5 Ekim Cuma günü Bakırköy’den Bostancı’ya gitmek için
deniz otobüsü iskelesine geldim. 19.30 seferine yetişmek için Ataköy’den
taksiyle gelmiştim iskeleye. Geldiğimde saat 19.13’tü. Duyurular yapılmakta
sürekli. “19.30’da kalkacak deniz otobüsümüz dolduğundan beklemekte olan
yolcularımız 20.30’da kalkacak olan deniz otobüsümüze binebilirler.” diye.
Bekleme
yeri hınca hınç dolu. Neredeyse ayak basacak yer yok. İkinci sefere bir saat on
yedi dakika var. Bekleyenlerin kimi işten çıkmış, acelesi var evine yetişmek
için. Kimilerini Kadıköy ve Bostancı’da bekleyenler var. Kiminin ise zamanında
yetişmesi gereken işi var.
Kimi
aç, kimi yorgun; oradaki görevlilere derdini anlatmak istiyor. Ne çare!
Yetkisiz yetkiler var karşımızda. Hiçbir şeyden haberleri olmayan zavallılar… “Ek
sefer koyun.” diyoruz. “Olmaz! Altı tane deniz otobüsümüz bozuk.” Diyorlar.
Böylesi bir gerekçe insanların kanını beynine çıkarıyor. Sinirlerin gerildiği,
bağırıp çağırmaların yükseldiği o anda ben: “Grip salgını var, deniz otobüslerinin
biri hastalanınca diğerlerine bulaştı.” diyorum. İnsanlar gülüyorlar kısa bir
süre. Öfke dinmiyor tabi ki.
Bazı
yolcular kendilerince çözümler üretiyorlar bir an önce gitmek için. Dört kişi
birleşip oradaki, taksilere biniyorlar. Kimi metrobüse yöneliyor, kimi ise
Eminönü’ne.
İDO’da
yetkili biriyle konuşup derdini anlatmak için telefonlara sarılıyor birçoğu. Ne
mümkün! Karşımızda telesekreter. Bol bol bant yayını dinle işin yoksa. Bu da
insanları delirtmeye yetiyor. İDO’dan insanları sakinleştirecek bir Allah’ın
kuluna ulaşmak olanaksız? Çaresizce bekleyeceğiz bir saat sonrasını.
Bekliyoruz. Saat 20.05, yeni bir duyuru. “Saat 20.30 seferimiz dolmuştur… yolcularımız
21.15 seferimizle gidecekler.” Biz 20.30’da gidecek yolcular olarak ayrı
bölmedeyiz. Salon yine hınca hınç. Camlar,
kapılar yumruklanmakta. Bağırtılar yükselmekte… Bizim bindiğimiz deniz otobüsü
dolduğundan yedi dakika erken kalkıyor. Yenikapı’da zaman geçiriyor. Bu mantık,
dolmuşçu mantığı. Oysa işi saatinde yapmak çağdaşlığın göstergesi.
Bunca
zaman geçmesine karşın ek sefer koyamayan İDO’nun yönetim anlayışı
sorgulanmalı. Bu durum, daha önce de birkaç kez yaşandı.
İDO
yönetiminin işletmecilik anlayışını gözden geçirmesi gerek. Özelleştirme yapılmadan
önce daha iyiydi İDO. Yoğunluk olduğunda iki deniz otobüsü gelir. Biri Kadıköy’e,
biri de Bostancı’ya giderdi. Böylece Bostancı’ya gidenlerin yolculuğu da
uzamazdı. İDO yönetiminin iskelelerdeki yeme içme yerlerine gösterdiği özenin,
yeniliğin onda birini deniz otobüslerine göstermesini bekliyoruz. İlkel bir
mantıkla yolcuların bekletilmesi, ek seferlerin konulmamasının gerekçeleri
kabul edilemez. Bu anlayış, İDO’ya yolcu kaybettirmekte. Sen zamanında
gideceksin, yolcunu bekletmeyeceksin ki yolcu sana güvensin. O da daha çok
seyahat etsin ve İDO’yu tercih etsin.
İstanbul’un
en büyük sorunu deniz ulaşımının yeterince gelişmemesidir. Daha hızlı, daha
sık, daha çok semte deniz taşıtları işletilmeli. Yalnızca Asya ve Avrupa
yakaları arasında düşünülmemeli seferler. Büyük Çekmece’den Sarıyer’e, Tuzla’dan
Beykoz’a kadar olmalı deniz ulaşımı.
İDO’nun en kısa sürede bu eksiklikleri düzelteceğini
umuyoruz. Çağdaş işletmeciliğin kimseye zararı yok! Geleneksel işletme
anlayışının egemen olduğu bir özel sektör mantığıyla doğru bir sonuca
ulaşılamaz. Yılların İDO’suna yazık etmeyin beyler… Bu İDO’da İstanbulluların
alınteri, emeği, parası var. Ne olur yazık etmeyin! Keyifli olması gereken kısa
bir yolculuğu çileye dönüştürmeyin!
Adil
Hacıömeroğlu
6
Ekim 2012
Not:
Yazılarımın tümünü, http://adiladalet.blogspot.com
dan okuyabilirsiniz.
Adil Bey, tüm bu çileyi 3. köprünün yapılmasını meşrulaştırmak için yaşatıyorlar emin olun...
YanıtlaSilSaygın Öğretmenim. "İnsan" ile "onun gönenci" kavramı, yerini "çıkar / kâr" kavramlarına bırakmış artık. Belediyeler, yöre insanının "insanca yaşam hakkı"nı pekiştirecek önlemler alma yeridir. Belediye adlı kurumların yükümlülüğüdür bu! Ancak, olanlar oldu: Bu saygın ulus "özelleştime" adlı yalana kandı, (balıkçıların deyimiyle zoka'yı yuttu). Yalnızca kâr, o da yetmez daha çok kâr isteyen gözüdönmüş bencillerin uygulamalarından çok sık yakınacağız gelecekte! Bencillerin elinde "yaşanmaz" olmaya doğru koşuyor İstanbul. Bir süre sonra sararmış kartpostallarda yalnızca bir anı olarak kalacak sanırım. Saygın Öğretmenim size erinç, gönenç dilerim. Okurunuz Tarık Konal.
YanıtlaSil