22
Haziran Cumartesi günü Gezi Parkı direnişlerinde ölenleri anmak için Taksim’de
toplanılacaktı. Yine heyecanla evden çıktım. Bu kez maskemi ve şnorkel
gözlüğümü yanıma almadım. Ölen kişilere saygılı olmak toplumumuzun geleneklerinden
olduğu için böyle bir anmaya polisin müdahale etmeyeceğini düşündüm. Diriye
saygılı olmayanların ölüye saygı göstereceğini sandım.
Önce
Ataköy’e gittim. Bir arkadaşımın amcasının oğlunun cenazesine katıldım. İkindi
namazı sonrası kaldırıldı cenaze. Birkaç tanıdıkla ayaküstü söyleştim.
Vedalaşarak ayrıldım. Hızla Bakırköy’e yürüdüm. Oradan Taksim dolmuşlarına
binip yola koyuldum. Gerek dolmuş kuyruğunda beklerken gerekse yolculuk
sırasında insanların Taksim’e akışını izledim, gururlandım. Dolmuşta yanımda
oturanlarla söyleşmeye başladık. Hepimiz aynı nedenle yolculuk yapmaktaydık.
Yeni dostlar edindim. Gezi Parkı eylemlerinin en güzel yanlarından biri de bu:
Yeni dostluklar kuruluyor.
Taksim’e
varınca kalabalığa karıştık yeni arkadaşım Uğur’la. Benim tempoma nadiren ayak
uyduran biri Uğur. Çünkü ben bir yerde duramam, sürekli dolaşırım alanı. Gözlem
yapmak isterim hep.
Partiler
ve dernekler bu kez kendi bayrak ve flamalarını getirmediler. Grupçuluk,
siyasal yarar elde etme amacı yok kimsede. Alana taksim Dayanışması flamaları,
Türk Bayrağı ve Atatürk posterleri egemen. Topluluğa siyasal iletilerini vermek
için kendilerine özgü sloganları bağıran birkaç kişiye kimse katılmayınca onlar
da vazgeçtiler bu davranışlarından. Koşturmaca sırasında çiçek almayı
unutmuşum. Nerede bulurum, diye düşünürken liseli Oytun, imdadıma yetişti.
Elindeki bir demet karanfilden birini bana verdi. Çok sevindim, liseli
arkadaşımın inceliğine.
Yalnızca
Galatasaray taraftar grubu Tek Yumruk’un flaması var. “Faşizme karşı kardeşimsin
Çarşı!” diye bağırmaktalar. Yıllarca kavga eden taraftar gruplarını Gezi Parkı
direnişi, yurt sevgisi birleştiriyor.
Meydan’ın
orta yerinde birkaç genç, bayraklarla çevirdikleri, Atatürk fotoğraflarıyla
süsledikleri, direniş sırasında ölenlerin fotoğraflarının bulunduğu bir yer
hazırladılar. Burası temsili bir mezar gibiydi. Burayı görenler, ellerindeki
karanfilleri saygıyla bıraktılar. Kimileri saygı duruşunda bulundu, kimileri de
dua okudu. Gezi direnişlerinde yitirdiğimiz Abdullah Cömert, Ethem Sarısülük,
Mehmet Ayvalıtaş ve Mustafa Sarı’ya Tanrı’dan rahmet diliyorum. Onlar,
Cumhuriyet şehitleri olarak tarihimizdeki onurlu yerlerini aldılar.
Direnişçilerin
amacı, Gezi Parkı’na girip anmayı orada yapmaktı. Karanfiller, oraya
bırakılacaktı. Belediyenin yıllarca ihmal ettiği, bakım ve onarımını
savsakladığı, bazı ağaçları da söktüğü Gezi Parkı’nda anma yapmak
direnişçilerin hakkıydı. İBB, Gezi Parkı’nı çiçeklendirip yeni ağaçlar
dikmişti. Halka açılacaktı park güya. Ama halkı sokmamak için parkta yüzlerce
polis konuşlanmıştı.
Taksim
Dayanışmasının basın açıklamasından sonra polisin, göstericilerin dağılması
yolundaki duyurusu işitildi. Topluluk sloganlarla karşılık verdi duyuruya.
Gezi’ye girmek için hamle yaptı kalabalık. Polis kalkanları engel oldu. Az
sonra TOMA’lar, akrepler hareket etti. Ardından polisler, alanı kuşattı.
Direnişçiler, ellerindeki karanfilleri polise attılar. Kimileri TOMA’ları
çiçeklerle süsledi. Ama nafile… Buyruk, büyük yerdendi. Bu sırada alan: “ Polis, halkına ihanet
etme!” ve “Polis simit sat, onurlu yaşa!” sloganlarıyla inlemekteydi.
Ne
yazık ki polis, karanfillere kıydı. Önce tazyikli suyla sonra biber gazıyla
geceyi kâbusa döndürdü. Belki de yaşamında ilk kez zarif bir elden alınan
çiçeğin değeri bilinmedi.
Müdahale
başladığında Gümüşsuyu tarafındaydım. Arkamdan gür bir çocuk sesi. Arkama
döndüm; zayıf, esmer, ufacık bir kız çocuğu bağırmakta. Sesi alanın her yerinde
çınlamakta. Belki on, belki yüz kişilik bağırmakta. Bir ara boğaza patlayacak
sandım. Yavaşça ona yaklaştım sarıldım, dağılan saçlarını okşadım. Heyecandan
bir şey söyleyemedim. Biber gazı atılmadan gözlerim yaşarmıştı bile. Boğazım
düğümlendi. Geleceğin Türkiye’si için inancım arttı. Bir süre sonra normale
döndüm. Adımı söyledim, tanıştık. Sekizinci sınıfı yeni bitirmiş. Annesi ve
onuncu sınıfa geçen kuzeniyle gelmiş Taksim’e. Gecenin ilerleyen saatlerinde
ayrıldı bizden. Gecenin karanlığında Dolmabahçe’ye doğru bayrağını sallayarak
ve bağırarak kayboldu. Ardından uzun süre bakakaldım. Alan’daki karmaşayı
unuttum.
Taksim’in
en güzel karanfili, çiçeğiydi o. Tazyikli suya, biber gazına aldırmadan
bağırıyordu. O sesi işiten, o güzelliği gören bir polis oldu mu acaba? İşitip
gördülerse yüreklerinin bir yanında küçük de olsa bir sızı duydular mı?
Gece
eve dönerken gözümün önündeydi. Eve geldim, sesi kulaklarımdaydı. Gecenin puslu
ışığında parlayan o iki kararlı gözü hiç unutmayacağım. O gözler, o ses, o elde
gururla sallanan bayrak varken Türkiye’de Cumhuriyet yıkılır mı hiç?
Adil HACIÖMEROĞLU
22 Haziran 2013
OKURKEN AĞLADIM BİZLER BU,KADAR DUYARLI İNSANLARIZ TÜRK YOPLUMU DENİLDİĞİNDE AKLA DUYARLILIK GELİR.ONLAR TÜRK OLMADIKLARI İÇİN DUYARLILIK OLAMAZ.ONUN İÇİN FİDANLARIN ÖLDÜRÜLMESİ ONLARDA BİR ŞEY İFADE ETMEZ...
YanıtlaSilÇok çok güzel bir yazı olmuş. Emeklerinize teşekkürler.
YanıtlaSil