu konusunda hemfikir olduk.
Avukat Bey’in söylediklerini aktardım masamdakilere. Hak verdiler adını da söylediğim avukata. Ama bir şeyi de eklediler: “Ülkücü tabanın ‘Hayır’ refleksi, Türk Milleti’nin emperyal projelere başkaldırısında çok önemli.” (Sağ kesimde yer alan yurttaşlarımızın dilleri “emperyalizm” sözcüğünü söylemeye alışık değil, şimdilik “emperyal” sözcüğüyle yetiniyorlar. Ama zamanla “emperyalizm” sözcüğüne de alışır dilleri.)
Masadakilerin hepsinin ortak düşüncesi, Türk Milleti’nin neredeyse her türlü siyasal kesiminin birlik içinde davrandığı. Ben, bu düşünceyi formüle ediyorum: “Hayırcılar; CHP, VP, SP, DP, ANAP, MHP (Partinin yüzde sekseni), AKP (Parti tabanının yüzde yirmisi ve az da olsa bir kısım yöneticiler), BBP (Parti tabanın neredeyse tümü) ve birçok dernek, sendika, meslek kuruluşu bir arada. Aslında 15 Temmuz’da sokağa çıkan kesimler birlikte. Yani dün PKK ve FETÖ’ye karşı savaşım verenler kol kola başkanlık dayatmasına karşı. Bu görüntü RTE’yi çok rahatsız etmekte. Belki o da içten içe ‘Hayır çıksa da ben de kurtulsam!’ diyordur.”
Sözlerim kahkahalara boğdu masayı. Kalkma zamanı gelmişti. Vedalaşıp ayrıldık birbirimizden. Herkes farklı yönler gitti. Tıpkı Oğuz Kağan’ın oğulları gibi... Denize doğru yürürken mutluydum. Çünkü milletimin evlatlarının vatan sevgisi özgüvenimi, umudumu gittikçe artırmakta. Büyük milletler kolay yıkılmazlar. Onları ayakta tutan binlerce yıllık gelenekleri var. Bunun içindir ki emperyalizm geleneklerimize, insanlığımıza saldırmakta.
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           26 Mart 2017



EVET Mİ, HAYIR MI 9?

                                               
İçinde bulunduğumuz haftada türlü kesimlerle halkoylamasıyla ilgili görüş alışverişinde bulunduk. Az konuşup çok dinledik. “Halkoylaması” diyorum, çünkü yabancı kökenli “referandum” sözcüğünü kullanmak ağırıma gidiyor. Bir sözcüğün, Türkçesi varsa neden yabancı kökenlisini niye kullanalım ki?
Kadıköy’den Pendik otobüsüne bindim. Boş bir koltuk gördüm, cam tarafında oturan beyefendiye selam vererek oturdum. Gazetemi açtım, okumaya başladım. Trafik çoğu zaman olduğu gibi sıkışık… Yol boyunca “Evet, Hayır” pankartları uzanmakta. Yanımdaki kişi, pankartları bana göstererek “hayır” oyu vereceğini söyledi. Gazetemi katlayıp dizlerimin üzerine bıraktım. Yanımdakine: “Neden hayır oyu vereceksin?” sorusunu yönelttim. O: “Tayyip Erdoğan çok şımardı, her şeye sahip olmak istiyor.” dedi. Ben sormadan bugüne dek yapılan seçimlerde hep AKP’ye oy verdiğini de ekledi sözlerine. Yetmiş dört yaşında biri… Yıllarca esnaflık yapmış. Bu halkoylamasında Erdoğan’a halkın “Dur!” demesi gerektiğini anlattı uzun uzun.
Salı günü Anadolu yakasında bir kamu hastanesindeyim. Bir erkek hemşire… Elinde Memur Sen yazılı bardakta çayını yudumlamakta kendilerine ayrılan bölümde. Bana da Memur Sen yazılı bir bardakla çay ikram etti. Kabul ettim, bu güzel ikramı. Söyleştik dereden tepeden. Konu, halkoylamasına geldi. Sordum karşımda oturan genç adamın görüşünü. Yanıtladı kestirmeden. “Hayır!” diyeceğim. Çünkü Erdoğan ve AKP sözcülerinin karşı tarafı terörist olmakla suçlaması çok ağırıma gidiyor. Can ciğer arkadaşlarım var “Hayır!” diyecek. Hastanemizin doktorlarının çoğu hayırcı... Bu güzel insanlardan terörist olur mu ağabey?” Ben de “Olmaz!” dedim. Memur Sen yazısı bulunan bardakları gösterdim ona. O yanıtladı beni: “Ben Memur Sen’in işyeri temsilcisiyim. Ama bu durum benim kararımı etkilemez.” dedi büyük bir özgüvenle.
Üçüncü konuştuğum kişi benim doğup büyüdüğüm köyden, bir inşaat işçisi. Ailesi 12 Eylül darbesinden önce CHP’liydi. Şimdi AKP’ye oy vermekteler. Erdoğan’ı çok seviyorlar ve sonuna kadar savunmaktalar. Telefon görüşmemiz bir saate yakın sürdü. Ben ona halkoylamasında neyi oylayacağımızı sordum. Ne yazık ki bilgisi yok anayasa değişikliğiyle ilgili. Telefonda kısaca açıkladım konuyu. Söylediklerimi şaşkınlıkla dinledi. Ona dedim ki: “Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan’ın kazanmasının garantisi var mı? Ya da RTE’nin bin yıl yaşayacak bir durumu var mı?” O: “Yok ağabey, yarının ne olacağını bilemeyiz. Bunu Allah bilir.” dedi. “O halde yarın istemediğimiz, sevmediğimiz, güvenmediğimiz biri bu yetkilerle o koltuğa oturursa ne yapacağız?” sorusunu yönelttim ona. “Böylesi bir durum felaket olur.” dedi. Neredeyse çığlık atarak. Ben sormadan yanıtladı beni: “Hayır demeliyiz. Evet dersek yanlış yaparız.”
Çarşamba günü Anadolu yakasında bir taksiye bindik. Taksici Rize Kalkandereli… Kayıtsız, koşulsuz Tayyipçi… Yanımda CHP’li bir arkadaşım var. Arkadaşım, taksiciye halkoylamasında ne yapacağını soruyor. Taksici, evet oyu vereceğini, söylüyor kararlılıkla. Arkadaşım: “Neden?” diyor. Dikiz aynasından gördüğüm iki renkli göz sinirli bir biçimde “Canım istediği için…” diyerek tersliyor arkadaşımı. Devreye ben giriyorum.
“Bak hemşerim, Tayyip Erdoğan’a büyük bir tuzak kurulmuş. Erdoğan’ı bu tuzaktan kurtarmalıyız.” dedim. Taksici, arkaya dönüp benimle göz göze geldi. Ben sürdürdüm konuşmamı: “Başkanlık sistemi, hem Türkiye’ye hem de RTE’ye ABD-FETÖ tarafından kurulan bir tuzak. Bu Amerikan projesi.,, Amaç, 15 Temmuz’da yıkamadıkları RTE’yi yıkmak, Türkiye’yi parçalamak.” Sözümü bitirir bitirmez o birden atıldı. Yemin billah ederek “Bak ağabey, bu dediklerini ben de düşündüm. ‘Bu işin içinde bir bit yeniği var.’ dedim kendi kendime. Bu düşüncemi duraktaki arkadaşlarla da paylaştım.” der demez telefona sarıldı, taksiyi sağa çekti. Biz, arkada şaşkınız. Telefonu yanıtlandı hemencecik. O: “Hal hatır sormadan telefonun karşı ucundaki arkadaşına “Ben, sana bu başkanlık işinde bir şeytanlık var demedim mi?” diye sorarak benim dediklerimi bir çırpıda anlattı karşı tarafa. Telefonun megafonu açık... Karşı tarafın onaylayıcı sözlerini işittikten ve bize işittirdikten sonra telefonu kapattı.
            Telefonu kapattıktan sonra “Ufff be! Şimdi rahatladım. Bir yükten kurtuldum.” diye kendi kendine söylendi. İneceğimiz yere geldik. Paramızı verdik, “hayırlı işler” dedim. O: “Allah senden razı olsun hemşerim, iyi ki bugün bu konuşmayı yaptık. Yoksa yanlış bir iş yapıp günah işleyecektik.” diyerek elimi sıktı. Vedalaşıp ayrıldık.
            AKP tabanında yalnızca kararsızlar “hayır” demeye eğilimli değil. Doğru bir yaklaşımla “evet” deme konusunda karar verenlerin de değişebileceği olasılığı yüksek. Bu nedenle gerçeği doğru anlatmalı. Doğrunun karşısında eğrilik bir işe yarar mı?
                                                                                  Adil Hacıömeroğlu
                                                                                  24 Mart 2017



EVET Mİ, HAYIR MI 8?


Dün (14 Mart 2017) hava çok yağışlıydı. Trafik de berbat... Kozyatağı’ndan Marmara Üniversitesi Göztepe Yerleşkesi’ne gideceğiz. Taksi bulmak olanaksız. Gelenler de dolu… Biraz ıslandık, geç kaldık; ama en sonunda taksiye bindik. Taksici, efendi birine benziyor. Önce İstanbul’la ilgili söyleşiyoruz. Akılcı yaklaşımları var İstanbul’un belirgin sorunlarına. Gerçekçi çözümler de sunmakta sorunlara…
Fahrettin Kerim Gökay Caddesi’de (Minibüs Caddesi) boydan boya halkoylamasıyla ilgili hayır pankartları asılmış. Dikkat çeken bu bez pankartlar önce Atacan’ın ilgisini çekiyor. “Bunlarda ne yazıyor?” diye soruyor. Tabi Atacan kreşe gittiğinden henüz okuma yazma öğrenmemiş. “Hayır!” yazıyor diye yanıtlıyorum onu.
Atacan’ın pankartlarla ilgili sorusundan sonra Taksi sürücüsüne soruyorum: “Halkoylamasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz?” diye. O, duraksamadan yanıtlıyor beni: “Ben, ‘Hayır!’ diyeceğim.” Ardından gerekçelerini sıralıyor. “Erdoğan’ın hiçbir şeyle yetinmeyip Türkiye’nin tamamını istediğini, işsizliğin arttığını, çalışanların da zor durumda olduğunu, RTE’nin Cumhuriyet’i yok etmek niyetinde olduğunu…” sıralıyor peşi sıra. Bu arada kendisinin Sapancalı olduğunu da vurguluyor. Adapazarı-Sapanca yöresinde muhafazakâr eğilimin güçlü olduğunu vurgulamama bilmem gerek var mı?
Konu dönüp dolaşıp Almanya ve Hollanda krizlerine geliyor. Taksici konuyu tek tümce ile özetliyor: “Bu, kayıkçı kavgası, iki tarafın da amacı oy devşirmek.”
“Peki, bu kayıkçı kavgasında Erdoğan, amacına ulaşabilir mi diyorum.”
O, “Çok az oy kazanabilir AKP bu krizden, ama olan Almanya ve Hollanda’da çalışan vatandaşlarımıza olur.” diye yanıtlıyor beni.
“Sandıktan ne çıkar?”
“Eğer, hayırcılar pikniğe, tatile gitmezlerse kesin hayır çıkar.” diyerek yanıtlıyor sorumu.
AKP’nin uzun süre işbaşında kalmasının nedenini Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’ye bağlıyor. Gelecek seçimlerde Doğu Perinçek’e oy vereceğini söylüyor. Vatan Partili olduğumu söylüyorum. “Bak ağabey, Perinçek konuştuğu gibi biriyse on numara bir adam. Ondan başka seçenek yok!” diyor.
Taksi, sıkışık trafiğin zorluklarını aşarak hedefe ulaşıyor. Parayı veriyorum. Taksici: “Hayırlı günler beyefendi! Hayırda hayır vardır.” diyor.  Ben de “Hayırlı günler!” dileyip vedalaşıyorum.
İstanbul’da bir taksicinin düşüncelerini aktardım, yorum katmadan. Gün halkı dinleme günü. 16 Nisan’a çok var. Halkoylaması oluncaya kadar halkın değişik kesimleriyle konuşmalarımızı paylaşmaya çalışacağız köşemizde.
                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           15 Mart 2017

EVET Mİ, HAYIR MI 7?


28 Şubat 2017 Salı… Halkoylamasıyla ilgili yurttaşın nabzını tutmayı Bakırköy’de sürdürüyoruz. Bakırköy’de bir esnaf lokantası… Ara sokakta yer almakta… Bir yanı anacadde, diğer yanı pasaj girişi… Lokantada haftada bir gün karalahana pişiriliyor Doğu Karadeniz usulü… Ben, hangi gün olduğunu unutmuşum. Üstelik aç da değilim. Önünden geçerken karalahana varsa yiyeyim, dedim. Yokmuş… Çünkü Perşembe günü pişiriliyormuş karalahana.
Lokantaya selam verip giriyorum. Karalahana olmadığını işitince “hayırlı işler” dileyip tam çıkacaktım ki işyerinin sahibi Nazmi Bey’in “Hocam!” diyen sesini işittim. Durdum, sesin geldiği yana baktım. “Hocam, bir kahve içelim, öyle git!” dedi Nazmi Bey. Akşam saatlerinde Bakırköy’de hep acelem olur. Çünkü Bostancı’ya dönmek için deniz otobüsüne yetişmem gerek. Bu akşam acelem yok. Çünkü deniz ulaşımı sis nedeniyle yapılamıyor. Marmaray’la döneceğim. Ayak sürümem benim için iyi… Bu saatlerde Marmaray ve metro kalabalık olur. Binmek-inmek bir sorun… Nazmi Bey’in önerisi kabul edip oturuyorum.
Sade kahvelerimiz geliyor. Kahveler gelince lokantanın temizliğini yapan ve ortalığı toparlayan personel de işi bırakıp kimi ayakta, kimi de oturarak dinleme durumundalar. Saat: 17.00’yi biraz geçmiş ve Bakırköy gibi ticari canlılığı yüksek bir yerde lokanta, kapanmak üzere.
Konuyu, Nazmi Bey açtı. “Halkoylamasında ne olacağını” soruyor. Ben, onu yanıtlamayıp soruyorum: “Neden erkenden toparlanıyorsunuz, dükkânı erken kapatıyorsunuz.” diye. “İş yok!” yanıtını alıyorum.” Ardından “Öğlen saat 12.00 ile 14.30 arası bir yoğunluk olur. Ondan sonra işler kesilir. Müşterilerimizin yüzde doksanı çevrede çalışanlar… Gelgeç müşterimiz yüzde on bile yoktur.” sözleri dökülmekte ağzından. İşlerin gittikçe düştüğünden söz etti uzun uzun. Ekonomik krizin her şeyi etkilediğini, müşterilerin birçoğunun öğlen yemeklerinde yalnızca çorba içtiklerini, bir kısım müşterinin de “az yemek, az pilavla” işi geçiştirdiğini söyledi. Çalışanlar da onayladılar özünde emekçi, görünürde patronlarını…
Konu, Türkiye’nin borçlanmasına gitti. Yalnızca borçlanma ve inşaat sektörü ile bir ülkenin kalkınamayacağı vurgulandı. Dükkândan içeri bir başka esnaf girdi. Arka masalardan birine oturdu. O, ekonomi konusunu değiştirerek Barzani ziyaretine konuyu getirdi. Türk Bayrağı’nın yanına asılan Barzanistan bayrağı gündem olunca öfkeler kabardı Bunun skandal olduğunu ve kabul edilemeyeceği vurgulandı. Oradakiler, “Barzanistan bayrağı asma aymazlığının” halkoylamasında Kürtlerin oylarını almak için yapıldığı konusunda hemfikir oldular. Bu durumun bölücülüğe prim verdiği anlatıldı. Ne yazık bölücülüğün yüreklendirilmesinin devleti yönetenlerce yapılmasının acı olduğu ortada. Yurttaş, bu aymazlığı kabullenemiyor. Bu durumun “Hayır” oylarını artıracağını söylemekteler. AKP’ye oy veren ve neredeyse kırk yıldır tanıdığım aşçı bile bu rezil durumu savunamıyor. Ayağa kalkıp vedalaşırken elimi heyecanla sıkıp “Halkoylaması hayırlı olacak Hocam.” diyor.
Zaman hızla akıp gidiyor, çoktan hava kararıyor. Sahile doğru yürüyorum. Arkamdan bir ses: “Adil Hoca!” Dönüyorum sese doğru. Gündemi iyi izleyen bir esnaf arkadaş. Onun da gündemi, Barzanistan bayrağı. “Merhaba!” deyip elini sıkmadan söze giriyor: “CHP yöneticilerinin bayrak rezaletine neden sesi çıkmıyor? Yeri, göğü inletmeleri gerek. Bu konu, ele geçmez bir fırsat. Bayrak rezaleti halka doğru anlatılırsa hayır oyları yüzde yetmişi geçer. Böyle bir konu görmezden gelinir mi?” Bir hışımla sözünü bitiriyor. “Merak etme!” diyorum. “Bu konuyu vatanseverler geçiştirmez. Böyle bir ihaneti, Türk Milleti affetmez.” diye sürdürüyorum sözlerimi.
Ayaküstü söyleşimiz sürüyor. Ben: “halkoylamasında evet oyu vermenin İkinci İsrail’e evet demek olduğunu” söylüyorum. “Doğru…” diyor. AKP, Barzanistan bayrağını asarak ABD’ye, BOP’a göz kırpmakta.
Esnaf arkadaş günün özetini yapıyor: “AKP halkoylamasını kazanmak uğruna Türkiye’nin bölünmesine bile ses çıkarmaz.” diyor.
Evet, soru şudur: Öncelik ülkemizin çıkarları mıdır, yoksa kişisel çıkarlar mı? AKP yönetimi iktidarda kalmak uğruna Türkiye’yi feda ediyor.
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       1 Mart 2017


İKİ ADAMDAN DERS


23 Şubat 2017 Perşembe… Lodosla ılımış akşam, geceye doğru akmakta… Bir yandan Türk kahvesi içerken bir yandan da Ulusal Kanal’da Aydınlık Gazetesi Yazarı Rafet Ballı’nın, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’le söyleşisini izliyorum.

Eşim, balkon kapısına yakın koltukta internette bir şeyler araştırmakta. Kafası elindeki akıllı telefona gömülmüş durumda, gözleri ekranda, kahvesini bitirmiş. Hiç istifini bozmadan soruyor: “Doğu Bey, hangi kanalda?” Ben, “Ulusal Kanal’da…” diyorum. Şaşırıyor. “İnanmıyorum, Ulusal Kanal olamaz burası.” diye yanıtlıyor beni. Bana inanmadığından kafasını deve kuşu misali gömdüğü akıllı telefondan kaldırıp bakıyor. Gözlerine inanamıyor, yerinden kalkıp televizyonun önüne kadar geliyor. “Gerçekten Ulusal Kanal’mış!” diye mırıldanıyor şaşkınlıkla.

“Peki, soru soran gazeteci kim?” sorusunu yöneltiyor bana. “Rafet Ballı…” yanıtını veriyorum. Şaşkınlığı iyice artıyor. “Muhalif olsa böyle zor soruları sormaz. Helal olsun!”

Dün akşam, Doğu Perinçek-Rafet Ballı söyleşisini izleyen eşimin şaşkınlığını doğal karşılıyorum. Çünkü yıllardır böylesi bir söyleşi görmemiştik televizyonlarda. Siyasetçiler çıkar, karşısına bir iki yandaş gazeteci oturtulur ve çanak sorular sorularak izlence sürdürülür. Siyasetçi, ne söylemek istiyorsa onu söyler. Eleştirel soru sorulmaz. Bu arada bol bol da övgüler yapılır. Halkımız da bu tür gazetecilere “yağdanlık” adını verir.

Rafet Ballı, özgür bir gazeteci… Yazılarında büyük bir gözlem, düşünsel birikim ve emek var. Bu nedenle de köşesinde gerçekler yer alır. Donanımlı, birikimli olduğu için özgüveni tam... Sayın Perinçek’le yaptığı söyleşide arkadaşlık, yoldaşlık, içtenlik ve saygı var. “Dost acı söyler.” atasözüne uygun davranış söz konusu. Bu nedenle de soruların en zorlarını soruyor. Soruyor ki Doğu Bey, halkın beynini kemiren çelişkileri çözsün, kendisiyle ilgili yanlış anlamaları ortadan kaldırsın. Düşündüklerini en iyi biçimde anlatsın. Soruları sorarken karşısındakinin hoşuna gidip gitmeyeceğini düşünmüyor. Önemli olan konuları aydınlatmak. Söyleşide hatır gönül yok!

Doğu Bey’e gelince… Siyasal yaşamı boyunca en ağır eleştirilere uğrayan devrimci bir siyasetçi. Buna karşın hangi koşulda olursa olsun bir milim şaşmıyor düşüncelerinden ve inandığı doğruları anlatmaktan. Bu kararlığı, çoğu zaman hapisle cezalandırılıyor. Ballı’nın soruları karşısında, çoğu zaman mutlu oluyor. Ama kızdığı, soruya bozulduğu olmuyor. Özgüvenli ve halkına karşı sorumlu bir siyasetçi olarak her soruyu, açık yüreklilikle yanıtlıyor. Yüzünde hep mutluluk ifadesi var. Soruların altında kalmıyor; beyinsel ışığı, en karanlık soruları aydınlatıyor.

Keyifle başlayan söyleşi, keyifle bitiyor. Söyleşinin bitiminde Doğu Bey’i sürekli eleştiren birkaç arkadaşım arıyor. Ballı-Perinçek söyleşilerinin düzenli olarak sürdürülmesi dileklerini iletiyorlar. Böyle bir söyleşiye, Doğu Bey’in dışında hiçbir siyasetçinin cesaret edemeyeceğini söylüyorlar.

Dün akşamki söyleşide; Doğu Perinçek cesareti, kararlılığı, özgüveni, aydın kimliği, halkına karşı açık görüşlülüğü ile ders veriyor siyasetçilere.

Rafet Ballı ise “Gazeteci nasıl olmalı?” sorusunun yanıtını işliyor belleklere. Hem Ballı hem de Perinçek, adeta ders verdi beyazcamdan. İletişim fakülteleri alsınlar bu söyleşiyi, derslerde öğrencilerine döne döne izletsinler. İzletsinler ki adam gibi gazetecinin nasıl olacağını öğrensin gençler. İzletsinler ki adam gibi bir siyasetçinin hangi özelliklere sahip olması gerektiği herkesçe bilinsin.

Bütün mesele adam olmakta. Herkesin dilinden düşürmediği sözcükler “demokrasi ve özgürlük” … Beyinler özgürleşmeli öncelikle. Demokrasinin olması için de özgür beyinlere ivedilikle gereksinim var. Dün akşamki söyleşide “Demokrat lider nasıl olur?” sorusunun da yanıtı var. Dileyelim ki basınımızda Rafet Ballı’lar, siyasette Doğu Perinçek’ler çoğalsın. Çoğalsın ki memleketimiz sığ düşünceli düşünsel korkaklardan arınsın.

                                                              Adil Hacıömeroğlu

                                                              24 Şubat 2017

 

EVET Mİ, HAYIR MI 6?


22 Şubat 2017 Çarşamba günü… Bakırköy-Yenikapı-Bostancı seferini yapan deniz otobüsündeyiz. Bakırköy’de esnaflık yapan ve Anadolu yakasında oturan esnaflar. Haftanın yedi günü iki kıta arasında gidip geliyorlar bıkıp usanmadan.
Karşılaştığım esnafların hepsini tanıyorum. Kimini Bakırköy’den, kimini ise deniz otobüsü yolculuğundan. Yolcu bekleme salonuna erken gelince karşılaşıyoruz. Selamlaşma, hal hatır sormadan sonra içlerinden biri konuya giriyor. “Hocam, halkoylamasında ne olur?” diye soruyor.
Esnaf arkadaşın sorusuna yanıt vermek yerine soru soruyorum ona: “İşler nasıl?” “Sorma…” diye yanıtlıyor beni. Siftahsız günlerimiz oluyor. Birçok esnaf arkadaş kirayı bile çıkaramıyor.” diyor üzüntülü ve kaygılı bir sesle. “Neden?” diye ekliyorum. Hepsi birden: “Neden olacak… Ekonomik kriz çok büyük... Piyasa allak bullak…”
Ben, susarak meraklı gözlerle sırayla gözlerini tarıyorum. İçlerinden biri: “Yalnızca inşaatla olur mu? Ülke kalkınır mı böyle? Üretim olacak, üretim. İnşaat piyasası da şişti kaldı. Satan çok, alan yok!” diyerek durumu özetledi.
Yolculuk sırasında konuştuğum esnaf arkadaşların çoğunluğu muhafazakâr demokrat olarak nitelemekte kendilerini. Gündemi iyi izlemekteler. Yorumları gerçekçi…
Bana soru soran ilk kişiye dönüyorum: “Sizce halkoylamasında ne çıkar?” diye soruyorum. Onun bana sorduğu soruyu ona yöneltiyorum. O, gülerek “Hayır çıkar.” diyerek kestirip atıyor. Diğerleri de onu onaylıyorlar tereddüt etmeden. İçlerinden biri: “Bak Hoca’m, çarşılar yanarken kepenkler kapanırken, iflaslar artarken esnaf ‘evet’ oyu vermez.” diyerek ortaya atılıyor.
Söyleşimiz ekonomiden çıkıp başkanlığın siyasal boyutuna geliyor. Onlar konuşuyor, ben dinliyorum. Başkanlığın ABD dayatması olduğundan söz ediyor birisi. Diğeri, başkanlığın toplumu huzursuz edeceğini anlatıyor. Bir diğeri ise TBMM’nin denetim yetkisinin ortadan kalkmasına epey içerlemiş durumda
.Ben söze giriyorum. Erdoğan’ın 1993’te başkanlıkla ilgili söylediği sözü anımsatıyorum: “Başkanlık sisteminin ortaya çıkışı, bir özentinin ya da ABD emperyalizminin bize bir tavsiyesi. Bunun oluşması için siyasetle serbest piyasanın oluşması lazım.” Neredeyse hepsi birden: “Yapma be Hoca’m! Doğru mu bu?” diye sordular. “Evet, doğru…” karşılığını verdim.
            Tayyip Erdoğan’ın, 15 Temmuz darbesi gecesi cep telefonuyla bir özel televizyon kanalına bağlandığında yaptığı konuşmadan bir örnek veriyorum. “Bu ülke, demokratik parlamenter sisteme inanmış bir ülkedir.” sözünü söyleyip susuyorum.
            Esnaflardan en genç olanı: “Bu kadar da olmaz abi!” diyerek söyleniyor. Ardından: “Sıkıştığı zaman TBMM; paçayı kurtarınca da başkanlık diyor.” sözlerini söylüyor öfkeyle. Camdan denizi izleyen arkadaş, “Sen inanırsan, o her şeyi söyler.” diyerek susuyor.
            Başkanlık sistemi konusunda söylenecekler bitti. Konu, kentsel dönüşüme geldi. Bu konuda öfkeler kabardı. Hepimiz olanın “kentsel dönüşüm değil, rantsal dönüşüm olduğu” düşüncesinde birleştik.
            Güneş çoktan battı. Bakırköy’den ayrılalı elli dakika geçti ve Bostancı İskelesi’ndeyiz. Esnaflardan ikisi “İyi akşamlar!” dileyip ayrıldı. Üçüyle birlikte birazcık yürüyüp ayaküstü konuşmamızı sürdürdük. Bu arada telefonlar çalmaya başladı. Arayanlar eşlerimiz... Tabi, siparişler var. Marketler kapanmadan yetişmeliyiz. Vedalaşarak ayrıldık.
            Erdoğan’ın Bursa, Aydın, Balıkesir mitinglerini neden iptal ettiğini, bir akşamüstü yaptığımız deniz otobüsü yolculuğundan anlamış bulunuyoruz. Peki, siz anladınız mı mitinglerin neden iptal edildiğini?
                                                                                  Adil Hacıömeroğlu
                                                                                  23 Şubat 2017



EVET Mİ, HAYIR MI 5?


Gerek Erdoğan gerek Binali Yıldırım gerekse AKP’ye yandaş kimi devlet görevlileri ikide bir “hayırcıların teröristlerle işbirliği yaptığını” söylemekteler. PKK’nın da anayasa değişikliğine “hayır” dediğini özellikle öne çıkarmaktalar. Çünkü bugüne kadar iktidar partisi sözcüleri, anayasa değişikliğinin içeriğini halka anlatamıyorlar. Anlatamayınca da başkanlık rejimine “hayır” oyu verecekleri terör örgütleriyle yan yana gösterme gayreti içindeler. Oysa yıllardır teröre, darbeye karşı çıkanlar başkanlık rejimine “hayır” demekteler.
PKK ve terör örgütü demişken 2013 Haziran’ına gidelim. Haziran direnişi çığ gibi büyürken ve AKP köşeye sıkışmışken direnişi kıran PKK oldu. PKK, Haziran direnişini kim adına kırdı? AKP adına… Bunu nereden öğreniyoruz? İmralı tutanaklarından… Öcalan bu tutanaklarda belirtildiği üzere Tayyip Erdoğan’ı kendisinin kurtardığını söylemekte.
Nasıl mı?
Haziran direnişinden “Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sloganları yeri, göğü kaplarken ve Atatürk posterleriyle Tük bayrakları ellerde yükselirken PKK yandaşları Apo resimleri, bölücü örgüt paçavralarıyla Taksim’e geldiler. Bu durum açık bir kışkırtmaydı. Bu kışkırtmaya AKP hükümeti de göz yummuştu. Bu oyunu gören yurtseverler, bir çatışmaya meydan vermemek için yavaşça geri çekildiler. Böylece açılım nedeniyle kol kola olan AKP-PKK işbirliğiyle haziran direnişi kırıldı. Çünkü Apo posterinin yanında Türk bayrağının olmayacağını herkes bilir.
Bugün PKK’yı, anayasa oylamasında “hayır”cı gibi göstermekte Haziran Direnişi’nde uygulanan taktiğin aynısıdır. Hiçbir savunması olmayan AKP, kurtuluşunu PKK’ya bağlamakta. Terör örgütünün “hayır cephesini” bozmasından medet ummakta. Çünkü herkes şunu iyi bilemektedir ki PKK kimin yanında ise o kaybeder.
PKK’nın “hayır” demesi bile başkanlık rejiminin halkoyundan geçmesi için RTE’ye hizmettir, AKP ile işbirliğidir. PKK halkoylamasında ne derse desin… Artık Kürt kökenli yurttaşlarımızı etkileme gücünü yitirmiştir. Türkiye’nin birliğinden yana tavır koymuş, PKK’ya destek vermeyen Kürtlerin Başkanlık rejimine “hayır” diyeceğinden eminiz. Çünkü onların tek güvencesi Cumhuriyet’tir ve Cumhuriyet’i korumak için de ellerinden geleni yapacaklardır.
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           19 Şubat 2017


EVET Mİ, HAYIR MI 4?


12 Şubat 2017 Pazar günü Ümraniye’nin bir mahallesindeyim. Kahveye girip selam vererek bir masaya oturdum. Bir çay söyledim. Gazetemi çıkarıp okumaya başladım. Yan masada dört kişi sohbetteler. Masadakilerden biri, gazetemdeki başlığa cevaben “Biz evetçiyiz abi!” diyerek bana laf atıyor. Aslında bu laf atma değil, benimle söyleşmek istemenin içtenlikli bir iletisi.
Gazetemi yavaşça indiriyorum masaya doğru. Uzatılan ele sımsıkı sarılıyorum. “Neden evetçisin?” diye sordum. Sorumu sorarken ayağa kalkıp masalarına yanaştım. “Oturabilir miyim?” dedim. Dördü birden ayağa kalktı ve hep bir ağızdan “Buyur abi!” diyerek masada yer açtılar. Hepsiyle tokalaşıp adımı söyledim. Oturdum masaya. Dördü de çok mutlu… Nereli olduklarını sordum. Üçü Karslı, biri Erzincanlı. Dördü de asgari ücretle çalışıyor.
Hoşbeşten sonra ilk sorumu yineledim. “Evetçiyim,” diyerek bana laf atan otuz yaşlarındaki genç adam, “Ak Parti bizim partimiz.” dedi. “Neden?” diye sordum. Durdu, düşündü: “Bizimle konuşanlar, ayağımıza gelenler onlar.” dedi ve ekledi: “Diğer parti liderlerine güvenmiyoruz.”
Karşımdaki dört güzel insana: “AKP, on beş yıldır iktidarda, iktidarları döneminde bir tek fabrika açtı mı?” diye sordum. Kars-Sarıkamışlı olan hemen yanıtladı beni: “Ne fabrikası ağabey, olanları da kapattı. Memleketimizde et kombinası vardı, şimdi yok!” Erzincanlı olan şeker fabrikalarının Türkiye’de kapatılmasının zararlarına değindi. Baştan beri dinlemeyi yeğleyen Karslı genç: “Şeker fabrikası demek, küspe demek, küspe de hayvan…”
Karslı olan üçüncü genç adam: “Ama köprüler, yollar yapıldı.” diyerek AKP’yi savundu. Arkadaşları onu hep bir ağızdan yanıtladılar. “Yavuz Selim Köprüsünden geçiş altmış lira, bizim günlüğümüz elli lira nasıl geçelim oradan?” Bir diğeri, arkadaşına sordu: “Sen kaç yıldır memlekete gitmedin?” AKP’nin yollarını savunan: “On yıl var.” dedi ve gözleri buğulandı. Arkadaşı, ona: “Neden?” diye sordu. Masada sessizlik oldu. Sorunun yanıtını, soruyu soran verdi. “Parasızlıktan gidemiyoruz. Bende iki çocuk var, bir de hanım… Yol, dünyanın parası gidiş geliş… Bir de elin boş gidemezsin. Nasıl gidelim ağabey? Aldığımız asgari ücret…” dedi ve gözlerini uzaklara dikti. O sırada kahvede simitçinin sesi işitildi. Kalktım, beş simit aldım. Hemen ardından garson çayları yetiştirdi. Birazcık konu dağıldı, kısa bir mutluluk oldu.
Simit ve çaylar bitti. İçlerinden biri: “Bizim patron, maaşa yüz lira zam yapacak, bin dereden su getiriyor. Yılın iki ayı geçti. Patron ‘Dolar artarsa zam yapamam.’ diyor.” Sözleriyle durumu özetledi.
Bir diğeri, Tepeüstü’nde bir gecekondunun bodrumunda altı yüz lira kira ile oturduğunu ve ev rutubetli olduğundan iki çocuğunun sürekli hasta olduğunu, bu nedenle de güneş gören bir eve taşınmak istediğini; ama bu sefer kiranın bin liraya yükseldiğini anlattı uzun uzun. “Söyle ağabey, asgari ücretle bin lira kirayı nasıl vereyim?”
Uzun uzun ekonomiyi konuştular, ben de dinledim. Ara sıra kısa sorular sordum onlara. Derken, söz halkoylamasına geldi. Oylarının rengini sordum. “Evet!” dediler. Ben “Neden?” diye sordum. Onlar: “Hayır verirsek oyumuz Kılıçdaroğlu’na gider.” diye karşılık verdi. Ben: “Evet verirseniz oyunuz Erdoğan’a gitmeyeceği gibi, hayır verirseniz de oyunuz Kılıçdaroğlu’na gitmez. Siz, Türkiye’yi milletin yönetmesinden mi, yoksa bir kişinin yönetmesinden yana mısınız?” diye sordum. Hepsi “Milletin!” dedi bir ağızdan. “İşte, ‘Hayır’ oyu verirseniz oyunuz millete gider, Millet de hepimiziz.” diyerek konuyu aydınlattım. Sonra “Peki, sizin fabrikalarınızı kapatan bir iktidara destek vermeniz doğru mu?” sorusunu sorarak sözlerimi tamamladım.
Üçü “Hayır" oyu vereceğini söyledi. Hem de en sevdikleri üstüne yemin ederek. Karslı gençlerden biri, sessiz kaldı.
Garsonu çağırdım, onların itirazlarına karşın çay paralarını ödedim. Zaman çok hızlı geçmişti. Kendilerinden izin istedim. Kalktım masadan. İçtenlikle tokalaşıp vedalaştık. İçlerinden biri: “Hakkını helal et ağabey!” dedi. “Helal olsun! Siz de helal edin!” sözleri döküldü dudaklarımdan sevinçle. “Ağabey ne hakkımız olacak ki, varsa da helal olsun!” diyerek yanıtladılar beni.
Kahveden isteksiz adımlarla çıktım. Soğuğa karşın yürüdüm biraz. Ellerim cebimde, kafamda bin bir düşünce… Soğuk bıçak gibi kesmekte yüzümü. Olsun, kessin ne önemi var? Mutluyum ya…
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       15 Şubat 2017
                                                                                             







EVET Mİ, HAYIR MI 3?


Halkoylamasıyla ilgili izlenimlerimizin en önemli bölümünü MHP’lilerle konuşmalarımız kapsamakta. MHP tabanı, halkoylamasının anahtarı.
MHP, tarihinde ilk kez tavanla taban arsındaki kopmayla bir siyasal mücadelenin içinde. Tepedekiler farklı bir yöne, tabandakiler ise ters yönde bir halkoylaması kampanyasındalar. Şimdiye dek örgütsel disipliniyle dikkat çeken MHP’de, halkoylamasıyla baş ve gövde birbirinden hızla kopmakta. Başkanlık sistemiyle ilgili anayasa değişikliği, MHP yönetimine karşı tabanın isyanının fitilini ateşledi. Bu nedenle halkoylamasında MHP’li ezici çoğunluğun kararı büyük önem taşımakta.
Halkoylaması kararının verilmesinden sonra en çok konuştuğum siyasal parti tabanı, MHP’liler. Ülkücüler, milli reflekslerine uygun olarak liderlerinin AKP ile yan yana yürümesine karşın başkanlık rejimine “Hayır!” demekteler. Hem de ilk günden itibaren… Yine ülkücüler, ilk günden itibaren “Hayır” oylarının artması için halk içinde birebir çalışma yapmaktalar.
Ülkücü taban, başkanlık rejiminin ulusal bütünlüğümüze zarar vereceğinin farkında. TBMM’nin etkisizleştirilmesinin demokrasi oyununda halkı dışlayacağını görmekteler. Ayrıca Meclis’in yetkisiz duruma getirilmesinin Cumhuriyet’in kurucu değerlerden uzaklaşmak olduğunu çok iyi bilmekteler. Başkanlık rejiminin öteden beri bir ABD dayatması olduğunu da yüksek sesle söylemekteler.
Ülkücülere, “MHP tabanının yüzde kaçının halkoylamasında ‘Hayır’ oyu vereceğini sordum sıkça. Yanıtlar, hep aynı: Yüzde doksanı geçer. MHP’deki dört muhalif liderin araziye çıkması, ülkücü tabanın “Hayır” kararını vermesinden sonradır. Ülkücüler, Bahçeli ile köprüleri çoktan attılar. Bundan sonra Bahçeli’nin ülkücü tabana söz geçirmesi olanaksız. Zaten bu durumu Bahçeli de görmekte. Gördüğü için de AKP’nin ipine daha çok sarılmakta.
MHP yönetimi, “Hayır” oyu vereceğini söyleyen muhalif milletvekillerini kesin ihraç talebiyle disiplin kuruluna sevk etti. Bu durum muhaliflerin sesini kesmez. Tersine sesler daha yüksek perdeden bağrışmaya yol açar. Disipline sevk edilen milletvekilleri arasında Atilla Kaya’nın olmaması ilginç. Çünkü Sayın Kaya’nın ülkücüler üzerindeki etkisi çok büyük. Bahçeli bunun farkında. Bu nedenle halkoylaması öncesi parti içinde kopmakta olan büyük fırtınayı engellemeye çalışmaktalar.
MHP tabanının, halkoylamasında girdiği yoldan dönmesi olanaksız. Canhıraş çalışmaktalar “Hayır” oylarını artırmak için. Sosyal medyada çok etkililer. Televizyonlarda pek yoklar. Kahvelerde, hemşeri derneklerinde, işyerlerinde, sokaklarda, ev gezmelerinde etkinler. “Hayır” kampanyasını çoktan başlattılar.
Kararsız muhafazakâr seçmenler, halkoylamasının belirleyicisi olacak. Bu nedenle o mahallenin sakinleri olan ülkücülerin çalışmaları çok önemli. Kararsız muhafazakârların “Hayır” oyuna yöneltilmelerinin anahtarı, büyük bir oranda ülkücülerin elinde. Böylece de halkoylamasının belirleyicisi konumunda MHP tabanı. AKP yönetimine şu atasözünü anımsatmakta yarar var: El atına binen tez iner.
                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           14 Şubat 2017

EVET Mİ, HAYIR MI 2?

                                               
Halkoylaması izlenimlerimizi anlatmayı sürdürelim.
CHP’li ilçe başkanları, bir belediye başkanı, eski milletvekilleri, il ve ilçe yöneticileri, belediye meclis üyeleri, kanaat önderi kabul edilen partililerle, çok sayıda üyeyle konuştum. Uzun zamandır CHP’lileri bu kadar inançlı ve kararlı görmedim, herkes kazanmaya odaklanmış. Önceki seçimlerde ikinciliği garanti etmenin rehaveti vardı büyük çoğunlukta. Halkoylamalarında ise yasak savma… Seçim çalışmaları öncesinde CHP yönetici ve üyelerini kazanmaya odaklanmış olarak görmek olanaksızdı. Şimdi ise kazanmaya koşullanmış yürekler var.
Kişi kazanmaya odaklanınca enerjisi artıyor, çevresine de moral aşılıyor. Genelde suçlayıcı dil kullanılmıyor gibi… Birleştirici davranışlar ön planda. Parti kimliği ikinci planda. Öne çıkan vurgu: Türkiye’nin birliği…
CHP, HDP ile yan yana görünmemek için özel çaba harcamakta. Epey deneyimden sonra HDP/PKK ile birlikte görüntü vermenin kaybettirdiğini anlamış durumdalar. Bu nedenle HDP ile örgütsel planda görünür ilişki yok halkoylaması sürecinde. Tabanda bazı istisnalar var. Ancak bu istisnalar, belirleyici değil.
CHP yöneticilerinde, başkanlık rejimine “Hayır” diyen herkesle dayanışma eğilimi güçlü. AKP ve MHP tabanını ikna etmeye yönelik çalışmalar var. Kavga ederek, karşısındakini kışkırtarak, küçümseyerek halkoylamasının kazanılmayacağının farkındalar. Sorumluluk duygusu egemen olmaya başlamış birçok yönetici ve üyeye. Hatta bazı üst yöneticilerin mümkünse daha az konuşması istenmekte, gaf yapmamaları açısından.
Henüz sahaya inilmedi. Propaganda çalışmaları, ısınma hareketleri düzeyinde. Özellikle iktidar partisinin sahaya inmesi, olumlu ya da olumsuz yönde birçok şeyi değiştirebilir. AKP sözcüleri, CHP’yi bugüne kadar olduğu gibi kışkırtma yolunu seçebilir. Bu kışkırtma oyununa kapılan CHP sözcüleri, AKP’lilerle söz atışması yoluna gidebilir. Bu da AKP’nin tabanındaki hayırcıların bir bölümünü caydırabilir. Böyle bir olumsuzluğun olma olasılığı az olsa dahi, bu durum CHP tabanında kaygı yaratmakta.
Binali Yıldırım’ın CHP’yi terör örgütleriyle ittifak halinde göstermek istemesi, AKP’nin halkoylaması propagandasının omurgasının oturacağı yer konusunda ipuçları vermekte. Ancak Yıldırım’ın bu açıklaması, ters tepti diyebiliriz. Özellikle AKP tabanındaki kararsızların az da olsa bir bölümünü “hayır” oyu vermeye yöneltti. CHP yöneticileri sağduyulu oldukça ve Türkiye’nin birleşmesi konusunda kararlılık gösterdikçe AKP propagandaları bir işe yaramayacaktır.
CHP’nin olumlu ya da olumsuz tavır, söylem ve taktikleri halkoylamasında belirleyici rol oynayacaktır. Bu nedenle duygusallığın değil, aklın egemen olduğu bir kampanya dönemi olmalı.
Anayasa değişikliği parti, kişi konusu değil; vatan konusudur. Vatan yoksa partiler de yok!
                                                                       Adil Hacıömeroğlu
                                                                       10 Şubat 2017


EVET Mİ, HAYIR MI 1?

                                               
Yazılarımı yazmadan önce halkın değişik kesimleriyle düşünce alışverişinde bulunurum. Onların olaylarla ilgili çarpıcı saptamaları, kestirme yoldan analizleri, sağduyuları, öngörüleri, düşünsel bakışları benim yazılarımın çerçevesini çizer.
Toplumsal sıkıntıları halk yaşar. Sıkıntının getirdiği sonuçlara halk katlanır. En zor koşullarda yaşama tutunan halktır. Bu nedenle halkın düşüncelerini önemseyip dikkate almak her aydının sorumluluğu olmalı.
On gündür toplumun değişik kesimleriyle konuştum. Türkiye’nin farklı illerinden, ilçelerinden, köylerinden kişilerle telefonla görüştüm. Öncelikle halk oylamasında eğilimi ve ülkemizin öncelikli sorunlarını belirlemeye çalıştım.
Vatan Partisi Genel Başkan Yardımcısı Sayın Yaşar Okuyan’ı hastanedeki son gününde ziyarete giderken bir özel üniversitenin kız öğrencileriyle tanışıp konuştum. Benim siyasal eğilimimi bilmeyen bir grup. Kısa bir tanışmadan sonra sözü uzatmadan soruyorum: “Halkoylamasında ne yapacağız? diye… İçlerinden en konuşkan ve ufak tefek olan: “Hayır oyu kullanacağım.” diyerek yanıtlıyor beni. Ardından ekliyor: “Ben ve ailem Tayyipçiyiz.”  Diğer kızlar da onaylıyor arkadaşlarını. Tayyip Erdoğan’ı sevmelerine karşın neden hayır oyu vereceklerini sordum. “Erdoğan’ın bin yıl yaşayacak durumu yok ya… “dediler. “Ya ondan sonra yanlış biri seçilirse…” diyerek sürdürdüler konuşmayı.
Bir gün sonra genellikle taşeron işçilerin bulunduğu bir mahalle kahvesindeyiz. Bir masada hararetli bir tartışma var. Selam verip oturuyoruz masalarına. Tartışmanın konusu, halkoylaması. Ekonomi, tartışmaya yön vermekte. Asgari ücretle çalıştıklarından hepsi burunlarından solumakta. Masada sekiz kişi var. Biz gelince on kişi oluyoruz. Sekiz kişinin altısı başkanlık sistemine “Hayır!” diyeceklerini söylemekteler. İki kişi, evetçi. Sekiz kişinin altısı, 1 Kasım seçimlerinde AKP’ye oy vermişler. Çoğunluk “Bir kişinin tek başına yönetimi olmaz.” diyor. İçlerinden bazıları, RTE’den sonra evlatlarının başa geçeceğini savunmaktalar. Tartışmanın odağında Erdoğan var. Öfke de ona yöneliyor. Ben, uzun süre dinlemekle yetiniyorum. Tartışmanın sonuna doğru birkaç tümceyle katılıyorum onlara. Halkı dinlemekte yarar var bugünlerde…
İstanbul’un hem Anadolu hem de Avrupa yakalarında birçok ilçede, farklı meslek grupları, farklı sosyal katmanlardan kişilerle konuştuk halkoylamasını. Konuştuğum kişilerin çoğunluğu, anayasa değişikliğinin zamansızlığı konusunda hemfikir. Bu görüşü savunanlar arasında halkoylamasında “Evet!” diyeceğini söyleyenler de var az da olsa.
AKP’liler, “Evet”i biraz utangaç savunmaktalar. En büyük savunuları, Erdoğan sevgisi… İçtenlikle tartıştığınızda ekonomi, terör, dış politika, FETÖ konusunda RTE’nin hata yaptığını söylemekteler. AKP’li birçok kişinin söylediği şey: “Erdoğan olmasa kim olacak?” Kılıçdaroğlu ve Bahçeli iktidar seçeneği sayılmıyor seçmenlerin çoğunluğu tarafından.
1 Kasım 2015 genel seçimlerinde AKP’ye oy vermiş birçok kişi hayırcı. AKP tabanı ekonomik krizi duyumsuyor iliklerine dek. Hem AKP’yi hem de RTE’yi tartışıyorlar. RTE’nin seçmenle arasındaki büyü bozulmuş durumda. Ekonomi, terör, Suriye konularında Erdoğan’ı hatalı bulan AKP’liler azımsanmayacak sayıda. Daha önce RTE’ye toz kondurmayanlar, şimdi derin eleştirilerde bulunmaktalar. Özellikle eğitimli genç AKP’li seçmen sorguluyor birçok şeyi. Kitap ve gazete okuma alışkanlıkları çok olmasa da internetten izlemekteler gelişmeleri. Başkanlığı savunanların da savunmayanların da görüşlerini okumaktalar.
Hangi partiden olursa olsun konuştuğum yurttaşların neredeyse hepsi, halkoylamasının Türkiye açısından önemli bir dönüm noktası olacağının farkındalar. Bu nedenle kararsız seçmenlerin çoğunluğu, önceki seçimlerde AKP’ye oy verenler… Özellikle 2002 öncesinde CHP/SHP-DSP ve Merkez sağ partilere (ANAP, DYP) oy veren AKP seçmenleri, yavaş yavaş partilerinden uzaklaşmaktalar. Özellikle Karadeniz ve Orta Anadolu kökenli seçmende AKP’den kısmen de olsa kopmalar var. Nereye doğru mu? Adres, şu an için belli değil. Siyasetteki gergin, kutuplaştırıcı ortam, onları rahatsız etmekte. Herkes ülkemizin içinde bulunduğu zor koşulların farkında.
En dertli olan kesim, esnaf… “Siftah yapmadan kepenk kapattım.” diyenler çok. Bu nedenle “Hayırcıların” esnaf üzerinde yoğunlaşması gerek. AKP’yi iktidara taşıyan en önemli kesim esnaflar. Ayrıca çevrelerini etkilemede becerikliler.
On beşi aşkın ilde yaşayan arkadaşlarımla konuştum. Gözlemleri benimkilerle örtüşmekte. Ekonominin haneleri yaktığını çok açık. Terör konusu, halkın önemli gündemi. Türkiye’nin iç ve dış güvenlik sorunları yurttaşlarca tartışılmakta. AKP’nin dış politikada yaptığı hatalar konuşulmakta yüksek sesle. RTE’nin başta FETÖ konusunda olmak üzere “Kandırıldık!” demesi, anımsatılınca en ateşli AKP savunucuları bile susmakta.
AKP, on beş yıldır ilk kez tabanı tarafından yüksek sesle tartışılmakta. Dinsel hamasetle halkın gözünü boyama devrinin sonu geliyor galiba. Özellikle ekonomik krizi derinden duyumsayan kesimler çok öfkeli. 2001 ekonomik kriziyle iktidara gelen AKP, yeni bir ekonomik krizle kan kaybetmekte. Macun tüpten çıkmaya başladı. Geri dönüşü olanaksız. Süreci hızlandıracak yeni siyasal gelişmelere de gebe Türkiye…
                                                           Adil Hacıömeroğlu
                                                           8 Şubat 2017