11 Haziran sabahı televizyonu açtığımda tüm haber kanalları
canlı yayındaydı. Polisin Taksim’e girdiği haberi tekrar tekrar veriliyordu.
Gezi Parkı direnişini günler sonra görüp yönünü değiştiren(!) medya bu kez
canlı yayındaydı.
Polise,
bazı grupların Molotof kokteyli ve taş attıklarını izliyorduk. Ancak bu
kişilerin eylem biçimi, direnişçilere benzemiyordu. Polisin müdahalesi de
göstermelikti. Koskoca Meydan’da halkı kandırmak için bir senaryo
canlandırılmaktaydı. “Eylemcilik” oynuyorlardı. Senaryo basit, oyuncular
acemiydi. Bu durum, direnişe müdahalenin alt yapısını hazırlamak içindi.
Müdahale
kokusu ortalıkta solunurken tüm yurtseverler gibi ben de orada olmalıydım, evde
değil. Öğleden sonra maskemi, şnorkel gözlüğümü alarak yola çıktım. Tren,
Taksim’e gidenlerle doluydu. İşten çıkan hemşireler, Gezi Parkı’ndaki revire
yetişmek için heyecanlıydılar. Herkeste bir telaş. Geç kalmanın sıkıntısı
sezilmekteydi bakışlarda. Haydarpaşa’dan motora binilip Karaköy’e varıldı.
Herkes, koşar adım Tünel’e. Yolculuğa başlarken birbirini tanımayanlar İstiklal’e
vardıklarında kırk yıllık dost gibiydiler.
Taksim’de
biber gazı ve yanan lastiklerin kokusu birbirine karışmıştı. İnsanlar
tedirgindi. Her yandan insan seli akıyordu Meydan’a. Gezi Parkı, büyük bir
revire dönmüştü. Adım başı acil müdahale birimleri vardı. Genç kızlar, sirkeli
bezleri, Talcidli suları, limonları özenle hazırlamaktaydılar. Herkes üzerine
düşen görevi layıkıyla yapmanın uğraşındaydı. Gelenlerin çoğu çocuklarını da
yanında getirmişlerdi. Hamile kadınlar, yaşlı sayılabilecek yurttaşlar keyif
içindeydi. Gezi Parkı, üç kuşağı birleştiren bir yerdi.
Daha çok yabancı kanallardan oluşan
televizyonlar röportaj ve çekim yapmaktaydılar. Ne yazık ki yandaş ve merkez
medya polislerin yanından ayrılıp halkın sesini yansıtmıyorlardı. Tüm parkı
dolaştıktan sonra Meydan’a gittim. Çarşı grubunun kendine özgü tezahüratlarıyla
gelişini zevkle izledim. Çarşı ve TGB, AKM’nin önünde durmakta olan polislerin
tam önünde konuşlandılar. Ben de onlara katıldım. Bir nevi açık hava
eğlencesine dönüşmüştü direniş. İstiklal Marşı’nı gururla gür sesle söyledik.
Bir
anda patlama sesleri duyuldu. Üzerimize yağmur gibi biber gazı fişekleri yağdı.
Plastik mermileri de unutmamak gerek. Ortalık karıştı, güzelim bir İstanbul
akşamı cehenneme döndü. Hemen gözlükler, maskeler takıldı. Göz gözü görmüyordu.
Bütün bir alan nasibini aldı bu saldırıdan. Gezi Parkı’na da gaz fişekleri
atıldı. Sivil ve silahsız bir topluluğa bu denli bir saldırıyı yapmak için
vicdanların körelmesi gerek. Genellikle geri çekilme bilinçli oldu. İnsanlar,
birbirini ezmemeye azami, bir dikkat göstermekte, yere düşenler el birliğiyle
kaldırılmakta, nefes alamayanlar koltuklanarak götürülmekteydi. Meydan’da,
caddelerde, sokaklarda tam bir direniş kardeşliği vardı. Kimse, kimseye
arkasını dönüp gitmiyordu. Olağanüstü bir yardımlaşma vardı. Gaz saldırısının
ardı arkası kesilmedi uzun süre. Diktatörün paralı askerleri kendi halkını kırmak
için saldırıyordu. Çevredeki oteller, esnaf seferber oldu yardım için. Gazdan
bitkin düşenler alandan uzaklaşırken yerlerine yeni bir insan seli akıyordu
durmaksızın.
Polisin
saldırısından etkilenen yalnız insanlar değildi. Patlamayla birlikte önce
ağaçlarda tüneyen martılar çığlık çığlığa havalandı. Ses ve keskin kokundan ne
yapacaklarını bilmeden gecenin maviliğine kanat çırptılar can havliyle.
Ardından kargalar, serçeler havalandı. Kuluçkaya yatan kuşlar neye
uğradıklarını şaştılar. Bahara “Merhaba!” diyen yavruların durumunu aklıma
getirmek istemiyorum. Bu yıl Taksim’de kuş nüfusu azalacak. Onların maskeleri,
gözlükleri, sirkeli bezleri yok!
Gezi
Parkı’nda önümde bir kedi, hızla ağaca tırmandı kurtulmak için cehennemden.
Ağaca tırmandığı gibi yere inmesi bir oldu. O da bizimle uzaklaşmayı denedi,
yoldaş olduk. Aynı derdin yolcuları olarak yazgımızı birleştirdik kedicikle.
Çoluk
çocuk, hamile, yaşlı, genç demeden saldıran bir diktatörün yerinde durması çok
zor. Hele bu diktatör, Gezi Parkı’ndaki kuşların yuvasını bozuyorsa onları da biber
gazına boğuyorsa iki cihanda da suçludur.
Yalan
ve uydurma haberlerle asılsız iddialarla Gezi Parkı direnişini yenmek
olanaksız. On yılı aşkındır din sömürüsünden başka bir şey yapmayan, ABD
çıkarlarına hizmet etmeyi görev edinen bir diktatörün sonu gelmiştir. Son çırpınışıyla
her yanı kırıp dökmekte. Tüm diktatörler gibi benden sonrası tufan, demekte.
Yurdumun
nazlı ufuklarında şafak atmakta, doğan güneşin ısıtıcı aydınlığı her yana
yayılmakta.
Adil
HACIÖMEROĞLU
12 Haziran 2013
GÖZLERİM YAŞARARAK OKUDUM..BU CENNET VATANI CEHENNEME ÇEVİRENLERE LANET OLSUN..O KEDİCİKLERİN,KUŞLARIN ,KUŞ YAVRULARININ SOKAK KÖPEKLERİNİN ,YERİNE DE LANET OLSUN DİYORUM..BİR TARAFTA AYDINLIK VE HAYAT,DİĞER TARAFTA KARANLIK VE ÖLÜM...BU MÜCADELE BU YÜZDEN ...KAZANINCAYA KADAR...
YanıtlaSilYazınızı okurken o şölen havasının nasıl bir anda polisler tarafından kabusa çevrildiğini bir kez daha yaşadım. Ben de oradaydım, hemen gezi çıkışında barikat olarak kullanılan otobüslerin önündeydim.Üst üste atılan gaz bombaları önümüze arkamıza üzerimize amansızca aralıksız atılıyordu.Bir ara tamam dedim herhalde burya kadar ben buradan çıkamayacağım diye ümidimi kesmişken bir anda her iki koluma giren bir bayan ve bir bay beni hızla revire uçurdular ilk müdehaleyi yaparak nefesimi normale döndürdüler ve kendimi toparlayarak, revir yolu ve ambulans yollarının açık tutulması için zincirin halkasına katıldım.Bu vahşetti bu adeta katliamdı. Bunların hesabı mutlaka sorulmalı, bu halk bu diktatörden kurtulmalıdır.
YanıtlaSil