29
Mart 2017 günü Pendik’teydim. Yaklaşık otuz yıldır görmediğim eski bir
arkadaşımın ziyaretine gittim. Arkadaşımın taksi durağı var orada. Taksi
durağının çalışanları, sürücüler. İçtenlikli bir ortam... Herkes ekmeğinin peşinde…
Yemek,
çay derken ister istemez söyleşi, siyasete kayıyor. Siyaset denince de gündem:
halkoylaması… Durakta dönüşümlü olarak on beşe yakın kişiyle konuştuk.
Dönüşümlü dememin nedeni şu… Müşterisi çıkan taksici ayrılıyor aramızdan.
Müşteri beklemeye gelen ise katılıyor aramıza.
Birkaç
kişinin dışında herkes evetçi… Hem de çok hararetli savunmaktalar başkanlık
sistemini… Aslında başkanlık sistemini savunmuyorlar, savundukları Erdoğan.
Halkoyuna sunulan anayasa değişikliğinin içeriğiyle ilgili fazla bilgileri yok.
Televizyonlardan dinledikleri yarım yamalak bilgilerle savunmaktalar
görüşlerini. Savunurken de daldan dala atlamaktalar. Bir konunun üzerinde
tartışma huyları yok! Bir konuya girdiklerinde özellikle CHP ve Cumhuriyet
aleyhinde ne işitmişlerse hepsini bir çırpıda söyleme eğilimindeler. Okuma,
araştırma, yorumlama alışkanlıkları olmadığından lider diye benimsedikleri
kişilerin söyledikleri onlar için kutsal metinler gibi…”Lozan, on iki ada, iç
isyanların bastırılması, istiklal mahkemeleri, darbeler, Misak-ı Milli…” aklınıza
ne gelirse her şey tartışma konusu oldu.
Zor
olsa da bir konu üzerinde odaklanarak tartışmayı sağladık saatler sonra.
Halkoylamasında “evet” oyu verecek olmalarındaki ana neden Erdoğan’ı ABD ve
AB’yi dize getirdiğini düşünmeleri. RTE’nin “Ey Hollanda, Ey Almanya…” diye başlayan söylevleri onları etkilemekte.
Almanya, Hollanda krizleri evet oylarını artırmışa benziyor. RTE’nin bu
ülkelerle olan gerilimi bilerek tırmandırmasının nedeni de bu durumu
görmesidir.
Konuşmalarımız
sırasında RTE’nin, Fırat kalkanı ve PKK’ya karşı verdiği hendek savaşının
ABD’ye karşı bir tavır olduğunu, desteklenmesi gerektiğini söyledik. Ancak
RTE’nin sağlam bir duruşunun olmadığını Atlantik ile Avrasya arasında sürekli
yalpaladığını vurguladık. Düzeysiz konuşmalarıyla Türkiye’yi dünyadan tecrit
ettiğini belirttik.
Başkanlıkla
ilgili halkoylamasının Türkiye’yi “evetçi” ve “hayırcı” olarak böldüğünü dile
getirdik. Oysa bugünlerde en çok birliğe gereksinimimiz var. Emperyalizmin
ülkemize ve bölgemize yönelik saldırıları ancak birlik halinde püskürtülür.
Cumhurbaşkanı da milletin birliğini temsil eder en üst noktada. Ama birliği
temsil etmesi gereken cumhurbaşkanının, milleti “evetçi” ve “hayırcı” olarak
bölmesi yakışık alır mı?
Ziyaretim
altı saati aşmıştı. Bir de baktık ki hava çoktan karardı. Saat yirmi olmuş.
İzin isteyip kalktım. Vedalaşmamız içtenlikliydi. Yeniden çağırdılar beni. Ardımda
birçok soru işaretini bıraktığımın farkındaydım.
Pendik’ten
Bostancı’ya dönüşüm epey zaman aldı. Akşam saatleri… Cadde ve sokaklarda in cin
top oynamakta. Minibüs müşterisi yok. Bindiğim minibüs neredeyse her sokağın
başında durup yolcuların yolunu gözlemekte. Ama ne yazık ki yolcu bulamıyor.
Tabi, bu arada minibüsçü ile sohbetimiz ilerliyor. Genç sürücüye: “Yolcu niye
yok?” diyorum.”
O:
“Kriz var abi…” diye mırıldanıyor.
Ben:
“Devleti yönetenler ‘Kriz yok!” diyorlar.”
O:
“Onlara kriz yok, kriz bize.”
Ben:
“Halkoylamasında evet mi, hayır mı diyelim?” diye sordum.
O:
“Ben oy kullanmayacağım abi. Bugüne kadar hiç oy vermedim.” dedi.
Ben:
“Neden?” dedim.
O:
“Oy versem de bir şey değişmez.” diyerek yanıtlıyor beni.
Ben,
bir oyun neleri değiştirebileceğini uzun uzun anlattım. Sonunda oy vermeye
gideceğini söyledi. Gözleri parladı. Kendisinin vereceği oyun gücüne inanmanın
özgüvenini duyumsadım duruşunda.
Bostancı’ya
gelmiştik. İneceğimi söyledim. Biraz buruldu sanki… “Hayırlı işler!” diledim.
O
da: “Sağol abi, hayırlı olacak inşallah!” diyerek gülümsedi.
İndim
minibüsten el salladım ona. Mutlulukla yanıtladı beni. Ben de neşeyle evin
yolunu tuttum. Eve gelip birkaç lokma bir şeyler yedikten sonra bilgisayarımı
açtım. Facebook’ta birçok arkadaşlık isteği var olduğunu gördüm. Bunlardan üçü
taksici arkadaşlardan… Memnuniyetle onayladım arkadaşlık isteklerini. Erinç
içinde uyuyabilirdim artık. Ben de öyle yaptım.
Adil
Hacıömeroğlu
3
Nisan 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder